Bandung Öldü mü?: Eski ve Yeni Bandunglar

0

[Aşağıdaki yazı Komünist Köz gazetesinin Mart 2008 tarihli 5. sayısında yayımlanmıştır.]

Bandung Konferansı adı ile anılan devletler arası toplantılar dizisi, 1950’lerde ABD ve Sovyetler Birliği’nın temsil ettiği ve «Soğuk Savaş» kutuplaşmasının dışında kalmak isteyen, çoğunluğu bağımsızlığını yeni kazanmış Asya ve Afrika devletlerinin bir araya gelmesiyle oluştu. 1955 yılı Nisan ayında Endonezya’nın Bandung kentinde düzenlenen, Endonezya, Burma, Sri Lanka, Hindistan, ve Pakistan’ın organizasyonunu üstlendiği ve 29 devletin katılımıyla gerçekleşen konferansın resmi amacı Afrika ve Asya ülkeleri arasındakı ekonomik ve kültürel işbirliğini artırmak ve bütün emperyalist devletlerin sömürgeci politikalarına karşı çıkmaktı.

1955 yılındaki konferansa katılan 29 devlet, dünya nüfusunun yarısından fazlasını temsil ediyordu. Katılan devlet temsilcileri, birçok farklı ülke ve coğrafya üzerindeki emperyalist güçlerin politikalarını eleştirip, buna karşı birlik çağrısında bulundular. Çin Halk Cumhuriyeti ve ABD arasında o dönemde yaşanan gerilim, sömürgeciliğe karşı alınacak tutum, Kuzey Afrika’daki Fransız politikaları, Cezayir’deki Fransız sömürge düzeni ve Endonezya’nın Yeni Gine üzerine Hollanda ile düştüğü ihtilaflar başlıca gündem maddeleriydi.

Tartışılan ana konulardan bir diğeri de, Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki Sovyet politikalarının, ABD ve Avrupa sömürgeciliğinin yanında görmezden gelinip gelinemeyeceği idi. Yoğun tartışmaların sonucunda varılan nokta şuydu: «Sömürgecilik bütün tezahürlerinde» kınanacaktı. Konferans, üçüncü dünya ülkelerinin emperyalist ülkelerle olan bağımlılık ilişkilerinin zayıflatılması için bir takım projeler ortaya koydu. Bu ülkeler, kalkınma projeleri için birbirlerine teknik destek ve uzman personel alışverişinde bulunacaklardı. Ayrıca, teknolojik bilgi birikimlerini paylaşacaklar, bölgesel eğitim ve araştırma enstitülerinin kurulmasında birbirlerine yardımcı olacaklardı.

Bandung Konferansı’yla başlayan hareket, bunu takip eden Belgrad Konferansı ile beraber Bağlantısızlar Hareketi’nin inşası ile sonuçlandı. Bağlantısızlar Hareketi, NATO veya Varşova Paktı benzeri herhangi bir güç blokuna resmi olarak dahil olmayan devletlerin kurduğu uluslararası bir örgütlenme idi. Aslında Bağlantısızlar terimi Bandung’dan kısa bir süre önce, 1954’te Sri Lanka’daki devletler arası konferansta Hindistan başbakanı Nehru tarafından önerilmişti. Nehru, bu konferansta Hindistan ve Çin arasındaki gerilimli ilişkileri «barış ve güvenlik» çerçevesinde düzenleyen beş prensip önermişti:

1.Devletlerin karşılıklı toprak bütünlüğüne ve hakimiyete saygı

2.Karşılıklı saldırmazlık

3.Karşılıklı iç işlerine müdahale etmeme

4.Eşitlik ve karşılıklı fayda

5.Barış içerisinde bir arada yaşama

1955’te toplanan Bandung Konferansı, bu prensipleri bütün katılımcı devletler için genelleştirmeyi amaçlıyordu. Çin başta olmak üzere konferansa katılan devletlerin bir kısmı, detay tartışmalara girmeyip bu konferanstan potansiyel bir birlik çıkartmayı hedefliyordu. Katılan ülkelerin çoğunluğu genel dış politika ve özel birçok çıkar etrafında birbiriyle çelişiyordu. Bu sebeple birçok devlet güncel politik olaylar etrafında tartışmalı gündemleri ön plana çıkardılar. Bu da konferansın birçok tartışmaya sahne olmasına sebep oldu. Sovyetler Birliği’nin emperyalist bir ülke sayılıp sayılamayacağı en önemli tartışma konularından birisiydi. En sonunda buluşulan en önemli nokta ise, daha önce Çin ve Hindistan arasındaki gerilimleri yatıştıran «barış içinde bir arada yaşama» kavramının bütün katılımcı ülkelerce benimsenmesi oldu.

Altı yıl sonra, Yugoslavya lideri Tito, ilk resmi Bağlantısızlar Hareketi toplantısı olacak Belgrad Konferansı’nın çağrısını yaptı. Daha sonra, hareketin amacının «emperyalizme, sömürgeciliğe, yeni-sömürgeciliğe, ırkçılığa, siyonizme, her türden yabancı saldırısına, işgale, baskıya, müdahaleye, hegemonyaya ve büyük güçlere karşı mücadele» olduğu belirtildi.

Hareketin üyeleri arasında Yugoslavya, Hindistan, Pakistan, Cezayir, Libya, Sri Lanka, Mısır, Endonezya, Küba, Kolombiya, Venezuela, Güney Afrika, İran, Malezya ve bir süreliğine Çin bulunmaktaydı. Hareket 1990’a kadar aldığı kararlarda NATO ve Varşova Paktı’na karşı bir duruş aldıysa da, aslında kendi içinde böyle bir bütünlüğü yoktu. Üye birçok devlet, ya Sovyetlere ya da Amerika’ya yaklaşmış durumdaydı. Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında hareket çok önemli bir kriz yaşadı; Sovyetler’e yakın devletler işgali desteklerken özellikle Müslüman ülkeler buna şiddetle karşı çıktılar. Ayrıca, her ne kadar üye devletlerin birbirlerine karşı saldırmazlık anlaşmaları vardıysa da, birçok kez üye devletler arasında sıcak çatışmalar vuku buldu.

Bandung Öldü mü?: Eski ve Yeni Bandunglar

Bundan 53 yıl once, 1955 yılında Endonezya başkanı Sukarno’nun çağrısını yaptığı, Endonezya, Burma, Hindistan, Pakistan ve Sri Lanka tarafından örgütlenen ve 29 devletin katılımıyla gerçekleşen ünlü Bandung Konferansı, o gün bugündür anti-emperyalist dayanışmanın bir simgesi olarak pazarlanmaktadır.

«Aşağılanmış, dışlanmış ve ezilmiş halkların emperyalizme karşı büyük bir buluşması» olarak resmedilen Bandung buluşmasının üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçti. Bu yarım asırlık süreç, Üç Dünya Teorisi’ne ve tarihten ders çıkarmayı bilmeyenlere inat, emperyalist düzen içerisinde burjuva diktatörlüklerinin, burjuva devletlerinin mazlumunun olmayacağını tekrar tekrar gösterdi.

Burjuva Diktatörlüğünün Mazlumu Olmaz

Bandung Konferansı yapılırken “mazlum” denilen devletlerin zalim yüzü bu süreç içerisinde iyice ayyuka çıktı. 1955’te Hollanda’ya karşı bağımsızlığını kazanan ve bu yüzden “anti- emperyalist” Bandung konferansının medarı iftiharı ve ev sahibi olan Endonezya devleti, kuruluşunun hemen ardındaki süreci toprakları üzerindeki ulusal kurtuluş hareketlerini, Sulawesis’leri, Acehleri teker teker katletmekle geçirdi. 1974 yılında da üç dünyanın bu anti- emperyalist gözbebeği, Portekiz’e karşı bağımsızlığını ilan edeli 6 gün olan Doğu Timor’u işgal etmekten kendini alamadı.

Bandung Konferansı’nı organize eden diğer “anti-emperyalist” devletler de Endonezya’dan hiç geri kalmadı. İngiltere’ye karşı 1948’de bağımsızlığını kazanan Burma, üzerindeki diğer ulusları, Monları, Arakanları, Karenleri eziyor; Pakistan devleti Baluçistan’ı ilhak ediyor; emperyalistlerin heykelini dikerek onurlandırdıkları Gandi’nin Hindistanı ise toprakları üzerindeki onlarca ulusun esaretinin bekçiliğini yapıyordu. Üstelik, bu devletlerin hepsi toprakları üzerindeki devrimcilerin cellatlığını yapmaya yeminli olduklarını defalarca gösteriyorlardı.

Sözü geçen “mazlum devletlerin” kendi içlerindeki ulusal mücadelelere ve devrimci hareketlere karşı yaptıkları kıyımlara bir bakınca, Bandung Konferansı’nda dile getirilen «devletlerin karşılıklı toprak bütünlüğüne ve hakimiyetine saygı» prensibinin nasıl bir “anti- emperyalist” dayanışmaya hizmet ettiği daha net bir şekilde görülebiliyor.

Bu devletlerin zulmü sadece üzerlerindeki ulusal kurtuluş hareketlerine karşı da değildi. Bandung Konferansı’nı örgütleyen veya bu konferansa katılan devletlerin büyük bir kısmı, bir yirmi yıl içerisinde, malum olanı ifade ederek, emperyalist düzenin, kapitalist sömürünün ve proletaryanın esaretinin de en büyük savunucuları durumuna da geldiler.

Bandunglar Öldü mü, Yoksa Güçlenerek Ayaklanıyor mu?

Bundan üç yıl önce, 18-24 Nisan tarihleri arasında, Bandung Konferansı’nın 50. yıl dönümü nedeniyle Endonezya Başkanı Susilo Bambang Yudhoyonu yeni bir Bandung toplama önerisi yapmıştı. Bu kez söylem düzeyinde bile bir anti- emperyalizmi gündemine almayan konferans, Bandung’un yehi ruhunu “iyi yönetişim” olarak açıklamıştı. Bunun üzerine Bandung’un 50’lerdeki o “anti- emperyalist” ruhunu özleyenler, Bandung’un geçirdiği değişime bakarak artık mazlum devletlerin de emperyalizm saflarına geçtiğini söylemeye başladılar.

Bugün, Bandung Konferansı’nın geçirdiği değişime ve konferansa katılan devletlerin bu 50 yıl içerisindeki icraatlarına bakanlar için Bandung anti-emperyalizmini eleştirmek hiç zor değildir. Zaten devrimci ya da sosyalist akımlar içerisinde açıkça Bandung ruhunu savunduğunu söyleyenler ve bugün bu ruhu hayata geçirmenin çok önemli olduğunu açıktan açığa savunanlar da çok azdır. Ama asıl azımsanamayacak olan, kendisini esen yeni-Bandung rüzgarlarına kaptıranların sayısıdır.

Tarihe bugünden bakarak, artık Bandung’un o “anti-emperyalist” ruhunun kalmadığını söyleyenler aslında açıkça yanılıyorlar. Bandung ruhu ve onun çarpık anti-emperyalizm anlayışı bugün 21. yüzyılda hala dimdik ayaktadır. Ve bu kez sosyalistler tarafından, merkezci akımlar tarafından da daha büyük bir coşkuyla karşılanmaktadır.

Bandunglar Chavez’in Sosyalizminde Yaşıyor!

Bugün Bandunglar kendilerini Dünya Sosyal Forumlarında, Chavez’in yaptığı ittifaklarda, “21. Yüzyıl Sosyalizmi” çağrılarında gösteriyor.

1955’teki Cemal Abdül-Nassarların, Nehruların, Nkrumahların yerini bugün Ahmedinejadlar, Chavezler, Moralesler almış durumda. Yeni Bandungcular, gelişmekte olan üçüncü dünya ülkeleri arasında bir ittifakı önemsiyor, kapitalizme ve komünizme karşı üçüncü bir yol olarak tarif ettikleri devletçi-kalkınmacı, yeniden dağıtımı önemseyen bir ekonomik politikayı savunuyor, “neoliberalizmi” karşılarına alıp Amerikan karşıtlığı üzerine kurulmuş bir anti-emperyalizm anlayışını takip ediyorlar. Bugün ortada SSCB gibi bir kıble de var olmadığı için, merkezci akımlar da daha rahat bir şekilde yeni Bandungcuların, Chavezlerin peşinden sürüklenebiliyorlar. Bugün merkezci akımların büyük bir kısmı, SSCB’yi bahane ederek komünizme de karşıtlıklarını açıkça dile getiren Bandung anti- emperyalizmini rahatça eleştirebilseler de leninizmin yolundan gitmeyeceğini açıkça söyleyen Chavez’e karşı olumsuz herhangi bir tutum alamıyorlar. Aksine Chavez’in komünizmin takipçisi olmadığını Nassar ve Nehru gibi ısrarla söylemesi bile, merkezci akımların günümüz şartları içerisinde bundan iyisini bulamayacaklarını düşünmelerinin ve bu şartlarda Chavez’e destek vermelerinin önüne geçemiyor. Hatta bugün Chavez’in Venezuela’da oluşturduğu konseyler devrimci akımlar tarafından günümüzün sovyetleri olarak pazarlanabiliyor. Aynı devrimci akımlar, Chavez’in taktiksel hatalarını eleştirip, Chavez’e öneriler yapıp, Chavez’den daha çok Chavez’ci nasıl olunur göstermekten geri kalmıyor.

Yeni Bandungcular da böyle bir ortamda, Chavez’in destek bulmaya çalıştığı Dünya Sosyal Forumları’nda vücüt buluyor. Bu forumlarda emperyalist metropollerden gelen neoliberalizm karşıtlarının ve liberal sivil toplumcuların karşısında Sosyal Forumların “devrimci basıncı” olarak tanımlanan grubun anti-emperyalizmi, 1955 Bandung Konferansı’nın anti- emperyalizminden daha az güdük değildir. Yeni Bandung’un anti-emperyalizmi Amerikan karşıtlığını anti-emperyalizm sananların, ABD işgaline karşı çıkma bahanesiyle Irak devletinin Kürdistan’ı esir etmesini mazur görenlerin, olası ABD işgaline karşı İran’ın bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunanların, proletarya diktatörlüğünün düşmanı Chavez’i baş tacı edenlerin ve şartlar uygun olmadığı için bu devletlerin emperyalistlerle yaptığı her türlü sömürü ve zulüm anlaşmasını mazur görenlerin anti-emperyalizmidir.

Üç Dünya Teorisi

Üç Dünya Teorisi Çin Komünist Partisi’nin 1970’li yıllarda dillendirdiği, dünya devletlerini ekonomik ve politik yönden Birinci Dünya, İkinci Dünya ve Üçüncü Dünya olarak üç gruba ayıran bir görüştür. Dünyanın bu üç gruba ayrıldığı görüşü Mao tarafından ilk defa 1974 Şubatı’nda dile getirilmiş, Deng Xiaoping 1974 Nisanı’nda Birleşmiş Milletler’de Çin Halk Cumhuriyeti delegesi olarak yaptığı konuşmada bu görüşü detaylı olarak açıklamıştır.

Birinci dünya devletleri, dönemin iki süper gücü olan Sovyetler Birliği ve ABD’dir. Üç Dünya Teorisi’ne göre bu iki devlet dünyadaki en sömürücü devletlerdir. Bunlar dünya egemenliği için yarışmakta, kendi yöntemleri ile üçüncü dünya ülkelerini kontrolleri altına almakta, ve kendi güçlerine erişemeyen devletlere zorbalık yapmaktadır. ABD ve Sovyetler Birliği, dünyadaki diğer devletleri bir yandan siyasi olarak kontrolleri altına almakta, diğer yandan da ekonomik olarak sömürmektedir. Bu iki süper güç arasından Sovyetler Birliği sosyal-emperyalist olarak nitelendirilmiş, bu açıdan ABD’den bile daha tehlikeli olarak tanımlanmıştır.

Üçüncü dünya devletleri, Latin Amerika’da, Asya’da, Afrika’da ve diğer bölgelerde bulunan gelişmekte olan devletlerdir. Bunlar tarih boyu kolonileşme ve emperyalizm kıskacında en çok ezilen ve sömürülen ulusları oluşturmaktadır. Bu uluslar esarete ve sömürüye başkaldırıp bağımsızlıklarını kazanmışlardır kazanmasına, ama hala kolonileşmenin kalıntılarından kurtulmaya, bağımsızlıklarını perçinlemeye ve ulusal ekonomilerini geliştirmeye çalışmaktadırlar.

Üç Dünya Teorisi’ne göre bu ulusların devrimci kişiliği onları emperyalizme, sömürüye ve süper güçlere karşı en dinamik savaşçı kılmaktadır. Deng Xiaoping Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmasında Çin’i sosyalist, kalkınmakta olan bir üçüncü dünya ülkesi olarak tanımlamıştır.

Kanada, Japonya, Avustralya, ve Avrupa ülkeleri gibi kalkınmış devletler ise birinci ve üçüncü dünya arasında bulunan ikinci dünya devletleri olarak sınıflandırılmıştır. 70’li yıllara gelindiğinde kimisi halen kolonilere sahip olan bu devletler kalkınmış olmalarına rağmen iki süper güçten birinin kontrolü altındadırlar.

Üç Dünya Teorisi Çin dış politikasına yön veren bir teoridir. Bir yandan sosyal emperyalist olarak adlandırılan Sovyetler Birliği tecrit edilmiştir. Öte yandan, en ezilen uluslar olarak tanımlanan üçüncü dünya devletleri ile ittifak arayışlarına girilmiştir. Bu yaklaşım doğrultusunda kimi faşist ve gerici rejimler “emperyalizm tarafından ezilmeleri” sebep gösterilerek desteklenmiştir. Diğer yandan Üç Dünya Teorisi Çin’in ABD müttefiki devletler ile olan yakınlaşmasının ideolojik kılıfı olarak görüldüğünden keskin eleştirilere hedef olmuştur.

Bu Sene Dünya Sosyal Forumu’nda Ne Oldu?

Dünya Sosyal Forumları kendisini neoliberalizme, sermayenin hükümranlığına ve emperyalizmin her türüne karşı gören sivil toplum örgütlerinin ve sosyal hareketlerin buluştuğu, bu kurum ve örgütlerin fikir ve düşüncelerini demokratik bir şekilde ortaya koydukları ve tartıştıkları, sorunlarına karşı öneriler yaptıkları, deneyimlerini özgürce paylaştıkları açık bir buluşma olarak tanıtılıyor. 2001’de Brezilya’da yapılan buluşmadan beri de, neoliberal politikalara karşı bir alternatif aramaya ve örgütlemeye adanmış bir süreç olarak biliniyor.

2001’den beri düzenlenen Dünya Sosyal Forumları geçtiğimiz yıl, Nairobi’de yapılmıştı. Bu süreç içerisinde Sosyal Forumlarda devrimci potansiyeller keşfedenler, zamanla sosyal forumların tekellerin kontrolüne girmeye başladığından, bürokratikleştiğinden yakınmaya başladılar. 2007’de Nairobi’de yapılan sosyal forumda, bölge halkının sosyal foruma girmesi engellenince hatta Nairobi’nin ezilen kesimlerinden foruma girmeye çalışanların bir kısmı göz altına alınınca sosyal forumlara merkezci akımlar tarafından yapılan eleştiriler de yükseldi.

Bu yıl ise bir Dünya Sosyal Forumu örgütlenmedi, aksine her kurum ve siyasi örgütün bulundukları ülkede Dünya Sosyal Forumu vesilesiyle küresel bir eylem yapması ve Forum’un sokaktaki gücünü küresel çapta göstermesi kararı alındı. Aslında bu öneri, Dünya Sosyal Forumu’nu daha ileri götürmek isteyenler için, ve oradaki anti-emperyalist dinamiklere müdahale edilebileceğini söyleyenler için çok önemli bir fırsattı. Ne yazık ki, bu fırsat, Sosyal Forumlara müdahele etmeyi düşünenlere çok da cazip gelmedi.

Bulunduğumuz topraklardaki eylemi, 26 Ocak’ta TMMOB düzenledi. «Biz, dünyanın tüm bölgelerinde milyonlarca kadın ve erkeğiz, sendika, örgüt, grup ve hareketleriz; biz köylerden, taşradan, varoşlardan, şehirlerden geliyoruz; biz farklı yaşlardan, kültürlerden, inançlardan geliyoruz ve hepimiz güçlü bir inançla birleşiyoruz: BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN!» diyerek örgütlenen Dünya Sosyal Forumu küresel eyleminin Türkiye ayağı, İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana’da 70 ila 100 kişilik eylemlerle gerçekleştirildi.

Geçmişte, Dünya Sosyal Forumu Mumbai’de, Caracas’ta, yani dünyanın öbür ucunda gerçekleşince «ezilenlerin öfkesinin sokaklara taştığını» iddia edenler, Nairobi’de ezilenler ve sömürülenler forumdan uzak tutulduğu için forumu eleştirenler, kendi topraklarında örgütlenen bu “anti-emperyalist” eylemi geliştirmek, ve bu eyleme bu topraklardaki ezilen ve sömürülenleri katmak için özel bir çaba sarf etmediler.

Paylaş