Ekim Devrimi Tartışmaları 2015: Ekim Devrimi’nin Savaş ve Barış Hakkında Öğrettikleri

0

Bu yazı Ocak 2016 tarihli KöZ Gazetesinin 7. sayısında yayımlanmıştır.

7 Kasım Cumartesi günü 1 Mayıs Mahal lesi Pir Sultan Abdal Derneği Kadın Dayanışma Evi’nde gerçekleşen; Halkevleri’nden Ali Ergin Demirhan’ın, HDP’den Alp Altınörs’ün, Partizan’dan Bekir Zengin’in ve KöZ’den Orhan Dilber’in konuşmacı olacağı panele, Alp Altınörs gelemeyeceğini panelden daha önce belirtirken yerine Musa Piroğlu’nun konuşmacı olduğunu ifade etti. Panel günü Musa Piroğlu’nun hastalandığı için gelemeyeceğini öğrendik. Bekir Zengin’den ise bir dönüş alamadık. Bundan dolayı panele konuşmacı olarak Ali Ergin Demirhan ve Orhan Dilber katıldı.

Panelin konusu “Ekim Devrimi’nin Savaş ve Barış Hakkında Öğrettikleri” idi. Devrim yolunda düşenler için saygı duruşu ve Enternasyonal marşının okunmasının ardından yapılan açılış konuşmasında şunlar söylendi: Bugünkü panelde Ekim Devrimi’nin savaş ve barış hakkında öğrettiklerini tartışacağız. Bolşevikler kitlelerin barış taleplerine devrimci bir yanıt üretirken aynı zamanda proleter devrimi de gerçekleştirdi. Yarınki panelde de rejim krizini inceleyeceğiz. Emekçilerin bugünkü krize nasıl müdahale edebileceğini tartışacağız.

Sözü ilk olarak KöZ’den Orhan Dilber aldı ve şunları söyledi:

EKİM DEVRİMİ’NİN BAŞARISINDA BELİRLEYİCİ ROL OYNAYAN BOLŞEVİKLERİN KENDİLERİNİ İKİNCİ ENTERNASYONAL’DEKİ SOSYAL ŞOVENLERDEN AYIRDIKLARI GİBİ, ORTA YOLCU KAUTSKY VE TROÇKİ GİBİLERİNDEN DE KENDİNİ AYIRMIŞ OLMASI TAYİN EDİCİ ÖNEMDEDİR

Ekim Devrimi’nin en önemli dersleri bu konudadır. 2. Enternasyonal içinde yürütülen tartışma ile komünistlerin savaş hakkında görüşlerinin netleştirilmesi sayesinde Ekim Devrimi başarılı bir devrim olmuştur. Dolayısıyla Ekim Devrimi’nin başarısında belirleyici rol oynayan Bolşeviklerin kendilerini İkinci Enternasyonal’deki sosyal şovenlerden ayırdıkları gibi,orta yolcu Kautsky ve Troçki gibilerinden de kendini ayırmış olması tayin edici önemdedir. Bolşeviklerin savaş ve barış hakkındaki çizgisini anlayabilmek için bu noktaların altını çizmekte yarar var.

Birinci emperyalist paylaşım savaşı boyunca Bolşeviklerin yaptıkları çalışmaları komünist ve devrimci bir muhteva ile doldurmaları önemlidir. Esasında Alman sosyal demokratları da
açıkça ‘’Savaşta hükümetimizin yanında yer alalım.’’ demediler. Bugün kendisini savaş karşıtı, barıştan yana ilan eden pek çokları gibi Alman sosyal demokratları savaş kredisine oy verirken ‘’Cepheye gönderilenler bizim evlatlarımızdır, orada korunaksız kalmalarına göz yumamayız.’’ bahanesiyle oy vermişlerdir.

Kautsky ve taraftarları ise tereddüt etmeden kendi partilerini terk emiş ve yenisini kurmuştur. Rosa Luxemburg ve arkadaşları da sonradan onun partisine katılmak üzere SPD’yi terk etmiştir. Kautsky ve takipçileri ‘’Savaş zamanı tabii ki emperyalizmin savaşına ortak olmamak ve burjuvazinin yanında yer almamak gerekir; ama sınıf mücadelesi savaş zamanında olmaz; sınıf mücadelesini başlatmak için savaşın sona ermesi gerekir.’’ diyordu. İkinci enternasyonal ve sosyalist partiler barış zamanında anlamlıdır demiştir. Kautsky, o nedenle bir an evvel savaş sona ermeli ve barış tesis edilmelidir ki sınıf mücadelesini başlatalım fikrindedir. Ayrıca Troçki de bu görüşü savunuyordu. Barış taraftarı ve savaş karşıtı olanlar birinci paylaşım savaşı esnasında savaşı önlemek için gayretler gösterdiler ve savaş başlayınca da bu şartlarda sınıf mücadelesi yürütülemez, dediler. Bolşevikler de bunlardan kendilerini ayırıp şunları söylüyordu: Ya devrim savaşı önler ya da devrim savaşa yol açar. Bu savaş Çarlığın devrilmesine yol açtı. Sovyet iktidarı savaşın emperyalistlerin istediğinden erken sonlanmasını sağladı. Bu da Zimmerwald konferansından başlayan süreç içinde Bolşeviklerin söylediklerini doğrulayan bir durumdu. Böyle bakıldığında “Bir tek Ekim Devrimi örneğinde böyle olmuştur bu durum Rusya’ya özgüdür ve evrensel bir gerçek değildir.” demek doğru değildir.

Doğrusu birinci paylaşım savaşının yol açtığı ilk devrimci ayaklanma, İrlanda’da 1916’da patlak veren Paskalya ayaklanması diye bilinendir. Daha geri gidersek emperyalist paylaşım savaşının ilk provalarının yapıldığı kabul edilen 1905 Rus-Japon savaşı önemlidir. Bu savaş provadır çünkü ilk defa modern silahlar bu deneyimde sınanmıştır. Ardından Balkan savaşları ve Trablusgarp savaşında prova yapılmıştır. Japonların karşısında hezimete uğrayan Çarlık rejiminin tökezlemesi ile beraber işçi sınıfı Rusya’da ilk ayaklanmasını gerçekleştirmiştir ve tarihe 1905 devrimi olarak geçmiştir.1905 de Ekim devriminin genel provası olarak anılır.

ÇOĞUNLUK ‘’VATAN TEHLİKEDEYKEN BİRBİRİMİZE GİRMEYELİM.’’ DERKEN, BOLŞEVİKLER TERSİ BİR POZİSYON SAVUNUYORLARDI

Savaş ve devrim arasında ilişki çok bilinir, Paris Komünü de esasen Fransa ve Prusya arasındaki paylaşım kavgası içinde Fransa’nın hezimete uğraması ile ortaya çıkmıştır. Görünüşte Parislilerin Prusya ordusuna karşı bir ulusal savunma hareketi olarak ortaya çıkmış olsa da tarihe ilk proletarya diktatörlüğü olarak geçmiştir. Bolşeviklerin devrimden kastı «emperyalist savaşı iç savaşa çevirme» kavramıyla yakından ilişkilidir. Zaten Paris Komünü’ne hayat veren deneyim de Fransa’da İç Savaş olarak tarihe geçmiştir.

Birinci emperyalist savaş öncesi Bolşeviklerin savaş ve barış hakkında tezlerini ortaya koyarken öne çıkardıkları başlıca kavram budur. Tüm tezlerde vurgulanan şey; savaşı iç savaşa çevirmektir.’’Savaş koşullarından devrim için yararlanmak gerekir ve savaşı iç savaşa çevirmek icap eder.’’ fikrini ’’hayalperest’’ diye anılmalarına inat döne döne savunmuşlardır. O zamanlarda da provokasyona gelmeyelim çığlıkları da bugünkü gibi yaygındı. Çoğunluk ‘’Vatan tehlikedeyken birbirimize girmeyelim.’’ derken, Bolşevikler tersi bir pozisyon savunuyorlardı.

HATIRLANMASI GEREKEN EKİM DEVRİMİNE ÖNDERLİK EDEN PARTİNİN SAVAŞ VE BARIŞ KONUSUNDA KENDİ DIŞINDAKİ DİĞER AKIMLARDAN HANGİ ESASLARDA AYRILDIKLARIDIR

Oysa bu tutum ilk defa o zaman dile gelmiş değildi. İkinci Enternasyonal’in 1907’deki Stuttgart kongresinde savaş ve barış konuları gündeme gelmişti. Rosa Luxemburg’un Lenin’in desteklediği tezlerle savaşı iç savaşa çevirmek ve savaşta kendi hükümetinden yana olmama fikri ilk defa o zaman benimsenmiş bir pozisyondu. Balkan savaşlarının başladığı dönemde Basel kongresinde bu görüşler bir daha öne çıktı. Ama savaş bilfiil patlak verince bu görüşler unutuldu ve savaş koşullarında kimse iç savaştan bahsetmedi. Hatırlanması gereken Ekim devrimine önderlik eden partinin savaş ve barış konusunda kendi dışındaki diğer akımlardan hangi esaslarda ayrıldıklarıdır. Bolşevikler aynı zamanda ‘’Eğer devrimci proletarya, burjuva hükümetlerini indirmezse demokratik barış mümkün olamaz” diyorlardı. Ve tüm savaş boyunca peş peşe devrimci kalkışmalar olduğu halde Rusya dışında devrim gerçekleşemedi. Demek ki Rusya’nın ayırt edici tarafı şu ya da bu nesnel özelliği değil savaş ve barış konusunda ikinci Enternasyonal’in oportünist ve sosyal şoven çizgisi ile arasındaki ayrımı kalın bir şekilde koyan bir devrimci partinin orada var olmasıdır. Bolşeviklerin bu ısrarlı tutumu savaşın yol açtığı devrimci kalkışmaların başarılı bir proleter devrime varmasını sağladı.

BARIŞ KAVRAMI ESASEN KOMÜNİSTLERİN, BOLŞEVİKLERİN VE ONLARIN MİRASINA SAHİP ÇIKMAK İSTEYENLERİN LÜGATİNDE YER ALMAZ

Ekim devriminden sonra Bolşevizm’in temel kazanımlarının üstü örtülmüştür. İkinci paylaşım savaşı sırasında özellikle örtülmüştür ve bu savaş sonrasında komünistlik barışseverlik ile özdeşleştirilmiştir.

Daha önce özellikle birinci paylaşım savaşına kadar savaş ve barış konuları, burjuvazi ve
proletarya arasında cereyan eden ilişki olarak algılanırdı. Emperyalizm çağı ile birlikte Komüntern’in tabelasına “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin!” yazılmasına yol açan yeni bir olgu girdi ve ezilen ulusların kendi kaderini tayin etmek üzere başkaldırıları da sosyalistlerin bir kez daha bölünmesine yol açan bir tespit oldu. Emperyalizmin boyunduruğunda ezilen ulusların kendi kaderini tayin etmek için başlattıkları savaşlar da haklı savaşlardır. Barış kavramı esasen komünistlerin, Bolşeviklerin veonların mirasına sahip çıkmak isteyenlerin lügatinde yer almaz.

Orhan Dilber’den sonra sözü Halkevleri adına Ali Ergin Demirhan aldı:

BOLŞEVİKLERİN BARIŞ ÇAĞRISI KENDİ EGEMENLERİNE KARŞI SAVAŞ ÇAĞRISIDIR

Ekim Devrimi’nden bize kalan birkaç dersin altını çizip sonra da bu dersler bugünkü meselelere nasıl ışık tutuyor, buna dair birkaç çıkarım yapmaya çalışacağım. Ekim Devrimi gerçekleşmiştir, sadece burjuvazinin değil yer yer solcuların da güvenmediği halkın öz gücü savaş zamanında iktidarını kurmuştur. Buradan bize yüzyıl sonrasına değerlendireceğimiz dersler bırakmıştır. Lenin’in birkaç sözünü hatırlatmak gerekirse şöyle ifade edebiliriz. Savaş zamanında askerlerin işçilerin yanında savaşması için çalışması için uğraşılmalıdır. Anavatanın savunulması görüşü reddedilmelidir. Bolşeviklerin barış çağrısı kendi egemenlerine karşı savaş çağrısıdır.

ASLINDA DEVRİM YA DA KARŞI DEVRİMİN ŞARTLARI VARDI VE DEVRİM YAPAMADIĞIMIZ YERDE AKP KARŞI DEVRİM YAPTI

Geçen hafta seçimleri yaşadık ve birçoğumuzun moralini bozan bir sonuç çıktı. AKP
tekrar sandık sonuçlarına göre güç kazanmış oldu. Bu nasıl oldu? 7 Haziranın ardından “Sarayın savaşı” adı verilen bir savaş başlatıldı ve bu savaş sonu Erdoğan egemenleri kendine razı etti ve emekçiler üzerinde de baskı kurarak bir pasifizasyon yarattı. Erdoğan aslında halkın hoşnutsuzluklarını giderecek hareketler yapmadı, ancak IŞİD’e karşı mücadele kapsamında 22 Temmuz’da ABD ile anlaşma yapıldı ve IŞİD adı altında Kürtlere ve solculara karşı operasyonlar başladı. Bu operasyon dalgasını ağır bir sansür dalgası izledi, yürütülen bu siyaset sonucu iki seçim arası Türkiye’de 700 küsur insan öldü. 7 Haziran ve 1 Kasım arası yürütülen bu savaşın birkaç aşaması var: Erdoğan sağ kitlelere 400 vermemenin sonucunu gösterdi. Bir yandan da AKP’nin paramiliter örgütü Osmanlı Ocakları ile Hürriyeti ve HDP örgütlerini bastılar, gövde gösterileri yaptılar. Bu saldırılar da aslında sarayın savaşının bir parçasıydı. Bir taraftan sivil faşizm, şovenizmin kışkırtıldığı bir yandan Kürtlere karşı militer bir savaş yürütüldü. Aslında devrim ya da karşı devrimin şartları vardı ve devrim yapamadığımız yerde AKP karşı devrim yaptı. Sonuçlara bakalım: Eğer bize savaşı dayatıyorlarsa bizim de buna karşı savaş politikasını takınmamız gerekiyordu. Biz Suruç’ta da bunu yapamadık 10 Ekim’de Ankara’da da. Bir kısım insanda savaştığımız yerde kaybettik diye bir görüş var, halbuki savaşılan yerlerde değil, savaşılmayan  yerlerde HDP oy kaybetti. Artık herkes farkında ki ortada bir kriz var. Dünya artık eskisi gibi gidemeyeceğini gördüğümüz bir rotaya girdi 2008’den itibaren. Dünya 20-30 yıllık bir savaş ve ayaklanmalar çağına girdi, bizim bu süreçte mücadele ederek sonucu kendi lehimize çevirme sorumluluğumuz var. Çünkü bu kriz ortamı hem devrim hem de karşı devrimci sonuçlara gebe. Bu zamanda bir irade eksikliği çekiyoruz biz. İki seçim arasında iradesini koyan AKP kendi lehine bir sonuç aldı. Ancak bizim de mücadele etmemiz ve ortaya irade koymamız lazım.

EKİM DEVRİMİ’NİN BİZE VERDİĞİ DERS ŞUDUR: SAVAŞ KOŞULLARININ OLDUĞU YERDE BİZİM DE SAVAŞ SİYASETİNİ YÜRÜTMEMİZ GEREKİR

Burjuvazinin krizi bitmedi çünkü yapısal sorunlarını çözemediler. Burjuvazi yakın bir ekonomik krizin geldiğinin farkında ve politikacılar da emekçilerin taleplerine kendi seçim propagandalarında yer verdiler. Artık bundan sonra güvenmemiz gereken şey sosyalistler olarak halkın öz gücüdür. İşçi sınıfının, halkların bağımsız taleplerini dillendirmemiz gerekir, aksi halde sokakta, sandıkta ve silahla yürütülen siyasette de yeniliriz. Ekim Devrimi’nin bize verdiği ders şudur:
Savaş koşullarının olduğu yerde bizim de savaş siyasetini yürütmemiz gerekir. Bundan sonra yapmamız gereken madem savaş var, biz de savaşırız o zaman demek. Aksi halde şu koşullarda devrim ve sosyalizm iddiasını başka şekilde dillendirmenin imkanı yoktur.

10 dakikalık aradan sonra sorulan sorular şunlardı:
• Krizlerden bahsederken arkadaş sosyalistlerin krizinden bahsetti, bu ne anlama geliyor?
• Ekim Devrimi’ndeki savaş talebi ile bugünkü savaş talebi aynı şeyler midir, farkları nelerdir?
• AKP çözüm sürecini tekrar başlatmak isterse bizim ne yapmamız gerekir?
• KöZ’e: Yürüyen savaş, barış talebi ile durdurulabilir mi? İktidar da zaten muhalefeti ezmek istiyor.
• Halkevleri’nin konuşmacısı savaşmamız gerektiğini söyledi, nasıl savaşacağız, bunun aracı nedir?
• Her iki konuşmacıya: Bolşeviklerin apaçık sosyal şovenlerle savaşmadığını, kendilerine yakın ve benzeyen kesimlerle savaştığını söylediniz. İçinden geçtiğimiz dönemde en çok uğraşmamız, karşımıza almamız gereken söylem nedir?
• Ezilen sınıfların hangi kesiminden barış çıkar?
• KöZ’e: Barış koşulları kötü koşullar mı ki komünistler savaşta diretiyor, Kautsky ile Troçki’nin barış koşullarında kalma düşüncesini neden eleştiriyoruz?
• 1 Kasım sonrası süreçte somut olarak nasıl bir çizgi izlemeli?

Soruların ardından söz konuşmacılara verildi.

İkinci turda ilk sözü Ali Ergin Demirhan aldı ve şunları söyledi:

BİR DEVRİME ÖNCÜLÜK EDEBİLECEK BİR ÖRGÜTÜN OLMADIĞININ FARKINDAYIZ
Bir devrime öncülük edebilecek bir örgütün olmadığının farkındayız. Temel eksik nedir?
Devrim yapma iddiasında olan tüm toplulukları dahil ederek Türkiye’deki sosyalist hareketin hacminin küçüklüğünün sorun olduğuna inanmıyorum. Türkiye bu açıdan verimlidir ve ciddi birikimlere sahiptir. Peki eksik ne? Haziran 2013’te kitleler ayağa kalktığında, devrimciler şunu fark etti: Türkiye’deki devrimciler bile devrime inanmıyorlardı. Gezi sırasında sosyalistler hükümet istifa sözcüğüne bile itiraz ediyorlardı. Krizi burada görmeliyiz. Devrim göz kırpmış, ama sen yapman gerekenden o kadar geri bir noktadasın ki. Tüm sosyalist örgütler devrim ihtimali belirdiğinde nasıl refleks veriyor? Verdiğimiz refleks eksiktir, mesela Gezi’ye baktığımızda. Devrim stratejisinden yoksun olmak ve devrime inanmamak. En tehlikeli şey  nedir? Şimdi değil sözüdür en tehlikeli olan ve sosyalistleri kuşatan eksiklik. Ekim devrimi dönemi ile şu anda değişmeyen şeyler var. Emperyalistlerin kendi arasındaki savaş, ezilenlerle egemenler arasındaki savaş ve ulusların savaşı. Biz bu özneler arasındaki devrimci özneyi görmeli ve onun yanında taraf olmalıyız. Suriye’de Kürtlerin siyasetini savunmak gerekir. Biz hala emperyalist karakterli çatışmaların içindeyiz.

PKK ÇATIŞMASIZLIĞI SONLANDIRDIĞI  İÇİN OYLAR % 2,5 GERİYE DÜŞTÜ DERSEK YANILGIYA DÜŞERİZ
Haziran isyanı çatışmasızlık ortamında gerçekleşti. 7 Haziran başarısı çatışmasızlık koşullarında gerçekleşti. 1 Kasım da çatışma koşullarında gerçekleşti. Kürtler savaşmasa daha mı iyi olurdu? Olmazdı. PKK çatışmasızlığı sonlandırdığı için oylar % 2,5 geriye düştü dersek yanılgıya düşeriz. Çünkü müzakere süreci, barış süreci değildi. Kürt hareketi içerisinde liberal bir kanat vardır ve bununla çok uğraşmamız gerekecek. Türk devleti ve AKP ile Kürtler arasındaki savaş sürüyordu. Biz müzakere sürecinin, mücadele süreci olduğunu, amacın PKK’yi tasfiye etmek olduğunu, buradan barış çıkmayacağını söylemiştik. Türkiye içindeki çatışma ne olur bilemeyiz ama onlar da biliyorlar ki AKP ile bir barış mümkün değil. Bu savaş sürecek, savaşın ölçeği kayabilir ama sürer. Türkiye sınırları içinde siyaset yapan sosyalistleri de ilgilendirecek şekilde sürer. AKP’nin karşısında ezilenlerin cephesinde olmamız gerekir bu süreçte.

Nasıl bir savaş? Gerilla savaşı değil tek kast ettiğim. Savaş zaten bizim uzağımızda değil, her yerde. Türkiye’nin batısında da savaş var. Bu öz savunmayı da gerektirir. İç savaş da gerekebilir. Faşist saldırıların püskürtülebildiği bir kaç mahalle gördük. Bunun kıymeti faşist saldırılar karşısında yanıt verirsek sağın geniş kitleleri tarafsız kalmaktadır. Aktif yanıt vermediğimiz yerde 100 kişi patlatılmamız, geleneksel sağ kitleler açısından sorun yaratmıyor.

TÜRKİYE’DE SENDİKAL HAREKETİ AŞACAK ŞEKİLDE BİR İŞÇİ HAREKETİ VAR. ANCAK BU TALEPLERİN POLİTİKLEŞMEMESİ, SOSYALİSTLERİN SORUNU VE EKSİKLİĞİDİR

Savaşın bir diğer boyutu ise işin sınıfsal yönü. Sınıf savaşını erteleyemeyiz. Türkiye’de
sendikaların vaziyeti pek parlak değil. Ancak sınıf hareketi azımsanmayacak derecede ve asgari ücret, taşeron gibi konular bu sayede parti programlarının üst sıralarına yazıldı seçim süreçlerinde. Politik bir mücadele olarak taşerona karşı güvence vs gibi talepleri savunabilmeliyiz. Yani politikleşmiş sınıf mücadeleleri. Türkiye’de sendikal hareketi aşacak şekilde bir işçi hareketi var. Ancak bu taleplerin politikleşmemesi, sosyalistlerin sorunu ve eksikliğidir. 100 yıl önce okuma yazma bilmeyen bir işçi sınıfı vardı, dışarıdan bilinç konusunda çok daha fazla çaba sarf edilmesi gereken bir işçi sınıfı vardı. Ancak şu anda kendiliğinden belli bir bilinç seviyesi ve iletişim olanaklarına sahip bir işçi sınıfı var. Ancak belli pratikleri yürütürken bu sınıf hareketi ve mücadelesini, faşizmle mücadeleye karşı taşınamaması açısından problemli bir hareket.

SİSTEM SORUNLARINI ÇÖZEMEMİŞTİR, İSYAN DA BİTMEMİŞTİR, ÇATIŞMA SÜRECEKTİR

Egemenler arasında çatlağı açığa çıkartan şey, hiçbir zaman kendi sorunları olmamıştı.
Bunu açığa çıkaran Haziran isyanı olmuştu. Buradan çıkarttıkları ders: Türkiye’de devrim tehlikesi vardır ve TÜSİAD AKP’yi tercih eder. ABD bir sol iktidarı asla tercih etmez, AKP’yi tercih eder. Bu devrimci süreç açısından ilerlemedir, devrim ve karşı devrimin saflarının netleşmesi açısından da olumludur. Sosyalistlerin kendi öz gücüne yaslanarak krize yaptığı müdahalelerle kurtuluş mümkün olabilir. Haziran isyanı bitti ama parlamenter biçimde değil HDP’nin oy artışı biçiminde, Kobane biçiminde yansıdı bu sürece. Sistem sorunlarını çözememiştir, isyan da bitmemiştir, çatışma sürecektir. Çatışma tamamen bizi ezen bir karşı devrimle mi tamamlanır yoksa biz mi müdahale ederiz, bunu göreceğiz.

İkinci turun son konuşmacısı olarak Orhan Dilber şunları ifade etti:

SERMAYE HÜKÜM SÜRDÜĞÜ MÜDDETÇE BARIŞ DİYE BİR SEÇENEK DE YOKTUR

Rahat yolu seçmek diye bir seçenek yoktur. Aslında sermaye hüküm sürdüğü müddetçe barış diye bir seçenek de yoktur. Sorunlarla yüz yüze gelmeyenler için rahattan bahsedilir. Gezideki gibi kimseden emir almadan insanlar ayaklanıyorsa, bu kitlelere önderlik etme iddiasında olup da bunu beceremeyenler için rahatlık kendiliğinden hareketlerin peşinde sürüklenmektir. Sokağa çıkan insanlar keskin nişancılarca vuruluyorsa beraber yol yürüyeceğimiz insanların rahatlık derken dillerinin sürçtüğünü düşünmeliyiz. Rahat mıyız, rahat olsak böyle buradan mı konuşurdum? Provokasyona gelmeyelim vs. bu konularda katılıyorum Ali Ergin arkadaşa. Ama barış istemek kötü bir şey değil diye bir laf nasıl çıkıyor ağzından? Barış olmaz rahat durmazsanız; emperyalizm hüküm sürdükçe rahat olamayız. Sermayenin baş savunucuları dururken Lenin’in Kautsky vb.lerle kavga etmesinin nedeni barış fikrinin kendi saflarında bu gibiler tarafından yayılmasından ötürüdür.

DİYARBAKIR, SURUÇ, ANKARA İLE DEVAM EDEN SALDIRILARDA ÜZERLERİNE ARKADAŞLARININ PARÇALARI YAĞARKEN SAKİNCE DAĞILAN BİR TOPLULUK NASIL OLABİLİR?

AKP’nin saldırgan politikasını destekleyenlerle zaten bir olamayız. Ama Soma’da iş cinayetine kurban giden insanla, yaklaşan saldırıya karşı hendek kazan insanla, “Derdimizi seçimde çözeriz sabredin.”diyenler de bir olamaz. Taraf tutarak bakınca bizimkilerin çoğunluğu rahat değil. Diyarbakır, Suruç, Ankara ile devam eden saldırılarda üzerlerine arkadaşlarının parçaları yağarken sakince dağılan bir topluluk nasıl olabilir? Nasıl bu tablo karşısında rahat olunabilir bunu anlamıyorum. Sorun bir amansız saldırının olmasında değil. Bu şartlarda “Biz iç savaşa yönelmek istemiyoruz, barış istiyoruz.”demektir en tehlikeli olan. Asıl rahatsızlık buradan ileri gelir. Ali Ergin arkadaşla bu konularda tartışmayacağız. Ama beni rahatsız eden Ekim Devrimi’ne referansla bir kelime bir şey demedi. Bu çok rahatsız edicidir. O zamanla bu zaman arasında fark yoktur. Bir de bir ara askeri savaş stratejisi dedi. Nedir askeri savaş stratejisi? Çarlığa karşı da askeri savaş stratejisiyle savaşalım diyenler vardı, onlar kaybetti. Rusya dünyayı paylaşmak için öteki emperyalistlerle savaşan bir devletti. Çarın kazakları Şubat ayaklanması sırasında silahlarını indirmek zorunda kaldı. Öte yandan Gezi’ye güzelleme yapmak iyi de “Niye şimdi olmuyor?” demek önemli. 1917’de Bolşeviklerin ordusu gelip çarın ordusuna karşı savaşmadı. 8 Mart’ta (Şubat Devrimi) en başta kadınlar iş bırakıp sokağa çıktı.
Çarın kazakları saldırınca da direndiler. Kitlelerin saldırılara karşı kendiliğinden karşı koymasından daha doğal bir şey yoktur. Ama önemli olan bu kendiliğinden ayaklanmanın Çarın tahtını terk etmesine varması üzerine iktidarı almak üzere burjuva devlet aygıtını yıkma iradesini herkesin alay etmesine rağmen ortaya koyan Bolşevik partinin öne çıkıp devrimin önderliğini üstlenmesidir.

KİMSE SOKAKTAKİ İSYANIN SORUMLULUĞUNU ALMAK İSTEMİYOR, ASIL TEHLİKELİ OLAN BUDUR

Arkadaş fikir eksiktir dedi. Niye fikir eksik olsun? Ayaklanmayı bir adım öteye götürecek
parti yok, eksik olan budur. Sınıf savaşını ağzına almayıp iç savaşa sürüklenmekten şikayet eden, barıştan bahseden onca insan var. Görülmemiş katliamların ardından “Kendi güvenliğinizi alıp, sakince evlerinize gidin.” diyorlar. Saldırılara karşı insanların isyan etmesi için türlü sebep varken HDP isyan etmiyor; “Bu işin hesabını sandıkta soracağız.” diyor. 80 yerine 60 milletvekili çıkarmayı bir başarısızlık olarak görenler çok. Oysa 30 milletvekili de yeterdi, o 30 vekil sokaktaki isyanla buluşsaydı. Kimse bu sokaktaki isyanın sorumluluğunu almak istemiyor, asıl tehlikeli olan budur. Tam da siyasi gücü olanların ayaklanmak isteyen kitlelerin elini kolunu bağlamasıdır tehlikeli olan. Kendini solda ezilenlerin yanında görenler; “Bizi iç savaşa sürüklemek istiyorlar.” diye şikayet ediyor. Ne münasebet! Daima hakim sınıflar korkar iç savaştan. Devletin baskı aygıtlarına baş kaldıranların bundan korkması mümkün mü?

BURJUVA DİKTATÖRLÜĞÜNÜ PARÇALAMAK ÜZERE HER TÜRLÜ ARAÇ VE
YÖNTEMİ KULLANACAĞIZ.”DİYEN BİR PARTİ YOK

Kitlelerin isyanına önderlik edecek bir partinin yerine bir askeri savaş stratejisini takip eden bir siyaseti koyanlar, ayaklanma ve iç savaştan rahatsız olur. En karanlık tablo var dedi bir arkadaş, ne münasebet. “Parlamentoya girip orayı da kullanacağız, burjuva diktatörlüğünü parçalamak üzere her türlü araç ve yöntemi kullanacağız.” diyen bir parti yok. Asıl eksikliği olan böyle bir partidir. “Sermayenin iktidarda olduğu düzende kitlelere her türlü başkaldırıya varız ve sermayenin iktidarına son vermek üzere her türlü araç ve yöntemi kullanmaya açığız.” diyen bir partinin önderlik etmesine ihtiyaç var. Gezi sürecinde ölenlerle Medeni Yıldırım’ın resimleri yan yana gelmişti. Şimdi olmuyor. Bunun cevabını bulmalıyız. Haziran ayaklanmasından memnun olan ve bundan ilham alanlara bunu sormalıyız. Neden şimdi yan yana durmuyorsunuz demeliyiz. Kimle yan yana olduğunu şaşırmayan bir partiye ihtiyacımız var. “AKP barış eli uzatırsa ne yapacağız?” dedi bir arkadaş. Bize barış eli uzatmayacak, böyle bir soru nasıl gelir, o eli nasıl tutarız zaten. Ekim Devrimi’nden önce savaş ve barış neyse bugün de öyledir. Bolşeviklerin savaş ve barış hakkında söyledikleri bugün de hala geçerlidir. Onların barış kandırmacalarına karşı proletaryanın ayaklanmasından başka bir yol yoktur ve devrimci bir partinin de bu ayaklanmaya önderlik etmekten başka yolu yoktur. Eksik olan herhangi bir fikir değildir, böyle bir partidir.”

90 civarında katılımla gerçekleşen panel, Ekim Devrimi Tartışmaları-2015 kapsamında 8
Kasım Pazar günü “Ekim Devrimi ve Rejim Krizi” başlığıyla gerçekleşecek olan ikinci panelin duyurusu yapılarak sonlandırıldı.

Paylaş