Taksim’de 1 Mayıs Ne Zamandan Beri Hedeftir? (Yayımlanma: Mayıs 2004)

0

Geride bıraktığımız 1 Mayıs etkinliklerinin İstanbul’da iki alana bölünmesine yol açan tartışmalara damga vuran konu Taksim’de 1 Mayıs vurgusuydu. Sonradan yapılan değerlendirmede de öne çıkan bu oldu.

Belleklerin önce 12 Eylül tarafından sonra da «12 Eylülzedelerin» başını çektiği tasfiyeciler tarafından silindiği koşullarda geçmişi bilen ve hatırlayanlar bile bu söylemi ikircimsiz tekrarlamaktadırlar. Hatırlamakta yarar var.

Taksim’de İlk 1 Mayıslar

Taksim ve 1 Mayıs ilk defa 1976 yılında kitlesel olarak kutlandı; bu sadece yaşadığımız topraklardaki ilk kitlesel 1 Mayıs eylemi olmakla kalmadı; yüzbinlerce kişiyi bir alana taşıyan, tarihin en kalabalık işçi mitingi oldu.

Tabii ki o zaman ciddi bir siyasal gücü temsil eden ve peşlerinden onbinlerce insanı sürükleyen devrimciler de o mitingde idiler. Ama o zamanlar bu mitingin ev sahiplerinin devrimciler olduğunu söylemek pek adetten değildi. Çünkü Mitingin ev sahibi DİSK idi daha doğrusu DİSK içinde yuvalanmış olan TKP idi ve devrimci hareketin yarısı TKP’yi sosyal faşist bir parti olarak görüyordu; diğer yarısı da en hafif deyimiyle reformist, revizyonist, oportünist olarak değerlendiri­yordu. Bununla birlikte, kimse “bunların ev sahibi olduğu bir 1 Mayıs’a biz gitmeyiz” demeyi aklından geçirmedi. Çünkü devrimci akımlar kendi güçleri ve bağımsız örgütlenmeleriyle gittikleri yere damgalarını vurabilen bir gücü temsil ediyorlardı; hatta yüzbinlerle sendikalı işçinin olduğu bir ortamda bile kitle içinde kaybolması söz konusu bile olmayan çapta bir güçtü bu.

Ertesi yıl TKP, TİP ve TSİP’li oportünistler gene DİSK’in başındaki ve yandaşları olan sendika bürokratlarının vasıtasıyla kendilerine sosyal faşist diyen devrimcileri 1 Mayıs alanına sokmama ve ev sahibi oldukları 1 Mayıs mitinginde SSCB aleyhinde slogan ve pankartları yasaklama kararı aldılar; hatta bunun için DİSK tabanındaki işçileri donatmayı ve şartlandırmayı da ihmal etmediler. Böylece bilinen 1977 1 Mayıs provokasyonu için devletin beklediği zemini sağlamış oldular. Nasıl oldu bu? Çünkü o zaman devrimciler «mademki 1 Mayısın ev sahipleri sosyal faşist ve revizyonistlerdir, o zaman biz de 1 Mayısı başka bir alanda kutlarız» demeyi akıllarından bile geçirmezdi. Bunu yapan bir tek «iyi sıhhatte olsunlar»la arası öteden beri iyi olan Doğu Perinçek ve avenesi oldu; biz bu provokasyona gelmeyiz deyip 1 Mayıs’tan vazgeçtiler. Ama o zaman hem DİSK’in dışlamak istediği devrimciler Tepebaşı’nda toplanıp alanı DİSK’e ve onun davet ettiği güvenlik kordonuna rağmen zorlamaktan sakınmadılar; hem de ne onlarla ne de DİSK yönetimi ile aynı tutumu paylaşmayan devrimciler başka bir yere gitmeyi akıllarından geçirdi.

1978’de bu provokasyona zemin sunmasının bedelini ödeyerek DİSK’teki koltuklarının bir kısmını CHP’li sendika bürokratlarına terk etmek zorunda kalan TKP, Abdullah Baştürk’ün ev sahibi olduğu 1 Mayıs mitingini DİSK yönetiminin engelleme çabalarına rağmen TKP bayraklarıyla donattı ve «Bilen Yoldaş aramızda» «İşçi Sınıfı Partisine Özgürlük» sloganlarıyla alanı çınlattı. Buna rağmen devrimci akımların tamamı da o alandaydılar ve o zaman da kimse «sosyal demokratların ev sahipliği yaptığı 1 Mayısa biz gitmeyiz; biz kendi 1 Mayısımızı yaparız» demeyi aklından bile geçirmedi.

80 Sonrasında 1 Mayıs ve Taksim

80 öncesinin Taksim ile özdeşleşen üç 1 Mayıs mitingi böyle geçmişti. Bu tabloya bakarak devrimciler 1 Mayısı öteden beri Taksim’de karşılar demek mümkündür elbette; çünkü bu üç örnekte de devrim­ciler öyle ya da böyle «1 Mayıs’ta 1 Mayıs Alanında» yer almıştı. Gerçekten de 1977’den sonra Taksim alanı devrimciler tarafından 1 Mayıs alanı olarak adlandırıldı. Ama 1978 yılındaki miting, Taksim’deki son kitlesel 1 Mayıs mitingi oldu.

Sonra 12 Eylül karanlığı aralanmaya başladığı dönemde yeniden Taksim vurgusu dile getirilmeye başlandı. 2004 tartışmalarında asıl öne çıkan vurgular ise 80 öncesine değil bu döneme ait vurgulardır. Devrimcilerin 1 Mayıs’ı ille Taksim’de ayrı bir eylem olarak kutlaması gerektiği görüşü asıl bu dönemde şekillendi ve yayıldı; çünkü 80 öncesinde 1 Mayıs Taksim’de yapılır diye bir vurgu yoktu; DİSK 1 Mayısı nerede yaparsa herkes oraya gitmeye hazırdı ve bundan dolayı bir kompleks sahibi değildi.

1989 yılında tıpkı bu yıl olduğu gibi, Türk-İş’in ve Otomobil-İş gibi bazı bağımsız sendikaların bürokratları ile bazı sosyalistler 1 Mayıs’ı Abide-i Hürriyet Meydanı’nda kutlama kararı aldılar. O zamanın Özal hükümeti buna izin vermedi; buna rağmen bazı sendikacılar ve sosyalistler «izin vermeseniz de biz orada olacağız» dediler. Abide-i Hürriyet Meydanı’nda 1 Mayıs eylemi yapmak üzere hazırlıklarını sürdürdüler. Türk-İş bürokratlarının “biz vazgeçtik bu işin arkasında değiliz” diye açıklamalar yapmalarına ve engelleme çabalarına rağmen binlerce insan Mecidiyeköy’de ve bunların tamamına yakını sendika bürokratlarına rağmen, devrimcilerin, sosyalistlerin oraya taşıdığı kitle idi. Ama devrimcilerin hepsi, hatta çoğunluğu bile orada değildi.

Bu tartışmalar esnasında o zamanki adıyla Devrimci Sol bu eyleme alternatif olarak Taksim’de 1 Mayıs kutlamayı önerdi bazı başka devrimci gruplar da buna destek verdiler. Kimileri ise biz önce Mecidiyeköy’de toplanırız oradan kitleyi de peşimize takarak Taksim’e geliriz demişlerdi. Sonuçta Taksim’i zorlayan 1989 1 Mayısı haklı olarak Devrimci Sol’un damgasını taşıdı ve polisle çatışırken öldürülen Mehmet Akif Dalcı’nın taş atan resmi ile belleklere kazındı. Ertesi yıl yine aynı örgütün inisiyatifi ve başka devrimci grupların katılımı ile yine Taksim’de alternatif bir 1 Mayıs eylemi örgütlendi bu kez 1990 1 Mayısı Taksim’i zorlarken vurulan Gülay Beceren’in sakat kaldığı eylem ile hatır­la­nır oldu. Oysa o zaman pek çok yerde birbirlerinden bağımsız bir dizi 1 Mayıs eylemi olmuştu; bunlardan biri de yine Coca Cola fabrikasından çıkan işçilerle birlikte kutlanan ve yine çatışmalı geçen eylemdi.

Taksim’in Unutulduğu 1 Mayıslar

1989 ve 1990 1 Mayıslarındaki eylemleri izleyen yıllarda da Taksimi zorlama fikri şu ya da bu vurguyla şu ya da bu ölçüde somutlanarak hep söylendi ve fakat bir daha hiç somut olarak tekrarlanmadı.

1991 yılında devrimci dergilerin çoğunun oluşturduğu platform 1 Mayıs’ı Saraçhane’deki bir mitingle kutlama kararı aldı; o zaman da Taksim’i zorlama fikri sürüyordu ama pratik bir karşılık bulmadı.

1992 1 Mayısı İP’nin Bayrampaşa’da ev sahipliği yaptığı ilk yasal 1 Mayıs mitingi oldu.

1993’te İstanbul’da 1 Mayıs Türk-İş bürokratları ile DİSK bürokratlarının arasındaki ve sosyal demokratların da kızıştırdığı çekişme ile iki ayrı alana bölündü. Bu alanlardan biri gene Türk-İş’in ev sahipliği yaptığı ve İstiklal Marşı’nın çalındığı Abide-i Hürriyet Meydanı idi. Ama öteki alan Taksim veya civarında değil Pendik’teydi; devrimcilerin ve sosyalistlerin çoğu da DİSK’in kuyruğunda oraya taşınmıştı.

1994’te hemen hemen tüm akımlar Abide-i Hürriyet Meydanı’nda sendika bürokratlarının ev sahipliği yaptığı mitingdeydi. O mitingin sonunda bazı devrimci gruplar Taksim’e doğru yürümeye kalkıştılar ama daha Şişli Meydanı’na ulaşmadan polis müdahalesi ile dağıldılar. Aynı mitingde şimdiki TKP’nin öncülü SİP de boy gösteriyordu ve sonradan polis tarafından coplanmış olmayı bir gurur vesilesi yaparak kullanmaya çalıştı. Oysa SİP korteji Taksim’e değil Okmeydanı’na doğru ve otobüslerine binmek üzere polis müdahalesiy­le karşılaşmıştı.

1995 1 Mayısı gene heme hemen bütün akımların bir araya geldiği ve devrimcilerin ağırlık taşıdığı 80 sonrasının en kitlesel 1 Mayıs’ı oldu; Kadıköy’de idi, Taksim hedefini gösterenler o zaman da oldu ise de, bu söylem Kadıköy’ün gölgesinde kaldı.

1996 1 Mayısı’nda devrimciler, yine ev sahipliğini reformistlerin ve sendika bürokratlarının yaptığı Kadıköy’deki 1 Mayıs mitinginde idi. Hala Gazi Ayaklan­ması­nın rüzgarının esmekte olduğu bu miting polis barikatını zorlayan kürsüyü ele geçirmeye yönelerek ev sahiplerini kaçmak zorunda bırakan devrimcilerin damgasını taşıdı. O zaman SİP Taksim’de alternatif bir 1 Mayıs eylemi yapmaktaydı. Bunu diğer reformistler gibi sonradan kaçacağına, peşinen kaçma kurnazlığı olarak da yorumlamak yanlış olmaz.

Bundan sonraki 1 Mayıs’larda da devrimciler şu ya da bu biçimde Taksim hedefini gösterseler ve zaman zaman buna yönelik girişimlerde bulunsalar da  esas olarak sendika bürokratlarının bulunduğu 1 Mayıs alanlarına müdahale etme yönünde tutumlar benimse­diler. Taksim’de ise daha çok sembolik mahiyette eylemler oldu. Bunlar içinde Mücadele Birliği’nin istikrarlı bir biçimde her yıl Taksim’de korsan 1 Mayıs eylemi yapması ise en çok bilineni idi.

Bununla birlikte aynı zamanda tasfiyeciliğin ve popülizm eleştirisi kisvesi altında işçi sınıfının en çok ezilen kesimleri arasında çalışmayı küçümseyen burjuva sosyalizminin damga vurduğu bu yıllarda Taksim vurgusu sadece 1 Mayıslarda değil her vesileyle öne çıktı. Taksim bir merkez olarak burjuvazinin en çok dikkatini çeken yer olarak eylemler için seçilen bir alandı. Aynı zamanda Taksim reformistlerin türlü çeşidinin ve onlara öykünenlerin neredeyse gündelik mekanları arasındaydı. Kültür merkezleri, kafeleri, barları, kitapçıları, sergileriyle esasen burjuva sosyalizmi­nin bir merkezi olarak şekillenmekte idi. Bu koşullarda Taksim’in eylem alanı olarak seçilmesi aslında varoşlar­dan kaçmak isteyen ve burjuva sosyalizmine heves edenlerin eğilimlerini ifade eden bir tutumdu. Bu tutum Abide-i Hürriyet Meydanını ve Piyale Paşa Bulvarının «çukur» «tuzak» gibi ifadelerle tasvir edilmesinde de yansımaktadır. Her ne kadar söz konusu alanın olumsuz yönünü devrimci bir ifadeyle dile getirmiş gibi görünse de bu söylem esasen varoşlarda çalışmaktan kaçanların tutumudur; esasen geçmişte varoşlarda çalışırken, zamanla Taksim Kadıköy gibi merkezlere kaçmakta olanların da eski söylemlerini unutup bu söylemi kaçışlarının bahanesi haline getir­mesin­den de açıkça görülebilir bir tutumdur.

Komünistler ne Taksim’i en önemli eylem alanı olarak görürler; ne de öncelikli çalışma alanları olan varoşların çevresini tuzak olarak tarif ederler. Aksine işçi sınıfının en devrimci ve dinamik kesimlerinin barındığı bu alanları eylemlerinin başlangıç noktaları ve düşman saldırısı karşısında sığınılarak korunacak mevziler haline getirmek için mücadele ederler.

2004 1 Mayısı’nda Taksim Vurgusu

Mayıs’a yönelik olarak Taksim vurgusu 1989 ve 1990 bir kenara bırakılırsa, ilk kez bu yıl geniş bir yankı ile öne sürüldü. Hatta iki ayrı 1 Mayıs etkinliğinin olması bu vurguyla izah edilip meşrulaştırıldı. Ama bu vurgu (bazı istisnalar bir yana) zaten gündelik çalışmalarını bu tür merkezlerde yoğunlaştırma eğiliminde olanların veya gündelik faaliyeti başka alanlarda olsa bile onlara özenenlerin söylemleriyle dile getirildi.

Nitekim görünüşe bakıldığında 1 Mayıs Taksim’de kutlanır diyenler bir tarafta, 1 Mayıs valiliğin izin verdiği yerde kutlanır diyenler bir tarafta toplanmış gibi bir tablo çıksa ve böyle izah edilse de, Taksim’de korsan 1 Mayıs eylemi yapan gene yıllardır olduğu gibi Mücadele Birliği oldu.

«Valiliğin izni olmasa da 1 Mayıs’ta Taksim’e gidilmeli» diye ısrar edenler, «Taksim’e gidiyoruz» kandırmacasıyla kendilerini oyalayan sendika bürokratlarının ve reformistlerin kuyruğunda Saraçhane’de toplandılar. Sonra da valiliğin talimatlarına ve iznine uygun olarak oradan tam Taksim’in aksi yönüne doğru yürüyerek dağıldılar.

Ama sonradan yapılan değerlendirmelere bakılırsa, sanki Taksim alanı fethedilmiş, valiliğin yasakları kırılmış gibi bir tablo yaratanlar ve kendi yarattıkları hikayeye inananlar az değil.

Vaktiyle 89 ve 90’da yapılan eylemlerle alakası olmayan hatta bunları provokasyon vb. söylemlerle karalamak isteyenlerin şimdi sanki aynı şeyi kastediyormuş gibi «devrimci 1 Mayıs Taksim’de olur» söyleminin arkasına sığınmaları ise kalpazanlıktır.

Çünkü bu oportünist tutuma başvuranlar bir yandan 89 ve 90’daki 1 Mayısların radikalliği ile kendi reformist çizgilerini örtmek isteyenlerdir; bir yandan da 80 öncesinin kitlesel 1 Mayıs’ı ile adını tabelalarına yazdıkları partinin hatırası altında bile hala ezilmekte olan cılız gövdelerinin eksiğini telafi etme hevesindedirler. Bu tutumun en belirtik örneği TKP kortejinde görüldü. 2004 1 Mayısı’nda TKP ikili bir görüntü yaratma arayışındaydı. Bir yanda sanki Mehmet Akif Dalcı veya Gülay Beceren gibi Taksim’e gidiyormuş edasıyla dile getirdiği sözümona radikal bir söylemi tutturmaya çalışıyordu. Bir yanda da sanki 1970’lerin TKP’si gibi yüzbinleri peşinden sürükleyen bir partiymiş gibi bir görüntü vermeye çalışıyordu. Bu yönüyle Saraçhane mitingi oportünist bir mirasyedilik gösterisine de tanık oldu.

Saraçhane Mitinginin Taksim’le bağlantısı kurulabilecek bir yönü de ilk kez bir mitingde gölgede kalan DEHAP idi. Onlar ise adeta Taksim’deki Atatürk Anıtı’na çelenk koymaya gidememenin mahcubiyeti içinde idiler ve sanki onların kitlesi de bu mahcubiyetinden bile utanır halde idi.

KöZ’ün Tutumu

KöZ’ün arkasında duran komünistler de kendi bağımsız kararları doğrultusunda (ve fakat alternatif 1 Mayıs eylemi olsun diye değil!) yaptıkları eylemin ardından Saraçhane’deki mitinge katıldılar. Bununla birlikte komünistler bu tutumu iki alan arasında politik bir ayrım koyarak izah etmezler.

Aksine daha önceki müdahalelerimizde savunul­duğu gibi 1 Mayıs’ın alanlara göre ve ev sahibi olan sendika bürokratlarının rütbesine yahut sıfatına göre bölünmesi bizce doğru tutum değildi. Doğrusu öncelikli siyasal sorun olarak saptadığımız ve ilan ettiğimiz gibi, tek bir 1 Mayıs’ı şovenizm/en­ter­nas­yonalizm ekseni üzerinden ayrıştırmaktı. Bu tutumun gereği bütün 1 Mayıs alanlarında aynı ayrıştırma gayretini göstermek olmalıydı. Bu tutumun hakkını verip, 1 Mayıs alanlarında şovenleri ve sosyal şovenleri bir tarafa proleter enternasyona­lizmi doğrultusunda Kürtlerin özgürlüğünü savunanları beri tarafta ayrıştıramamış olsak da bunun nedeni politik eksikliklerimiz yahut kafa karışıklıklarımız değildir. Aksine 2004 1 Mayısı’nda proleter enternasyonalizminin gösterdiği doğrultu­daki tek doğru tutum KöZ’ün arkasında duranların savundukları tutumdur. Bu tutumun arkasında olduğumuzu bu 1 Mayıs’ta da ortaya koyduk ve dostların da düşmanların da görmesini sağlamak için çaba gösterdik. Hiçbir eksiğimizin de bu çabanın değerini azaltmaya­cağının bilincindeyiz.

2004 1 Mayısı ne son 1 Mayıs’tı ne de şovenizme karşı bükülmez bir tutumun ortaya konması gereken son fırsattı. Önümüzde aynı kararlılığın ortaya konmasını gerektiren daha zorlu bir süreç olduğunu biliyoruz. 2004 1 Mayısı’nın dersleri ile önümüzdeki görevlere daha hırsla yükleneceğiz. Ayrım çizgilerimizi kalınlaştıra kalınlaştıra ve kendi deneyim­lerimizden olduğu kadar başkalarının­kilerden de öğrenerek; başkalarının hatalarından ve kusurlarından olduğu kadar kendimizinkilerden de ibret alarak yolumuza devam edeceğiz.

Bu maksatla 2004 1 Mayısı’nı bir badire atlatmış olmanın ferahlığıyla ve kendi durduğumuz yere güzellemeler yaparak unutmayacağız. Aksine KöZ sayfalarında 2004 1 Mayısı’nın derslerini çıkarmaya ve ayrımlarımızı bu mihenk taşına vurarak çizmeye devam edeceğiz.

Paylaş