Devrimci Önderlik Boşluğu – İşçilerin Birliğinden Önce Komünistlerin Birliği

0

[Aşağıdaki yazı 2011 yılında yayımlanan ‘Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin’ adlı kitabımızın 16-21. Sayfalarından alınmıştır. Kitabın tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.]

Siyasal kimliğini Komünist Parti Manifestosu ile duyuran Komünistler Birliği’nin kuruluşundan beri, işçi sınıfının kurtuluşu hedefine yönelik birçok çaba olmuştur. Bu çabaların başarısızlığının temel nedeni, tek tek ülkelere ve farklı farklı işkollarına bölünmüş işçilerin arasındaki dayanışmanın eksikliğinde ve ayrı ayrı ülkelerin işçi sınıfları arasındaki birliği sağlayacak uluslararası bir örgütün olmayışında yatar. O gün bugündür insanlığın dünya çapındaki tarihsel krizinin kaynağında, nesnel koşullardan bağımsız olan aynı öznel zaaf bulunmaktadır.

İşçi sınıfının kurtuluşu belirli bir coğrafyada işçi sınıfının mevcut devlet aygıtını parçalayıp proletarya diktatörlüğünü kurarak bir egemen sınıf haline gelmesiyle başlayıp, uluslararası çapta devrimci alt üst oluşlarla gelişerek ilerleyen bir geçiş dönemini gerektirir. Bu geçiş döneminin ilk adımı, nesnel koşulların dürtmesiyle atılmayacak; yahut toplumsal ilerlemenin kaçınılmaz bir sonucu olmayacaktır. Bunun için bu yöndeki iradenin cisimleşmesini ifade eden, hareketin yönünü belirleyebilecek bir komünist partinin varlığı olmazsa olmaz bir koşuldur.

Aynı zamanda tüm insanlığın kurtuluşu anlamına gelecek olan işçi sınıfının kurtuluşu, işçi sınıfının kendi eseri olacaktır; ama bu, işçi sınıfının kendiliğinden kurtulması demek değildir. İşçi sınıfının kendi kendini kurtarması için, yani ücretli köleliğe bizzat son verebilmesi için, önce burjuva diktatörlüğünün yıkılması, devlet aygıtının tamamen parçalanması gerekir. İşçi sınıfının kendi kendini kurtarması ancak uluslararası çapta gelişmesi gereken ve sınıfların ortadan kalkmasıyla son bulacak olan bu geçiş dönemi sürecinde gündeme gelebilecektir.

Ne bu geçiş döneminin açılışını sağlayacak olan devrimi işçi sınıfı kendiliğinden ve kendi başına gerçekleştirebilir; ne de bu geçiş döneminin tek teminatı işçi sınıfının nesnel niteliğidir. Bunun için; komünistlerin işçi hareketine, kısmi sorunlarla sınırlı ve gündelik sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına tabi olmayan, bağımsız, bilinçli ve örgütlü bir müdahalede bulunması; devrimci işçi hareketinin önderliğini kazanması ve bu önderliği, münhasıran kazandığı yol ve yöntemlerle koruması; bu yolda sistematik bir öncü müdahaleyi, bugünden başlayıp sınıfsız topluma varana kadar sürdürmesi zorunlu bir koşuldur.

Bu müdahalenin vazgeçilmez aracı olan enternasyonalin, yani leninist dünya partisinin yaratılması da, nesnel bir olabilirlik ve gereklilik değil, bilinçli bir tercih sorunudur. Aynı nedenle, enternasyonalizm sorunu bir enternasyonal kurmak için verilen mücadelenin tarihsel evriminden bağımsız olarak ele alındığında çözülemez; kavranamaz bile.

20. yüzyılın ilk çeyreğinden bu yana, dünya devriminin temel sorunu dünya proletaryasının ulusal-sosyalist, ulusal-devrimci veya sağlı sollu sosyal-demokrat önderliklerle revizyonist akımların etkisi altında oluşudur. Proletaryanın bu etkiden kurtarılıp, Komünist Enternasyonal’in bolşevik çizgisine bağlı, devrimci ve enternasyonalist bir önderliğe kavuşturulması gerekmektedir.

Çoktandır önderlik denince akla bir lider yahut kadro grubu veya ekip gelmektedir. Eksikliği hissedilen böyle bir önderlik değildir. Önderliğe duyulan ihtiyaç kendini yığınlardan, hatta işçi sınıfının kitlesinden de ayırt etmiş, demokratik merkeziyetçi biçimde örgütlü profesyonel devrimci militanlardan oluşan ve bolşevizmin çizgisini miras almış bir partinin işçi sınıfının önderliği haline gelmesine duyulan ihtiyaçtır.

Bu nedenle önderlikten söz edildiğinde kendini bu partinin yerine koyan bir lider yahut klik değil, böyle bir partinin tamamı anlaşılmalıdır. Hatta böyle bir partiyi yaratmak için mücadele eden öncü güçlerin dahi, bu güçler ne kadar elzem ve önemli olsalar da, bu önderliği ikame etmesinin mümkün olmadığı kavranmalı ve açık seçik savunulmalıdır.

Bugün, böyle bir önderliğin olmayışı nedeniyle, işçi sınıfı saflarında komünizm hedefi doğrultusunda bir uluslararası hareket mevcut değildir. Kendi haline bırakıldığı müddetçe de böyle
bir hareketin ortaya çıkması mümkün değildir.

Komünist Parti Manifestosu’nun yazıldığı günlere kıyasla, dünya işçi hareketi hem eylem ve örgütlenme düzeyi, hem de teorik yaratıcılık açısından gerilemiştir. Ama bu gerileme işçi sınıfının
komünizm yönündeki iradesinin eksilişiyle, ya da devrimci kapasitesini kaybedişiyle veyahut kapitalist üretim ilişkilerinin ilerici bir nitelik kazanmasıyla ilgili değildir.

Zira bunun tam tersi doğrudur: Hem bu üretim ilişkilerinin gerici niteliği insanlığı bir felaketin eşiğine sürükleyip, orada çakılı durmasına varan bir boyut kazanmıştır; hem de dünya çapında muazzam bir nesnel gelişme gösteren işçi sınıfı, ortaya çıktığı dönemdekini aratmayan bir devrimci potansiyeli barındırıp, bunu her vesileyle göstermeye devam etmektedir. Buna rağmen, sermayenin dünya çapındaki egemenliği sayesinde hüküm süren burjuvazi, hak ettiğinden fazla yaşamış ve haddinden fazla “gelişmiş”tir.

Bu “gelişme” sonucunda, üretim araçlarını elinde bulunduranların sayısı günden güne eksilirken, onların yönetimi altında çalışmaya iktisaden zorlananların sayısı kat be kat çoğalmaya devam etmektedir; bunların yarattığı artı-değerin kırıntılarıyla yaşayan asalakların sayısı da …

Kapitalist üretim ilişkileri çürüyerek ve insanlığın tüm tarihsel birikimlerini çürütüp, yok etmeye devam ederek varlığını sürdürüyor. Hatta çürüyen kapitalizm koşullarında insanlığın tüm kültürel birikimi ve varlığı büyüyen bir yıkım tehdidi altında. Kapitalist üretim ilişkileri ve buna dayanan burjuva egemenliği, insanlığın gelişmesinin önündeki başlıca engeldir. Ama bu engeli oluşturan burjuva medeniyetinin en önemli özelliklerinin başında yıkmadıkça yıkılmayacak olması gelir.

Bu nedenle burjuvazinin çok uzun zaman hüküm sürmesi ve bu arada gelişmesini sürdürmesi onun kerametinden ötürü değildir; onu tarihten söküp atması gerekenlerin zaaflarından ötürüdür. Bu zaaflar aşılmadığı sürece, kapitalist üretim ilişkileri insanlığın dünya çapında ve tüm tarih boyunca biriktirdiği maddi ve manevi tüm değerleri gitgide daha hızla yok ederek, temel üretken güçler olan emeği ve doğayı giderek artan bir hızla vasıfsızlaştırıp tahrip ederek yaşamaya ve “gelişmeye” devam edecektir. Kapitalist üretim ilişkileri ortadan kaldırılamadığı müddetçe çürür; çürüdükçe bu üretim ilişkilerinin bekçiliğini yapan devlet gitgide daha gerici ve baskıcı bir mahiyet kazanır.

Sermayenin temerküz etmesi ve yoğunlaşması arttıkça siyasal arena giderek daha gerici bir karakter kazanır. Sömürücülerin sayısı azalıp, sömürülenlerin sayısı arttıkça da devletin baskıcı ve gerici karakteri artar. Nitekim her geçen gün biraz daha artmaktadır. Hem sermayenin hüküm sürdüğü tek tek ülkelerde, hem de emperyalizmin hiyerarşik yapısı uyarınca en büyük ve güçlü emperyalist devletler vasıtasıyla bir bütün olarak dünyanın tümünde böyle bir siyasi gericilik artarak hüküm sürmektedir.

Oysa kapitalist üretim ilişkileri, ortaya çıkışından beri, varlığına son verecek güçleri ve imkanları da üretir ve sermaye bu dinamiklerin ortaya çıkmasına engel olamaz. Nitekim burjuva toplumunun mezar kazıcıları çoktan beri dünyanın her köşesinde çoğalmıştır ve çoğalmaya devam etmektedir. Üretimin sermaye boyunduruğuna hacet kalmadan sürdürülmesinin koşulları hızla artmaktadır. Hatta mali sermayenin ortaya çıkışı, yani doğrudan doğruya üretim faaliyeti ile ilişkisi olmayan sermayenin egemen olması bile bu durumun gerici bir ifadesidir.

Ne var ki, bu duruma ve iletişim-ulaşım olanaklarının kıyas kabul etmez biçimde artmış olmasına rağmen hala farklı ülkelerdeki işçilerin birbirleriyle bağları artmamış, birbirlerinden kopuk mücadeleler arasında eşgüdüm kurulamamıştır. Çünkü bunun kendiliğinden olması mümkün değildir. Bunun için devrimci bir dünya partisinin örgütlü ve planlı bir siyasi müdahalesi şarttır.

Oysa burjuva toplumunun miadını doldurduğunun ilan edildiği ve bir enternasyonal örgütlenme ihtiyacı olarak “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” çağrısının ilk kez yükseltilmesinden beri çok zaman geçti. O zaman çok sınırlı olan iletişim ve ulaşım olanakları o günden beri muazzam bir gelişme gösterdi ve dünyanın her köşesini birbiriyle irtibatlandırabilen bir hale geldi. Ama ne yazık ki burjuvazi dünya çapındaki varlığını ve egemenliğini sürdürmek için bu imkanlardan azami ölçüde yararlanırken işçi hareketi cephesinde inadına bir irtibatsızlık ve dağınıklık egemendir.

Her geçen gün kendini farklı biçimlerde belli etmesine karşın, devrimci bir enternasyonale olan ihtiyaç, hala doğrudan doğruya dünya işçilerinin dile getirdikleri bir ihtiyaç değildir. Bırakalım bunu, bugün bir devrimci enternasyonal ihtiyacı bu görevin bilincinde olması gereken proletaryanın en ileri unsurları, bir başka deyişle devrimci militanların çoğu tarafından bile acil bir ihtiyaç olarak görülmemektedir.

Bu durumda, önce komünist/sosyalist/devrimci kimlikleriyle faaliyet yürütenlerin bu ihtiyacın farkına varmasını sağlamak gerekir. Zira işçilerin birliğini sağlamak için evvela onlardan farklı çıkarları olmayan ve onlara öncülük, önderlik etmekle yükümlü olmaları bakımından ayırt edilen komünistlerin birliğini sağlamak gerekir. Bu, sınıf mücadeleleri tarihi boyunca uzun ve ağır bedeller ödenerek kanıtlanmış bir zorunluluktur.

Paylaş