Liberal ve Sosyal Şoven Bir 1 Mayıs (Yayımlanma: Mayıs 2004)

0

2004 1 Mayısı öncesinde 1 Mayıs’ta iki taraf olacağını, bir yanda sosyal şovenlerin 1 Mayısı’nın kutlanacağını diğer yanda proletarya enternasyonalizmini savunanların 1 Mayısının gerçekleşeceğini ileri sürmüştük. İstanbul’daki 1 Mayıs’ın Saraçhane ve Çağlayan olmak üzere iki ayrı alanda kutlanmış olması ilk bakışta böyle bir bölünmenin gerçekleştiği kanısını uyandırıyor. Ne var ki, 1 Mayıs’ın iki ayrı alanda kutlanması kimseyi yanıltmamalı çünkü aslında iki ayrı alanda kutlanan aynı 1 Mayıs’tı. 1 Mayıs’ta bir tarafta sosyal şovenlerin öbeklendiği diğer tarafta da enternasyonalistlerin buluştuğu bir ayrışma yaşanmadı. Hatta devrimcilerle reformistler arasında bir ayrışma bile yaşanmadı. Aksine aynı 1 Mayıs iki ayrı alanda kutlandı. Sosyal şovenlerin bir kısmı Çağlayan’da buluşurken diğerleri Saraçhane’de toplanmayı tercih etti. Bazı reformist partiler Saraçhane’de yer alırken kimisi de öteki tarafta oldu. Keza devrimci akımların çoğu Saraçhane’de toplanmış olsa da öteki alanda da devrimci kortejler vardı.

Her iki alanda da değişmeyen şey kürsülerin sendika bürokratlarının denetiminde oluşu ve devrimcilerin ne bir tarafta ne ötekinde bağımsız bir kürsüden kitlelere seslenmedikleri idi.

Alandaki Bölünmenin Özü

Bu bölünmenin devrimcilerle reformistler arasındaki bir bölünme olmadığı, 1 Mayıs öncesinde devrimci akımların bölünme karşısındaki tavırlarından da belli oldu.

96’da aynı alanda iki ayrı 1 Mayıs yaşanmıştı: Bir yanda polis saldırısına karşı devrimci bir tutum alanlar, diğer yanda çatışmalar başlayınca alandan sıvışıp aynı alana ertesi gün esnafa çiçek dağıtmak için geri dönenler.

97 ve 98’de bu ayrışma polis kordonunun içinde ve dışında yer alanlar şeklinde gerçekleşmişti. İki taraf arasında sıkışmış olanlar bir yana bırakılırsa, bu üç 1 Mayıs’ta da taraflardan birinin devrimci diğerinin reformist hatta yer aldığı netti. Dolayısıyla devrimci akımlar, kimileri zevahiri kurtarma kaygısı gütse de, bu bölünme karşısında olumsuz bir tutum takınmamış, bilakis yaşanan bölünmelerin anlamlı olduğunun altını çizmişlerdi. Bu bölünmelerden yakınanlar esas olarak reformistler ve ait olduğu reformist kampta durmaya utanan devrimcilerin yanında yer almaya da cesaret edemeyen SİP gibi; yahut 98’de pankartını dışarıda bırakıp kortejini alanın içine sokan EKİM gibi iki arada bir derede kalan akımlar olmuştu.

Oysa 2004 1 Mayısı’nda manzara farklıydı. Alandaki bölünmeyi yaratanlar herşeyden önce reformist sosyalistler olarak bile tanımlanmaları doğru olmayan sendika bürokratları idi; inisiyatif onlarda idi. Bu bölünmeyi engelleyip kendi gündemleri üzerinden bir ayrışma yaratmaları gerekirken bu çatışmanın dümen suyuna kapılanlar da devrimci akımlardı.

Bölünmenin kaçınılmaz hale gelmesinden sonra Saraçhane’de toplananların ilkesiz ve fırsatçı bir tutumla bu bölünmeden adeta önceden planlanmış bir mücadele­nin yol açtığı bir ileri çıkış diye söz etmeleri bu gerçeği değiştirmiyor.

Açıktır ki, 2004 1 Mayısı öncesinde devrimci akımların gündeminde böyle bir ayrışma yoktu. Devrimci akımlar, bugün dergi sayfalarında buna yer vermeseler de, 1 Mayıs’ta bir bölünmeyi hedefleyen, bunu olumlu gören yoktu; hatta birleşik bir 1 Mayıs Abide-i Hürriyet’te kutlanmış olsaydı, oraya gitmeyeceği net olan her yıl olduğu gibi bir tek Mücadele Birliği olacaktı. 2004 1 Mayısı’nın bölünmesinde ısrarcı olan devrimci akımlar değil, burjuva akımların etkisi altında olan sendika bürokratlarıydı.

Bununla birlikte, devrimci akımların büyük bir bölümü açıksözlülükle tüm sendikal hareketin birleşmesi gerekti­ğinde ısrar ederken, en başta HÖC ve ESP’nin Taksim diye direttikleri de doğrudur. Ancak bu akımların da sendika bürokrasisinin kuyruğuna takılmış olduğunun açığa çıkması fazla uzun sürmedi. Zira sendika bürokrasisi Taksim’den yan çizip Saraçhane’ye geldiğinde ESP de HÖC de onun kuyruğunda Saraçhane’ye kaydı. Fakat başlangıçtaki önerileri ve tartışmalar boyunca korudukları edalarına ve sonradan yapılan değerlendirmelere bakılırsa sanki Saraçhane eylemi Taksim’de yapılmış zannedilebilir. Taksim’de bir 1 Mayıs mitingi olmadı; platform tartışmaları bir yana bırakılırsa sokakta bu yönde bir zorlama da olmadı.

Öte yandan pek çok yayında sanki alanların ayrılmasının nedeninin bazı sendikaların düzenin sınır­larına teslim olmayan bir 1 Mayıs istemeleri imiş gibi bir tablo sergileniyor. Bu da doğru değildir. DİSK’in ve KESK’in zincirsiz 1 Mayıs’lara merakı değildi 1 Mayıs’ın iki alanda kutlanmasının nedeni. Saraçhane’deki eylemin düzenin icazetine sığınmadığı da doğru değildi. Çünkü eylemin başlangıç ve bitişi kadar güzergahı da valiliğin ve emniyetin direktif ve yönlendirmelerine uygun seyretti. Bir tek üst arama turnikelerinin olmayışından söz edilebilir. O da Saraçhane eyleminin bir miting olarak tasarlanıp gerçekleşmemesiyle izah edilebilecek bir durumdur. O alana gelenlerin çoğunluğunun bu barikatları zorlama istek ve hazırlığı içinde olmasından değil. Aksine, böyle bir zorlama olmadığı halde bir denetimin yapılmayışını bir nevi yol açma olarak yorumlamak da çok yanlış olmaz.

Daha önemlisi her ne kadar iki alanın ayrışması başlangıçta sendika bürokratları arasındaki rekabet ve anlaşmazlıktan kaynaklanan bir sorun gibi görünse de öyle değildir. Bölünmeye yol açan sendika bürokratlarının hakim sınıfın fraksiyonlarına, hükümet ve muhalefetteki burjuva partilerine olan uzaklık ve yakınlıklarına bağlı olarak ortaya çıkan anlaşmazlıklardı.

Ancak elbette bu ayrışma sol akımların alandaki yerini belirlemedi. Zira öyle olsaydı örneğin Kıbrıs konusunda TÜSİAD’a kıyasla Genelkurmay’a ve İP’e daha yakın olan TKP’nin Abide-i Hürriyet’te; bu meselede AB’ci liberallerle hemfikir olan EMEP’in de Saraçhane’de yer alması gerekirdi. Demek ki sol akımların tutumlarını belirleyen başka bir etken aramak gerekir. Sol akımların sınıfla sendikal bağlar kurmuş olanları, içinde çalışma yürüttükleri sendikalar neredeyse orada yer aldılar. Sendikal bir bağı olmayan akımlar, ki bunlar sol akımların ezici çoğunluğuydu, Saraçhaneci bürokratların peşine takıldılar. Takıldılar ki en azından Taksim’in gölgesi kuyrukçuluklarını kapatsın.

Saraçhane En Ufak Bir Kazanım Bile Sağlamadı

Saraçhane’ye istemeye istemeye giden akımlar bile eylemi kazasız belasız atlattıktan sonra, birden bire Saraçhane’de gerçekleşen 1 Mayıs’ın ne denli büyük bir kazanım olduğunu fark ettiler. Taksim’in zorlanıp Saraçhane’nin kazanılmasını devrimcilerin yaptığı basınçla açıklamaya başladılar.

Oysa gerçek bunun tam tersiydi. Saraçhane eylemi en ufak bir kazanımla bile sonuçlanmadı. Saraçhane’de emekçilerin özgürleştiğini 1 Mayıs alanına gidenlerin emekçilerden yalıtılmadığını söyleyenler demagoji yapıyorlar. Zira asıl kaygı emekçilerle buluşmak olsaydı “Abide-i Hürriyet kapanından kurtulmak” için yapılan basıncın Taksim ya da Saraçhane yönünde olması bu kaygıyla çelişirdi. Bu kaygıyı taşıyanların emekçilerin yoğun olduğu alanlara işaret etmesi gerekirdi. Hele sınıfın en dinamik kesimleri kastediliyorsa bu basıncın mesela 1997 ve 98’de komünistlerin yaptığı gibi Gazi, Okmeydanı yönünde olması gerekirdi.

1 Mayıs eylemi birilerine gösterilmek isteniyorsa, bu eylemi görmesi gerekenler Fatih esnafı ya da İstiklal Caddesi’nde gezenler değil varoşlarda yaşayan işçiler olmalıydı. Ama bunun için 1 Mayıs’ın birbirinden kopuk varoşlara taşınarak bölünmesi de çözüm değildi elbette. Aksine varoşlardan tek bir 1 Mayıs alanına doğru yönelen eylemler söz konusu olmalıydı. KöZ’ün arkasında duran komünistler hiç değilse bir mahallede bunu gerçekleştirdi; buna benzer başka girişimlerin mevcudiyeti de böyle bir tutumun olabilirliğinin kanıtıdır.

2004 1 Mayısı’nda eyleme katılamayan emekçilere ulaşmak şöyle dursun, 1 Mayıs’a katılmak isteyen işçilerin birliği bile sağlanamamış, sendika bürokrasisi içindeki nüfuz mücadelesi nedeniyle işçi kitlesi ikiye bölünmüş, 1 Mayıs’ta iki cılız eylem düzenlenmiştir. Üstelik apolitik bir bölünme hakkında kopartılan tantana katılımı daha da azaltmıştır. Dahası bu ayrışmanın yarattığı belirsizlik ortamı zaten kitlesini her türlü eylemden ve siyasallaşma ihtimalinden uzak tutmaya çalışan DEHAP için bulunmaz bir fırsat yarattı ve yıllardır 1 Mayıs alanlarında en canlı ve kalabalık kitleyi taşıyan Kürter İstanbul’daki 1 Mayıs’ın büyük ölçüde dışında kaldı. Bu yıl Kürdistan’da ilk defa kendini gösteren olağandışı canlılığı ise, İstanbul’daki bölünmüş 1 Mayıs’la değil Güney’den esen rüzgarlarla açıklanması daha doğrudur. Kuzey Kürdistanlılar Güney­deki gelişmelerle çoktandır hareketlenme eğilimindeydi ve DEHAP şu ya da bu biçimde bu enerjiyi başka alanlara aktarmak için türlü manevralar yapmaktaydı. Bu 1 Mayıs bu enerjinin sosyal şovenlerin başını çektiği mitinglerde boşaltılmasına sahne oldu. İstanbul’da Kürt emekçilerin alanda yokluğunu önemsiz bir ayrıntı olarak görmek, 1 Mayıs’ın bu kitleyi dışında bırakan bir biçimde gerçekleşmesine de değinmemekse ciddi bir problemdir.

Bölünmenin tüm bunlardan daha önemli bir sonucuysa yaşanan apolitik ayrışmanın gürültüsünün 1 Mayıs’a damgasını vurması oldu. 1 Mayıs 2004’ten akılda kalan, alanlara damgasını vuran siyasi çizgi değil KESK’li bürokratlarla Türk-İş’in birbirinden nasıl ayrıldığı olacak.

1 Mayıs 2004, bir bakıma devrimcilerin yıllardır sürdürdükleri hatalı tutumun bir sonucu olmuştur. Yıllardır “Taksim Taksim” diye tutturan devrimci akımlar bir anda sendika bürokratlarının kendi iç çatışmalarında “Taksim silahını” kullanmalarıyla kendi silahlarıyla vurulmuş, istemeye istemeye Taksim kılıfı altındaki Saraçhane Mitingi tertipçilerinin peşinden sürüklen­mişlerdir.

Dahası gelecek yıl sendika bürokrasisinin kendi iç hesaplaşmalarının sonunda yine 1 Mayıs’ı Abide-i Hürriyet’te ya da Kazlıçeşme’de kutlama kararı çıkarsa bu sefer Saraçhane’ye çıkmayı bir kazanım olarak sunanların ne diyeceği meçhuldür. Zira Saraçhane bir kazanım olsaydı bir sonraki 1 Mayıs’ta da devrimcilerin Saraçhane’de miting düzenlemek için bastırmaları gerekecek. Ne var ki, devrimci hareket böyle bir iddiadan uzaktır. Görünen o ki devrimci hareket gelecek yıl yine benzer bir kayıkçı dövüşünün dümen suyunda sürüklenmeye adaydır. Böylelikle tuzaktan çıktığını sanan devrimci akımlar aslında daha büyük bir tuzağa gömülme tehlikesi ile yüzyüzedir.

Asıl Tuzak Neredeydi?

2004 1 Mayısı’nda devrimci hareket tümüyle kendi iradesi dışında gerçekleşen bir bölünmede taraf olmak, reformist akımlar arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı. 96-98 arasında reformistler devrimcilerin basıncını üzerlerinde hissederken 2004 1 Mayısı’nda devrimci akımlar farklı reformist girdapların arasında debelendiler. Ama öte yandan devrimci akımların çoğu bu konuda masum ve pasif bir durumda değillerdir. Tamamen kendi iradeleri dışında bir tercih yapmış değildirler. Sosyal şoven tutumlarıyla, antiamerikancılıklarıyla ve Kemalizme bulaşık geçmişleriyle net bir hesaplaşma yapmamış olmalarıyla daha öncesinden beri bu ayrışmaya zaten taraftılar. Bu açıdan 2004 1 Mayısı bu durumun açıktan tescillenmesidir demek daha doğrudur. Nitekim aynı devrimci akımlar, daha önce de savaş karşıtı hareketin kuyruğuna girmiştir; küreselleşme hareket­lerinin kuyruğuna girmiştir, şimdiki tutumlarını yeni değildir. Siyasal hatlarının doğal sonucudur. 1 Mayıs’ta da NATO karşıtı Kemalist kampanyaların idmanını almışlardır.

2004 1 Mayısı’nın en önemli tuzağı tam da bu oldu. Yıllar yılı “Abide-i Hürriyet bir kapandır. Biz bu kapana basmayacağız.” diyerek düzenin devrimcilere kurduğu tuzağı bir mekan sorununa indirgeyenler, daha büyük bir tuzağa 2004 1 Mayısı’nda basmış oldular. Taksim’e çıkmayı devrimcilikle eş tutanlar birbiriyle çatışan iki bürokratik sendika arasında tercih yapmak zorunda kaldılar. Abide-i Hürriyet’e gidenleri gerici, Taksim için bastırıp Saraçhane’yi koparanları ilerici ilan ettiler. Böylelikle Türk-İş gerici, DİSK ileri bir sendika gibi gösterildi. Devrimciler sözümona Türk-İş’i teşhir etmek adına DİSK’i emekçilerin gözünde meşrulaştırdılar. Ama daha önemlisi Saraçhane eylemine devrimci sıfatı yakıştırmakla TKP, DEHAP, ÖDP vs. ve bunların yanısıra CHP de devrimci tutum almış gibi gösterilmiş oldu. En azından alanda önemli bir kitleyi temsil eden bu güruh devrimcilik cakası ile dolaşma fırsatı elde etmiş oldu. Çünkü her ne kadar devrimcilerin çoğunluğu Saraçhane’­de buluştu ise ve oranın en dinamik kitlesini alana taşıdı ise de, bu alanda reformistlerle kendi ayrımlarını çizmek üzere değil, kendilerini Saraçhane’nin ev sahibi olan reformistlerle birlikte Şişlidekilerden ayırmak üzere gelmişlerdi.

Doğrusu KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak, biz baştan beri 1 Mayıs’ı kendi önemsediğimiz eksen üzerinden bölmek istiyorduk. Ne var ki biz de yer aldığımız Saraçhane zemininde böyle bir ayrımın çekilmesi yönünde bir varlık gösterme durumunda olmadık. Öteki alanda da yer almadığımız için orada da bu ayrım çizgisini çekme yönünde bir etkimiz olmadı. Keza İzmir’deki 1 Mayıs mitinginde de bu yönde bir ayrıştırıcı varlık gösteremedik. Öte yandan, özgür bir eylem gerçekleştirdiğimiz mahalledeki tutumumuz ise, ne bir ayrım çizgisi çekmeye, ne de bir alternatif 1 Mayıs yaratmaya dönük bir tutumdu. Aksine bu, yıl boyu süren ve 2 Mayıs’tan sonra da devam edecek olan bir çalışmanın parçasıydı. Sonuç olarak, KöZ’ün 2004 1 Mayısı’nda ayrım çizgisinin çekilmesi gerektiği eksen konusundaki saptamaları doğru olsa da KöZ bu ayrımları esas olarak yayınlar üzerinden ve platform tartışmalarında çekmekle kaldı.

Kuşkusuz herkesin kendi yarattığı efsanelere sevdalı olduğu koşullarda ne yaptığını neyi yapamadığını bilen bir konumda olmak bile azımsanmayacak bir kazanımdır. Kazanımdır çünkü sosyal şovenizme karşı mücadele 1 Mayıs’ta başlamadığı gibi orada bitmiş de değildir. Bilakis önümüzdeki süreç bu mücadelenin daha da önem kazanacağı ve gerekli müdahale için nice fırsatın doğacağı bir süreçtir. Komünistler bir dahaki 1 Mayıs’ı beklemek üzere kenara çekilmeyecek. Sağa sola bakmadan işimize devam edeceğiz.

Paylaş