Ekim Devrimi Tartışmaları 2015: Ekim Devrimi ve Rejim Krizi Paneli

0

Bu yazı Ocak 2015 tarihli KöZ Gazetesinin 7. sayısında yayımlanmıştır.

KöZ olarak 2009’dan bu yana yaptığımız Ekim Devrimi Tartışmaları’nda bu yıl iki ayrı konuda ve iki ayrı günde paneller gerçekleştirdik. KöZ’den Çetin Eren’in, HDP’den Erkan Karabay’ın, ESP’den Mukaddes Erdoğdu Çelik’in ve EMEP’ten Mustafa Yalçıner’in konuşmacı olduğu, 1 Mayıs Mahallesi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin Kadın Dayanışma Evi’nde 8 Kasım Pazar günü gerçekleşen panelin başlığı “Ekim Devrimi ve Rejim Krizi” şeklindeydi. 7 Kasım Cumartesi günü yaptığımız panele göre daha kalabalık ve canlı geçen panel yüz yirmiye yakın bir katılımla gerçekleşti. Moderatör Ekim Devrimi’nin tarihsel bir olay olmadığını politik bir pusula olduğunu ifade etti. Ankara katliamında yitirdiklerimiz için saygı duruşu ve Enternasyonal marşının okunmasının ardından başladı. İlk panelist olarak HDP adına Erkan Karabay şunları söyledi:

EKİM DEVRİMİ BİTMEMİŞ BİR DEVRİMDİR, HALA DEVAM ETMEKTEDİR
Ekim Devrimi’nden bu yana yaşamını yitiren yoldaşlarımızı yâd ederek başlıyorum. Her şeyden önce bir tespite katılarak başlayayım. Ekim Devrimi bitmemiş bir devrimdir, hala devam etmektedir. 2012’de Kürt Özgürlük Hareketi, Rojava’da demokratik özerkliğini ilan etti. Kürtleriçin devrim hem bu yanda hem de Rojava’da devam ediyor. Bir yandan silahlı mücadele sürerken Türkiye’de en geniş sosyalist muhalefeti oluşturmaya devam ediyor. Bunun son evresi de 1 Kasım seçimleriydi. Bu yönüyle de bu panel anlamlı ve ön açıcı olacaktır.

90’ların ortasında bölgenin geldiği koşulları yeniden değerlendirmiş ve stratejik farklılıklara gitmiştir. Sürecin büyük rolü var. 2010’dan itibaren de demokratik özerklik ile yeni bir anlayışı ortaya koymuştur. Temel ilkeler kendini korumaktadır. Hareketin reddedilen ve inkâr edilen bir kurtuluş hareketi olduğu gerçeği devam ediyor. Türkiye’deki ezilen ve emekçilerle çözülecek bir perspektiftir. Dünya üzerinde devletsiz halk olarak tanımlanan Kürtler bu hakkı içinde barındıran sistematiği koruduğunu söylemek gerek. Kendilerini yönetmekten vazgeçtiğini söyleyemeyiz. Kurtuluş Türk halkıyla birlikte olacak. Legal demokratik alanda da yürütülen mücadele var. Farklı araçların birlikte kullanılması mücadeleyi geliştirecektir. Kürt hareketi de bunu yapıyor. Kendisine coğrafya ile tanımlanacak bir alan yarattı Rojava ile. Sınıfsal mücadelelerin üstünde yürütüldüğü, Kürdistan’a özgü birtakım değişikliklerin olması kaçınılmazdı. Rojava’yı Kürt halkının kendini yönetme şekli olarak algılamak gerekiyor. Öz yönetim derken 2000lerden sonra devletsiz bir toplum yolunda demokratik bir yönetimi kabul eden Kürt hareketinden bahsediyorum.

ROJAVA’YI KÜRT HALKININ KENDİNİ YÖNETME ŞEKLİ OLARAK ALGILAMAK GEREKİYOR
Türkiye’de demokratik mücadeleden bahsetmek gerekiyor. AKP 13 yıldır iktidarda. Sonunda devletleşti. AKP içine girdiği krizi aşmaya çalıştı. Bölgede en etkin olan Kürt özgürlük hareketidir. Araplar üzerinde söz sahibi olmakla ilgili AKP’nin planlarını hepiniz biliyorsunuz.

Sermaye gerek küresel gerekse Türkiye içindeki talanın başı olan AKP’nin iktidarını koruması gerekiyordu. Kabul etmeyen sermaye gruplarını da tasfiye etmeye yönelik AKP’nin faaliyetleri var. Seçim sonuçlarının ulus ötesinde hem de ulus içinde korunması önemliydi. Bir linç kampanyası yürütülüyordu. Faşist saldırılar artmış durumdaydı. Tutuklamalar, gözaltılar da bunun diğer varyantlarıydı. HDP yöneticileri, aktivistleri sayısı 600’ü bulan arkadaşımız tutuklandı, gözaltına alındı. Bunların hepsi 7 Haziran’daki başarının geriletilmesine yönelikti. Biz de 1 Kasım’daki sonucun bir kazanım olduğunu ifade ettik. Türkiye’de ve Kürdistan’da mücadele ve müzakerenin bir anda yürütüldüğünü söylemek gerekir. İkinci panelist KöZ adına Çetin Eren’di. Şunları söyledi:

EKİM DEVRİMİ BİZİM İÇİN PUSULADIR
Konuşmama sunucu arkadaşın dediği Ekim Devrimi bizim için pusuladır lafı ile başlamak
istiyorum. Pusula olma durumu bizim bugün karşılaştığımız durumlarda bize yol gösterecek politik bir rehber olduğu anlamına geliyor. Aslında kendimize Ekim Devrimi’ne öncülük eden Bolşeviklerden ne öğreneceğiz sorusunu sormak gerekiyor. Ekim Devrimin gerçekleştiği koşullarla bugün çok farklıdır, o zaman var olan devrimci koşullar Lenin’in sıralaması ile şöyledir:
• Yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi
• Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilememesi, yönetilmek istememesi
• Yönetilenlerin bu koşullara karşı ayaklanması
Günümüzde Kuzey Kürdistan’ı saymazsak bu koşullar mevcut değil, ancak yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi durumu coğrafyamızda kendini göstermekte. Yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi haline Bolşevikler nasıl yanıt verdi, bunu 4 başlıkta sunabiliriz:
• Bir tek Bolşevikler hem 1905’te hem 1917’de yönetememe krizine muhalefet değil, iktidar diyerek cevap verdi, diğer sol grupların aksine. En basit demokratik hakkı elde etmek için bile iktidarı almalıyız.
• Var olan rejimin kurumlarıyla bu sorunu çözemeyiz, bu nedenle işçilerin emekçilerin önünü açacak bir düzenin işlenmesine imkân verecek araçları kurarak iktidarı almalıyız.
• Yeni yönetim aygıtlarına ihtiyaç olmasına rağmen mevcut yönetim kanalları içerisinde çalışma yürüterek bu kanalları tıkıyor ve bu kanallarla emekçiler lehine bir çözümün mümkün olmadığını gösteriyorlardı.
• Kitle seferberliği ve sınıf mücadelesini yükselterek iktidarı alma

AKP 2009’DAN BERİ ZAYIFLIYOR
Bugünün Türkiye’sine gelmek gerekirse öncelikle bugün rejim krizi var mı sorusuna cevap
vermek gerekiyor. Öncelikle seçimler ve AKP’ye değinmek istiyorum. Seçimler çoğu kesim tarafından AKP’nin zaferi olarak görülüyor ve bir yenilgi algısı var. Ben tam tersini ileri süreceğim, AKP kazanmadı. AKP 2009’dan beri zayıflıyor. Öncelikle seçimlerin galibi en çok oyu kimin aldığına bakılarak verilmez, seçimlere siyasi partiler daha fazla koltuk sayısına sahip olmak için girerler bu nedenle koltuk sayısına göre değerlendirme yapmamız gerekir. Buna göre baktığımızda AKP gerilemekte. AKP bir yandan bürokrasi içerisinde yerini sağlamlaştırsa da kendinden bağımsız bir bürokrasi yetiştiriyor ve daha önce sırtını yasladığı sandığa yani halka karşı kendi egemenliğinde olmayan ordu ile savaş açıyor. Bu kadar gerileyen AKP neden gitmiyor, sorusuna ise rejim krizi olgusu ile yanıt verebiliriz. Krizin arkasında iki neden var: biri Öcalan esir alındığından beri Amerika’nın Türkiye siyasetine orduyu etkisizleştirerek müdahale etmesi, diğeri ise Kürt’lerin yıllar boyu süren mücadelesi nedeni ile devletin istediği adımları atamaması. AKP bir yandan da devlet içerisindeki kamplaşmalara karşı mücadele ediyor, bu nedenle AKP’nin devletleştiği tezine katılmıyorum. Bir yandan da sermaye içerisindeki rekabet artıyor ve son olarak bu rekabet nedeniyle tüm kesimler yeni beklentiler ile ortaya çıkıyor ancak bunu yaparken mevcut düzeninin en gerici kurumlarının arkasına sığınıyor ve onları kullanıyorlar. Hiçbir sermaye kesimi de yeni rejime geçmek için hareket etmiyor, biz buna rejim krizi diyoruz. Kemalist rejimin Kürtlere karşı aldığı politikanın tutmadığı ayyuka çıkmasına rağmen mevcut düzen içerisinde bu soruna bir çözüm bulunamıyor. Bu krizin çelişkileri de Erdoğan’ın başkanlık talebinde de düğümleniyor.

YENİ BİR ANAYASA EMEKÇİLERİN KURUCU MECLİSİ OLMADAN KURULAMAZ
Emekçiler cephesinde seçimleri nasıl görmek gerekir? Bu seçimde her türlü baskıya rağmen %10’luk barajı aşmış bulunuyoruz, Türkiye’nin batısında Kürt olmayanlar tarafından HDP destek kazanmıştır ve son olarak T.C. tarihinde görmediği bir ayaklanma dalgası görmüştür. Bolşeviklerin derslerine geri dönerek durumu tahlil etmek gerekirse; biz şu veya bu düzen partisi ile muhalefet olarak veya koalisyon kurarak demokratik bir düzen elde edebilir miyiz, Erdoğan gitmeden demokratik bir hak elde edebilir miyiz? Hayır. Düzenin araçlarına değinmek gerekirse; Yeni bir Anayasa 12 Eylül rejiminin parlamentosu ile yapılabilir mi? Hayır, böyle bir anayasa emekçilerin kurucu meclisi olmadan kurulamaz. Buradan üçüncü derse geliyoruz; mevcut parlamentoda da anayasanın mevcut parlamentoda yapılamayacağını göstererek hareket etmek gerek. Son olarak Kuzey Kürdistan’da mevcut halk hareketini engelleyecek miyiz, yoksa kendi kazanımlarımız için kaldıraç olarak mı kuracağız. Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum, bizce bu dersler doğrultusunda mücadele edecek ve rejime bu şekilde müdahale edecek bir parti yok.
Üçüncü konuşmacı ESP adına Mukaddes Erdoğdu çelik’ti. Şunları söyledi:

YAŞADIĞIMIZ 3-5 YIL İÇİNDE ORTADOĞU VE BİZDE GÜNEY VE GÜNEYBATI KÜRDİSTAN’DAKİ GELİŞMELERİ DE DÜŞÜNÜRSEK EKİM DEVRİMİ BİZE IŞIK TUTACAKTIR
Ekim Devrimi anılarını yâd etsek bile bizce önemli bir tarihsel olay. Mevcut durumdan devrimin koşulları nasıl yaratılır? Anıları bile devrimcidir. Yaşadığımız 3-5 yıl içinde Ortadoğu ve bizde güney ve güneybatı Kürdistan’daki gelişmeleri de düşünürsek Ekim Devrimi bize ışık tutacaktır.

Eski iktisadi düzenlerin yer değiştirdiği ve üreterek yer değiştirdiği gerçekle karşılaşırız. 1.Dünya Savaşı’nın yarattığı kriz ortamında 2. Enternasyonal’in en politik önderlerinin burjuvazinin kuyruğuna takıldığı ortamda Bolşevik Partisi bu krizden bir devrim çıkarma ve sosyalizme varacak bir devrim sürecini çıkarmıştır. Bu birdenbire çıkmadı. Kendi özgün tarihi içinde 30 yıllık gelişimi vardır. Bir 1905 devrimi bir de 1917 Şubat devrimi vardır. Şubat devrimi olmasaydı Ekim’e zor varırdık diyen de Lenin’in kendisi. Rosa Luxemburg’un 20. yüzyılın başında sosyal reform partisi mi, sosyal devrim partisi mi sorusu da netleşmiştir. Çarlık gibi sömürgeler sahibi olan bir rejimin emperyalist gücün doğrudan iktidara götürme koşullarının olmadığı yerden ilişkilerin yeniden kurulmasını sağlayacak klasik devrim teorisinde bu şemayı altüst edecek somut koşulların somut analizini yapacak bir liderlik aklının olması. Bu partinin önderliği ve gücü tamı tamına o dünyasal durumda emperyalist zincirin en zayıf anında her gün kendini buna göre düşünmüş ve ayarlamış, koşullar oluştuğunda da bunu hiç düşünmeden yapmıştır. İkili iktidarın doğuşu beklenmeyen bir şeydir. Ekime giden yolda küçük burjuvazinin büyük burjuvaziye iktidarı teslim etmesi durumunda bu taleplerin gerçekleşmediği yerde derin bir siyasal krizin işçilerin yıkımını yakalamak kitlelerin büyük bir kısmını Bolşeviklerin yanına geçirmiştir. Ne yaptı diğer iktidarlardan başka. İlk defa emperyalist dünyanın kirli çamaşırlarını ortaya döktü. Sömürge sahibi milletler hapishanesinin gerçek haline getirdi. Kadın devrimi yasası çıkardı.

DEVRİM ROJAVA’DA BAŞLAMADI, DAHA ÖNCE KUZEY KÜRDİSTAN’DA BAŞLADI
Rojava devrimine kadar bu topraklar için yabancı bir kavramdı. Ekim Devrimini her yıl anan, makaleler düzen, uğraşan ve en çok değerlerine sahip çıkan bizdik. Devrim Rojava’da başlamadı, daha önce Kuzey Kürdistan’da başladı. 90lar kitlenin dağlardan kentlere indiği zamandır. Hepimiz, üçümüz de, partisi olan insanlarız. Hala parti arıyor bu bizim Közcü arkadaş. Kadınlar o toplumu değiştirler devrimi yaparak. O toplumun sosyalizme yaklaşmasında kadın devriminin çok büyük payı vardır. Bize de bunu düşünmeye başlattılar. Aynı canlılıkla Kürdistan devrimine bakamayız, bugün Rojava’da devrim mi var diyenlerimiz var, bunlar da devrimci. 7 Haziran’daki zaferimizi de yaşatmadılar. Olduysa bu Kürdistan devriminin sonuçlarıdır. Gezi’de yansıyan Batı’nın isyanı, Kobane’deki Rojava devrimi ile kazanılmıştır. Bizim sınırlarımızın dışında olmasından anlıyoruz. Misak-ı Milli’nin dışında olanı anlamakta zorluk çekiyoruz.
Kuzey Kürdistan’dakini kolay anlamadık, Rojava’yı anladık da. Rejim kriz içindeyken Türkiye ve Kürdistan’ın bütün inanç sahiplerinin, kadınlar ve gençler bir parti etrafında seçime girdi. Devrimcilik adına ne varsa burada toplanmıştır. Bütün yıllar içinde ödenmiş bütün bedeller burada birleşmiştir. Parlamento demek yetmez. Hangi vekilimiz mecliste kaç saat oturdu. 7 Haziran’ı da geriye götürme planları yürüttüler ve acımasız bir kirli savaş yaşattılar. Biz bu savaş karşısında geriye düştüğümüz oldu, ancak parlamento dışında kalmamızı sağlayamadılar. Devrimle karşı devrim arasındaki çatışma süreci devam ediyor. Bulunduğumuz noktadan itibaren nasıl yöneteceğiz onların muhasebesini çıkarmalıyız, yanlışlarımızı ve doğrularımızı açığa çıkarmalıyız. İlk turun son konuşmacısı EMEP adına Mustafa Yalçıner’di. Şunları söyledi:

EKİM DEVRİMİNİN DEĞERLERİ YAŞIYOR VE ÜSTELİK DE GÜNCEL
Temel dinamik olan kapitalist sistem ve onun  zıt kutbu işçi sınıfı da duruyor ve üstelik işçi sınıfı da giderek büyüyor. Dünya dev bir fabrika durumunda ve sahibi de oligarşi. Ekim Devrimi’nin Çetin arkadaşın saydığı derslerine katılıyorum. Bu dersleri peki kim yapacak? İşçi sınıfı, temel tarihsel dönüştürücü güç olan işçi sınıfı yapacak. Ekim Devrimi’nin gösterdiği şeylerden biri ezilen ulusların mücadelesini devrime bağlamıştır. Ekim Devrimi tüm ülkelerin işçileri ve ezilen ulusları birleşin demiştir. Buradan Ekim Devrimi ve kriz ilişkisine gelmek istiyorum. Çetin arkadaşın saydığı üç koşul doğrudur. Bu koşullar olmadan bir kriz olduğundan bahsedemeyiz, ancak günümüzde ekonomik bir krizle karşı karşıya değiliz. Ekonomik kriz olmadan siyasal kriz olamaz, ancak önümüzde bizi bekleyen bir ekonomik krizin olduğunun sinyalleri farklı sektörlerde tüketimin azalması ve doların değişken durumu ile kendini gösteriyor. Peki rejim ne alemde? Bence AKP gerilemiyor. AKP savaşla da olsa baskıyla da olsa oylarını %8 arttırmıştır, evet bu bir istikrar belirtisi değildir. AKP Gezi döneminde gerilemiştir ve bu dönemden sonra iyice baskıyı arttırmış ve bu seçime tüm ideolojik silahları ile yüklenmiştir. Erdoğan’ın Başkan olmasının koşulları şuan varmış gibi durmuyor. TÜSİAD’çılarla yeni yetme sermaye kesiminin olduğu gruplar arasında bir dalaşma ve çekişme olduğu aşikârdır. Ancak emekçi kesimler arasında bir dalgalanma olmadan AKP gitmez ve bu daha olmamışken AKP’nin gerilediği tespitini yaparsak ayaklarımızı sağlam basmamış oluruz. Engels seçimlerle ilgili işçi sınıfının olgunluk derecesini ölçmeye yarar tespitte bulunmuştur ve buna dikkat etmeden atılgan hareketlerde bulunulmamalıdır. Bu seçim bize işçi sınıfının durumunun çok kötü olduğunu
göstermiştir, Ekim Devrimi’ni tekrar edeceksek bu işçilerle tekrar edeceğiz, bu nedenle bu işçileri kazanmalıyız. Bu emekçi kesimleri yeniden kazanmalıyız. Türkiye’de ezilen ulus mücadelesinin kazanma koşulları var mıdır? Kürdistan’daki hareketlilikten yola çıkarak neredeyse bazı bölgelerde neredeyse bir ikili iktidar durumunun oluştuğunu görebiliriz, ancak bu durum çok sınırlı alanlarda görülmektedir. Buradan şu çıkarımı yapmalıyız, işçi sınıfını barış mücadelesinde de yanımıza katmadan barışı elde edemeyiz, burada geçici bir barıştan bahsetmiyorum. Bizim bugün Sünni işçiler arasında, Türk Boşnak işçiler arasında da örgütlenme çalışması vermemiz gerekir.

İlk turun ardından ara verildi ve şu sorular soruldu:
• HDP’li arkadaş Türk ve Kürt halkının birlikte kurtuluşundan bahsetti. PKK’nin durumu
yeni bir durum mu, öyleyse Türkiye’deki devrimci hareketle ortaklaşma konusunda
geç kalınmadı mı?
• KöZ’e soru: Kuzey Kürdistan’da devrimci durumdan bahsetti. Eğer varsa devrimci durumu derinleştirmek ve orada bir devrim yolu açmak için mücadelenin neresinde duruyor? AKP devletleşmedi ve Erdoğan gitmeden kazanamayız dedi. AKP devletleşmediyse Erdoğan mı devletleşti? AKP’yi yöneten Erdoğan değil mi? Tüm şiarlar neden Erdoğan üzerinde kuruluyor?
• Tüm konuşmacılara: ülkemizde toplumsal krizlerden bahsediyoruz, yönetenler arasındaki krizden emperyalist krizden bahsediyoruz, ülkemizde toplumsal kriz yok mu? Örneğin dinsel olarak, halklar arasında kriz yok mu? Özellikle Türk ve Kürt halkı arasında bir kriz var. Mesela Alevi-Sünni krizi.
• Köz’e: Parti yok dedi, komünist parti olması için neyi bekleyeceğiz?
• HDP’ye : AKP’nin başarısını saldırılara vs. bağladınız. HDP’nin eksikliği yok muydu?
Yeni anayasa tartışmaları gündemde, HDP emekçileri yeni anayasaya hazırlaması için
nasıl bir yol izlemeli?
• ESP’ye : Bir sürü parti var. Köz de parti kurmak istiyor, dedi. Köz’ün tarif ettiği tarzda
Bolşevik bir parti var mı? Olmaması dönemle mi alakalı? HDP mecliste bir hücre gibi çalıştığını söylediniz. HDP, MHP ile koalisyon ortağı olma veya koalisyona destek vermek gibi bir pozisyonu Bolşevikler Duma’da alır mıydı?
• EMEP’e: Partiden neden hiç bahsetmediniz? Yoksa Bolşevik bir parti var mı? Yoksa yaratmak gerekmiyor mu?
• KöZ’e: Gerilla tarzı mücadele ile proletarya diktatörlüğü mümkün mü? Çatışmalar başladıktan sonra 90’lara geri mi dönüyoruz gibi iç savaş kaygısı ile solda da sorular soruluyor. 90’lar ile bugünkü durum aynı mıdır, yoksa sosyalistler için bugünkü durum daha mı avantajlıdır?
• EMEP’e: Konuşmanızda işçilerin örgütlülüğü sağlanmadan bir devrim olamayacağından
bahsettiniz. EMEP Rojava için devrim diyor, Rojava sizin söylediğiniz tarzda bir devrim
midir?
• ESP’ye ve EMEP’e: İşçilerin ileri çıkışlarını nesnel mi yoksa öznel bir durum olarak mı
görüyorsunuz? Önder parti nedir yoksa bir ülkede tek parti mi olmalıdır veya üç tane
parti olması çelişkili değil midir?
• HDP’ye: Ankara’daki katliamı HDP meclise nasıl taşıyacak? HDP kadın cinayetleri konusunda nasıl hareket edecek?
• KöZ’e: Rojava devrimi ile ilgili HDP ve ESP vurguladılar. Rojava’ya devrim tespiti yapıldığını Köz’ün özel sayısında okumuştuk. Türkiye’de Rojava’ya devrim demeyen sol hareket kalmadı. HDP konuşmacısı Rojava’yı Paris Komünü’ne benzetti. Ekim devrimi yenilmiş de olsa vardığımız en ileri nokta diyoruz. Rojava devrimini nereye koymak gerekiyor? Bu devrimin korunması için görevlerimiz neler? İşçi sınıfı konusunda EMEP’in vurgusu vardı. İşçi sınıfı bugünkü kadar ne zaman güçlü oldu? İşçi hareketine sadece ekonomik olarak bakmayacaksak, HDP’ye oy verenleri işçi olarak görmek gerekmez mi?
• KöZ’e: Devrimci parti mücadelesi nasıl sağlanmalı? HDP bir çözüm müdür?
• EMEP’e: Marx bütün ülkelerin işçileri birleşin sözünü Birinci Enternasyonal öncesinde mi
sonrasında mı söylemişti?
• EMEP, ESP ve Köz’e: Ekim devrimi ile diğer devrimleri ayıran esas etken neydi?
• Tüm konuşmacılara: Özellikle ikili iktidar döneminde Menşevikler keskin muhalefet
edeceğiz iktidara ve muhalefet olmak gerekir derken, Bolşevikler iktidarı almak gerektiğini söylüyordu. HDP bugün hangi hatta duracak? Yapıcı bir muhalefet mi yapacak yoksa meclisi kilitleyecek mi?

İkinci turda ilk sözü Mustafa Yalçıner aldı. Şunları söyledi:

İŞÇİ SINIFININ EZİCİ ÇOĞUNLUĞU AKP’YE OY VERMEKTEDİR
Mustafa Kemal’den sonra devleti bu kadar ele geçiren AKP’den başka bir parti olmadı. Halklar arasındaki kriz konusunda, böyle bir kriz yok. Burjuvazinin bölerek yönetme tarzıdır, bu devlet politikasıdır. Ekim Devrimi’nin ayırt edici özelliği bir işçi hareketi olmasıdır. İşçi vurgusu yapmak gerekir bu nedenle. Parti konusunda, parti işçilerin politik örgütüdür. İşçi devleti de egemen sınıf olarak örgütlenmiş işçi sınıfı demektir. İşçiyi asıl tanımlayan politik talebi kendi iktidarını istemesidir. İşçi hareketi olmadan sosyalist bir devrim olmaz ama devrim olur, Rojava’da olduğu gibi. O bir demokratik ulusal devrimdir. Çünkü eski iktidar güçleri yıkılmış yeni iktidar güçleri ortaya çıkmıştır. Rojava bugün başta Kürt halkı olmak üzere halkın elindedir. Dünyada hem nitelik hem nicelik olarak işçi sınıfı gelişmiştir. Emeğin toplumsallığı olağan üstü ileri boyuttadır. Bu bir sosyalist devrimin ön koşuludur, bu ön koşul tarihte hiç olmadığı şekilde olgunlaşmış durumdadır. Ancak işçilerin büyük bir bölümü AKP-MHP’ye oy veriyor. Hem bir devrim kaçınılmaz hem de öznelliği bakımından çok gerideyiz. İşçilerin bilinç ve örgütlülüğünün ileri noktalara taşınması gerekiyor. EMEP işçi sınıfını partileştirmek ve iktidara getirmek için uğraşan güçlerden bir tanesidir. Türkiye’de işçi sınıfının örgüt ve bilinç açısından en geri olduğu dönemdeyiz. Özellikle sosyalizmin yenilgisi ve 12 Eylül hâlâ atlatılabilmiş değil. İşçi sınıfının ezici çoğunluğu AKP’ye oy vermektedir. CHP’ye daha çok orta sınıf oy vermektedir. HDP sadece işçilerden oy almaz, Kürt burjuvazisinden de oy alır ve bunların partisidir. İşçi kendi platformu ile örgütlenip iktidar talebi ile ortaya çıktığı zaman kendi partisindedir. Henüz Türkiye’de bu başarılabilmiş değil. Ekim Devrimi sosyalist bir işçi devrimidir, sermayeye boyun eğmekten kurtuluşunun önünün açılmasıdır, öbür devrimler sadece sömürenlerin değişmesinden ibaret devrimlerdir. Sosyalist devrim sömürenleri tarih sahnesinden silmek için gerçekleşir.

Daha sonra sözü Mukaddes Erdoğdu Çelik aldı. Şunları söyledi:

KÜRDİSTAN BUGÜN SOSYALİZME EN YAKIN ALAN
Bolşevik Pati kendi tanımıyla işçi sınıfının en öncü birlikteliğiydi. İşçi sınıfının yoksul köylü-
lükle ittifakına dayanan bir devrimdi. Proletarya iktidarını hiçbir partiyle paylaşmamıştır. Tek başına işçiyle devrim hiç mütalaa edilmemiştir. Bütün ülkelerin işçileri birleşin 1800’lerin sonudur ve dünya devriminden söz edilir, o günün devrimi böyledir. Paris komününü yalnız bırakmıştır bu. Ne Alman ne İngiliz işçi sınıfı yanına gelmiştir. Emperyalizmin egemen olduğu dönemde devrimlerin bundan sonraki güçlerini belirleyen bir slogan olmuştur. Özellikle Troçkizm bu tartışmaların içinde yer almıştır. Bir devrimi pek çok nedenle farklı sınıflar ister. Önemli olan devrim bir sınıftan diğerine iktidarın geçiş anıdır. Bolşevik parti de böyle örgütlenmiştir. Çarlık Rusya’sı en geri kapitalist ülkedir. Sosyalizmin kuruluşu Sovyet insanının işçileşme sürecidir. 21. yüzyılda ise bütün fabrika sürecinin plazaya döndüğü dönemdir. Kapitalizmin düşen kar oranlarını bölmek istemesi, işçi sınıfının varlık olarak bölünmesi demektir. Muazzam bir örgütsüzler grubu yaratmıştır. Metal işçileri faşizmin başındadır. Bursa muazzam bir sanayi kesimi, ben seçimde ordaydım, ama HDP’nin de onlarla bağları çok zayıf. İşçi var her yerde. Burada da bağ düzeyi sosyalist işçi sınıfı örgütlülüğü düzeyinde değil. Devrime böyle bakacak işçiler, örgütler olmadığı için Rojava’ya benzemiyoruz. Siyasal sınıf bilinçli işçiden söz etmek gerekir. 12 Eylül öncesi çok güçlü bir işçi sınıfı vardı. 12 Eylül darbesi işçi sınıfının örgütlülüğünü dağıttı. Rojava devrimini yapanlar Kürt burjuvaları mıydı? Bu devrimin ana insan gücü yoksul köylülüktü. Kırlardan sürülen yoksul köylülüktü. Kürdistan bugün sosyalizme en yakın alan. Sovyetlerin 21. yüzyıla özgü toplumsal düzenini kadın özgürlüğüne, kadın devrimine kadar, kentlerin ekolojik devrimine kadar pek çok şeyi barındırıyor. Sosyalizmin olabilmesi için batının bu devrimci akımın yayılmasına ihtiyacı var.

Rojava halkı yeni bir yaşam, sosyalizan biçimde ayaklarını oluşturmuştur. Enflasyon halindeyiz evet, EMEP de HDP içindeydi, çıkması olumsuz bir şeydi bunu da görmek gerekir. KöZ’e de aynı çağrıyı yapıyorum. HDP umut oldu, Kürdistan’ın ve batının devrimci sosyalist güçlerin birleşik mücadelesi için tetikleyici bir umut olmuştur. Eş başkanlık sistemi kadınlar açısından dünyanın en iyi parti formudur. Meclise nasıl taşıyacak soruldu, mecliste ilk yaptığı şey bu oldu. Suruç katliamı da oldu Ankara öncesinde. Her iki katliamın nedeni Kürtlerle batının devrimcilerinin bir araya gelmesidir. İkili iktidarda, Menşevikler biz sıkı muhalif olacağız dedi. Bolşevikler ise proletaryanın ve köylülüğün iktidarı doğdu ve iktidar doğrudan işçi ve köylü iktidarına dayanmalıdır dedi. HDP’nin biz iktidara adayız demesi Bolşeviklerin iktidara talip olmasıyla eş değerdir. Koalisyona karşı durup bakanlık vermek ters gibi duruyor, bir hükümet planını ortaya çıkardı. Hükümete de girince bozucu rol oynuyorsun.

Çetin Eren ikinci turda şunları söyledi:

ROJAVA’NIN MUZAFFER BİR DEVRİM OLABİLMESİ İÇİN BU DEVRİMİN KÜRDİSTAN’IN TÜM PARÇALARINI KAPSAMASI GEREKİR
İlk olarak Şubat ve Ekim devrimi ayrımına dair bir şey söylemek istiyorum. Mukaddes arkadaş Ekim Devrimi, Şubat devriminin akabinde gerçekleşti; çünkü Şubat Devrimi demokratik bir devrimdi, o olmasaydı Ekim devrimi olmazdı, dedi. Oysa Lenin’in yazdıklarına bakarsanız Şubat devrimini başarısız olarak değerlendirir ve Ekim Devrimi ile bu başarısız devrimi yani demokratik devrimi yaptık, 1918 senesinden sonra sosyalist devrimi yaptık demiştir. Aslında bakarsanız biz Rojava için PKK veya HDP’den önce devrim dedik, peki neden bir devrim olarak değerlendirdik? Çünkü devrim siyasi bir kavramdır ve egemenliğin değişimi demektir. Biz de düne kadar kimlik kartı olmayan Kürtlerin kendi devletini kurması ile gerçekleşmiştir, oysa Rojava devriminin sosyalist yani muzaffer bir devrim olup olmadığı belli değildir. Rojava’nın muzaffer bir devrim olabilmesi için bu devrimin Kürdistan’ın tüm parçalarını kapsaması gerekir. Kürt baharından da ilk biz söz etmiştik. Kürdistan’daki hareketliliği kast ederek ancak bahar, devrim demek değildir. Yapısı itibariyle Şubat devrimine benzetmek mümkün. Bunun Ekim Devrimi olması için bağımsız Kürdistan’ı kurmaya aday bir parti olması gerekir. Ne Yapmalı’yı çok farklı okuduğumuzu düşünüyorum. Ne Yapmalı kitabında işçilerin örgütü ile devrimcilerin örgütü ayrılır. İşçiler kendi ekonomik sorunları etrafında örgütlenebilirler, oysa otokrasiyi yani devleti devirebilmek için bütün azınlık ve emekçilerin sorunlarını birbirine bağlamamız gerekir. Bütün sorunların devletten kaynaklandığını tüm kesimlere anlatması gereken bir örgüt işçilerin partisi olamaz, bu kendini emekçilerden ayırmış devrimci bir partidir. Ekim Devrimi’nin asıl kazanımı işçi, köylü ve asker Sovyetlerinin kurulmasıdır, yani siyasi bir kazanımdır. Krizin boyutuna gelmek istiyorum buradan, oysa Türkiye’deki tüm krizlere bakarsanız ekonomik krizin varlığını görmezseniz, Rusya’da da aynı şekilde savaş vardı ve siyasi bir kriz vardı. Biz KöZ olarak herkes iktisadi kriz derken biz önce solcuların devrimci önderlik krizini çözmesi gerektiğinden bahsediyorduk. Şimdi ise biz en çok kriz diye bağıran grup olduk. Bunun nedeni Türkiye solunun işçileri sendikalarda örgütleyip ardından kendi partisinde örgütleyerek sınıf partisi olması peşinde olması, solcular siyasi krize bakmıyorlar. Türkiye solunda siyasi kriz vurgusunun yapılmamasının bir nedeni de buna verilecek bir cevaplarının olmamasıdır.

KOMÜNİST ENTERNASYONAL’İN İLK DÖRT KONGRESİNİ SAVUNAN LENİNİST ANLAMDA DEVRİMCİ BİR PARTİ YOKTUR
Peki biz parti yok derken neyi kast ediyoruz? Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresini
savunan Leninist anlamda devrimci bir parti yoktur diyoruz, bu iddiada olan kim varsa biz onun yanına da gideriz. Biz de bu devrimci partiyi kurarken strateji olarak solun içerisindeki tüm devrimci güçleri bir devrimci merkez etrafında örgütlemeye bunu, örgütleyecek kongreyi toparlamayı benimsiyoruz. Bugün AKP sürekli terör diye bağırıyor, Kandil’i bombalıyor. Peki neden, çünkü Türkiye’nin batısında yürüyen sol mücadeleyi bastırmak istiyor. Biz geriliyor olsaydık sınıf düşmanımız ağzı köpürerek bize her koldan saldırmazdı. Bu nedenle de AKP’nin gerilediği açıktır. Biz Erdoğan’ın üzerinde tüm siyasi çelişkilerin düğümlendiğini yani Erdoğan’ın akıbetinin koşulları değiştireceğini düşünüyor ve bu nedenle bu kadar üzerinde duruyoruz.

BİZ ÇÖZÜM MASASI TEKMELENMEDEN ÖNCE SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ DESEYDİK 7 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE DAHA BÜYÜK BİR BAŞARI ALIRDIK
TİP ile HDP’nin aldığı kitleleri kıyaslarsanız ve kitlelerinizi kıyaslarsanız proleterleşmenin
yüksek olduğunu görürsünüz. Sorun bu nedenle işçilerin azlığı değildir, örneğin Gezi’nin içerisinde de işçiler vardır, ancak Gezi’nin karakteri burjuva niteliklidir. O nedenle bizim sormamız gereken soru Gezi’ye nasıl devrimci proleter bir karakter kazandıracağımızdır, işçileri Gezi’ye nasıl katacağımız değildir. Biz Erdoğan’ı burada sendeleterek Kürdistan’daki mücadeleye destek verebiliriz diye düşünüyoruz. Biz çözüm masası tekmelenmeden önce seni başkan yaptırmayacağız deseydik 7 Haziran seçimlerinde daha büyük bir başarı alırdık. Hatta 7 Haziran’dan sonra meclise sürekli gen sorularla gitseydik, Suruç’tan sonra kitlesel eylemler yapsaydık yani Botan’ın ruhunu buraya taşıyabilseydik 1 Kasım’da çok daha büyük bir kazanç ile çıkardık. HDP parlamentoyu AKP’yi sıkıştıracak bir platform olarak kullanmalı, yani meclisi sokaktaki mücadeleyi destekleyecek şekilde kullanmalı, ancak o zaman bugünkü devrimci durumu kendi lehimize çevirebilir ve Kürdistan’daki duruma destek verebiliriz.

Son olarak Erkan Karabay da şunları ifade etti:

ULUSLAR İLLA DEVLET BİÇİMİNDE KADERİNİ TAYİN ETMEK ZORUNDA DEĞİL. ULUSLARIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINI İÇERİR BİR ÖZ YÖNETİMDEN BAHSEDİYORUZ
Seçimden sonra hepimizde bir hayal kırıklığı olabilir. Ama Kürt hareketine haksızlık yapmayalım. Geldiğimiz noktada Kürdistan’da mücadele yürütülüyor. Köz’ün konuşmasında “düğümlendiğimiz yer Türkiye, Kürdistan değil” diye bir şey geçti. Kürtlerle Türklerin ortaklaşması nasıl olacak? Kürt hareketi ortaya çıktığı günden bugüne hiçbir değişikliğe uğramadan Türkiye halklarının kendi stratejik ittifakı olarak tanımlamıştır. Legal anlamda HDP’de karşılığını bulan budur. Acaba Kürt hareketinden çok şey mi istiyoruz? Ulusların kendi kaderini tayin hakkından bahsediyoruz, ulusların kendi devletini kurma hakkından değil. Uluslar illa devlet biçiminde kaderini tayin etmek zorunda değil. Özellikle ulusların kendi kaderini tayin hakkını içerir bir öz yönetimden bahsediyoruz, devlet biçiminde aramak Kürt hareketinin ifade etmediği bir şey. Halklar arasında bir kriz olmadığını düşünüyorum. AKP ve sistem partileri emekçi sınıfları kendilerine yedeklemişlerdir. Devlet kendisini tahkim etmiştir. 1 Kasım seçimleri devletin kendisini AKP ile tahkim ettiği bir süreç olmuştur. Lenin devrimden sonra burjuvazi öldü cümlesine karşılık ölmedi, yenilgi aldı demiştir. Bizim açımızdan zafer söz konusu değil, ama elimizde büyük kazanımlar var. Mahirlerin, Denizlerin TİP deneyiminden sonra silahlı mücadeleye kaymalarını gerektiren koşullar neydi? Bugün Kürdistan’da açılan hendekleri Türkiye’de kaybedilen oylara tahvil etmek problemli bir bakıştır. Seçim sonuçlarının bu yönüyle tartışılması problemlidir. Kürdistan’da düşüşler benzer değerler gösteriyor. Silahlı mücadele ile legal faaliyet birlikte yürütülmek zorundadır. Ankara saldırısı devletin tahkim edilmiş haliyle hepimize yapılmış bir saldırı idi. Son 3 yıldır IŞİD menşeili girişler olduğunu duymuşsunuzdur. HDP mitinglerini gözlemeye gelen IŞİD’le bağlantılı insanlar olduğuna tanık oluyoruz. Bir arkadaşımızı kaybetmektense hiç seçim çalışması yapmamayı yeğleriz. Ankara ve benzerlerinin olmamasının bir garantisi yok, tüm siyasetler kendi öz savunmasını yapmalıdır. HDP hiçbir zaman kendisini tek başına çözüm olarak göstermiyor. Birçok devrimci dinamiğin ortaklaşması ile çözüm elde edilebilir. Böyle bir parti aramıyoruz, bu parti HDP de değil. Ancak bugün parlamenter sistem içinde HDP merkezi rol oynamaktadır ve çekim merkezi haline gelmiştir. Somut koşulların somut tahlilini yaparak devrimci mücadele yürütülür. Bizim 3 tespitimiz var: Proletarya dönüşmüştür, sermaye de dönüşmüştür. Ezilen halklar ile ezenler arasındaki çelişki birincil çelişkimizdir. İkinci çelişki ise kadın meselesidir. Üçüncüsü ise ekolojik tahribattır. Buna karşı başlangıcı Kobanê olan mücadeleyi büyütmeliyiz.

Tartışmalar üzerine Mustafa Yalçıner ve Mukaddes Erdoğdu Çelik kısa sözler aldı. Şunları ifade ettiler: Mustafa Yalçıner: HDP, içinde farklı görüşlere sahip olanlara yer verecek bir platform olarak ön görülmüştür. Ancak Kürdistani bir parti oldu ve bu platform bize uymuyor. ESP nasıl yer alıyor ben sorarım bu soruyu, proletarya nasıl dönüşmüştür? HDP’nin içinde yer alacağı daha geniş bir birlik kurulmalıdır. Mücadele etmek isteyecek herkesi kapsayacak asgari taleplerde bir birlik sağlanmalıdır.

Mukaddes Erdoğdu Çelik: Biz ESP olarak kurulduğumuzda tüm toplumsal kesimlerin, ezilenlerin programatik görüşlerini formüle etti. HDP iki ülke gerçeğinin asgari olarak birleşebileceği tüm esasları aldı programına. Ve tüm dünya partileri arasında en ileri formudur. Kürdistani bir renk alması Kürdistan’ın suçu değil. Nesnel gerçeklik böyledir. Bugünkü siyasi arenada siyasetin parlamento alanını da kullanacaksak, sokak kavramında sıkışmayacaksak, büyük yığınların tüm ezilenlerin bir parti ihtiyacını karşılayacak bir partiye ihtiyaç vardı.
Panel bu tartışmalar ile birlikte çok verimli bir biçimde sonlandırıldı.

Paylaş