Ölülerin Arkasından Konuşulur ama Bireylerle Polemiğe Girilmez: Devrimcilik Bir Unvan Değil Ancak Örgütlü Sürdürülebilecek Siyasi Bir Pratiktir

0

12 Eylül’ün Türkiye Devrimci Hareketine verdiği en önemli zararlardan biri de örgütsüz devrimcilik yapılabileceği düşüncesi oldu. Bu illetin devrimci harekette yaygınlık kazanmasına yol açanların başında da liberalizme karşı mücadele ediyormuş gibi yaparak, aslında en pespaye liberalizmi sola musallat eden, Toplumsal Kurtuluş’u çıkardığından beri kendisini “tek kişilik parti” ilan etmiş Yalçın Küçük oldu. Devrimci akımlar kerameti kendinden menkul “devrimci aydınların” peşinden koştukça tasfiyecilik derinleşti, örgütlerinden ayrılıp kendini “ideolojik zeminde sınıf mücadelesine,” “devrimci program sorununa yoğunlaşmaya” veya “marksizmin yeniden üretimine” vakfedenler arttı. Elbette romancıların ve “devrimci mücadelenin birikimini yeni kuşaklara ulaştırmak” bahanesiyle kişisel husumetlerini ve örgüt dedikodularını anı adı altında piyasaya sürenlerin sayısı da arttı. İlkesiz liberalizm elbette apolitik dalkavukluklarla el ele ilerledi, solda muhtelif isimler ve odaklar birbirilerini “devrimci hareketin önemli/önde gelen isimi,” “devrimci mücadelenin çınarı” vb tanımlarla taltif etmeye başladılar.

Geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılan Garbis Altınoğlu’nun ardından yazılanlarla bu omurgasız liberal tutuma bir kez daha şahit olduk. Hayatının bir bölümünü örgütlü devrimci mücadele içinde geçirmiş, son yirmi yıldır da asli faaliyeti yazdığı İngilizce ve Türkçe yazıları internet ortamında paylaşmak olan Altınoğlu’nun ardından her boydan akım “Devrimci Hareketin Önemli İsmi Garbis Altınoğlu” başlıklı yazılar kaleme aldılar. Doğrusu Altınoğlu’nun ardından başlayan övgü korosunun önemli ve önemsiz ayrımını neye göre yaptığını anlayamıyoruz. Örneğin son nefeslerine kadar örgütlü mücadele içinde yer alan, hatta yaşamlarını da yürüttükleri örgütlü mücadele nedeniyle yitiren Mustafa Hayrullahoğlu’nun, Ataman İnce’nin, Engin Egeli’nin, Nevzat Çiftçi’nin, Canan Kulaksız’ın yahut Kürdistan’da düşen adını dahi bilmediğimiz binlerce devrimcinin neden aynı çevrelerin övgülerine mazhar olmadığını anlamayı reddediyoruz.

Her şey bir yana, milli mücadele sırasında kemalistlere destek veren Şefik Hüsnü niye lanetli bir oportünisttir de, “Topal Osman’a bağlıyım” diyen İmamoğlu’nu aday gösteren Millet İttifakı’na destek veren, “kapitalizm vardır kapitalizm vardır” diyerek “liberal demokrat” payesi verdiği İmamoğlu’nun seçimleri kazanmasının Türkiye’deki karamsarlık bulutlarını dağıttığını söyleyen Garbis Altınoğlu devrimci mirasımızın önemli bir parçasıdır? Bu sorunun elbette bir yanıtı yoktur. Zira önce 31 Mart’ta sonra da 23 Haziran’da solun neredeyse tamamı ya açıktan ya da mahcupça Altınoğlu ile aynı şekilde hareket etmiştir. Garbis Altınoğlu’nun örgütlü mücadele yürüttüğü zamanki dirençli tutumu nedeniyle bugünkü övgülere hak kazandığı söylenebilir. İyi ama Şefik Hüsnü TKP’nin kurucu üyesi değil miydi, Komintern delegesi olmanın onurunu paylaşmıyor muydu? Peki ya Kızılordu’yu komuta etmiş Troçki’nin kahramanlıkları, Troçki’nin nasıl bir oportünist olduğunu göstermeye her fırsatta gayret eden Altınoğlu’ndan az mıydı?

Ölülerin arkasından konuşulur, hele Ekim Devrimi’nin ve Komünist Enternasyonal’in yıkıntılarının arasından yeni Ekimler yaratmak, Komünist Enternasyonal’in bayrağını yeniden yükseltmek istiyorsak daha çok konuşulur. Tarihimizdeki tasfiyecilikle hesaplaşmak için ölülerin arkasından konuşmak zorundayız. Onları övmek ya da yermek için değil, devrimci mücadelenin yanlışlarını görmek ve göstermek için. Evet ölülerin arkasından konuşulur ama bireylerin arkasından konuşulmaz. Çünkü sadece devrimci siyaset değil oportünist siyaset de örgütlü yapılır. Bireyler devrimci olamadıkları gibi oportünist ya da tasfiyeci de olmazlar. Onlar siyaset sahnesinin dışına düşmüşlerdir. Garbis Altınoğlu’nun son yirmi yıldır örgütsüz bir birey olarak yaşadığını kendi beyanlarından biliyoruz. Dolayısıyla bu süre boyunca Altınoğlu hiçbir şekilde KöZ’ün gündemine girmedi.

Doğrusu Garbis Altınoğlu KöZ’ün gündemine sadece bir kez, o da yirmi yıl önce, MLKP’nin örgütsel yazışmalarını kişisel mülkü gibi kitap yazıp yayınladığı zaman, bir devrimci örgüt olan MLKP hakkında deşifrasyon yaptığı zaman, sonrasında Kızıl Bayrak dergisi Altınoğlu’nun bu yazılarını büyük bir marifetmiş gibi kendi sayfalarından yayınladığı zaman sessiz kaldığında girdi. KöZ’ün arkasında duranların temsil ettiği çizgiyle MLKP’nin çizgisi arasındaki esaslı farklılıklar siyasetle hobi olarak ilgilenmeyen herkesin malumu. Gelgelelim, KöZ MLKP’yi savunmak yerine solda örgüt fikrini pörsüten tutumlara karşı mücadele etmeyi amaçlıyordu. Zira Altınoğlu’nun tutumunun, bulunduğu yapılardan sorumsuz bir aydın olarak değil örgütlü devrimciler olarak kopmak isteyenlerin önünü keseceğini, maneviyatlarını bozacağını biliyorduk. Geride kalan yirmi yıl bunun kanıtı oldu.

Yirmi yıl önce hayatının kalan kısmında bir birey, bir aydın olmayı seçmiş Altınoğlu’nun karşısında değildik. Bugün de onun anısıyla mücadele niyetinde değiliz. O zaman Altınoğlu’nun arkasından methiyeler düzenlerin, ona iltifatlar yağdırıp onun arkasına saklananların aslında kendi tasfiyeci pratiklerini aklamak istediklerini söylüyorduk. Bugün de durum değişmiş değildir. Tam da bu nedenle yirmi yıl önce yazdıklarımızı bugün tekrar yayınlıyoruz.

Yazıların linklerine aşağıdan ulaşabilirsiniz

KöZ Tasfiyeciliğe Karşı Pratik, Politik Ayrışmanın Aracı Olacaktır

Harp Malülü Eski Bir Devrimci

Bir Sunuş Yazısı Üzerine

MLKP ve Örgüt Bilinci

Paylaş