2002’den 2012’ye Ortadoğu’da Değişenler ve Değişmeyenler – 1

0

Bu yazının orijinali Kasım 2012 tarihli Ortadoğu ve Savaş broşürünün sunuş kısmı olarak yayınlanmıştır. Yazının ikinci kısmına buradan ulaşabilirsiniz.

KöZ’ün siyaset sahnesine adım atmasından kısa bir süre sonra Afganistan’ın, sonra da Irak’ın işgali gündeme geldi. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı yahut özerkliği de esas olarak bu dönemde konuşulur oldu. Bu konulara dair KöZ; kendisini soldaki tüm akımlardan farklı kılarak, ayrım çizgilerini kalınlaştırdı. Bugün, Irak Savaşı’nın arifesini de hesaba katarsak, on yıl sonra aynı konuların gündeme geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu sefer emperyalistler Suriye’de bir rejim değişikliğini sağlamak için nasıl bir müdahalede bulunmak gerektiğini tartışıyoruz: Suriye Kürtlerinin bağımsızlığı ve özerkliği gündemin başköşesinde yer edinmiş durumda. Bu yüzden Ortadoğu’da içinden geçtiğimiz dönemde devrimcilerin görevlerinin ne olduğunu anlamak isteyenler öncelikle bu iki dönemi karşılaştırmalıdır. Bu yazıda her iki dönemdeki benzerliklerin üzerinde durulacak. Yazının ikinci kısmında ise farklılıklardan bahsedilecek.

Irak ve Suriye’deki Gelişmeler Emperyalistler Arasındaki Paylaşım Mücadelesinin Işığında Değerlendirilmeli

11 Eylül’ün hemen ardından ve uzun bir süre boyunca sol akımların neredeyse tamamı yaşanan gelişmeleri Kautskyci bir bakış açısıyla, adını koymadan ultra-emperyalizm teorisinden beslenerek, açıklamaya çalıştılar. Bu yüzden de Irak Savaşı’nı her şeye kadir bir Amerika’nın imparatorluk kurma hevesiyle dünya halklarına açtığı savaşın bir parçası olarak yorumladılar. Amerika’nın artan saldırganlığı da bu ‘süper güç’ün esas olarak SSCB’nin yıkılmasıyla rakipsiz kalmasıyla açıklandı. Sol akımlar kendilerini bu imparatorluk teorisine o kadar inandırdı ki işi İngiliz emperyalizmini Amerika’nın finosu olarak adlandırmaya kadar vardırdı.

Buna karşılık KöZ Amerika’nın Ortadoğu’ya yönelik müdahalelerini Leninist emperyalizm kavrayışına uygun bir şekilde ele aldı. Afganistan’da, Irak’ta yaşanan gelişmelerin emperyalistler arasında kâh diplomatik manevralar kâh savaş yoluyla gerçekleşen paylaşım mücadelelerinin bir parçası olarak ele almak gerektiğini savundu. Özellikle Irak’ta bir tarafta Amerikan ve İngiliz emperyalizminin diğer tarafta Alman ve Fransız emperyalizminin yer aldığı bir mücadelenin verildiğini her fırsatta tekrarladı. Amerika’nın saldırganlaşmasının da, Amerika’nın rakipsiz kalmasından çok diğer emperyalistlerle arasındaki güç farkının belirsizleşmesinden kaynaklandığını, ilerleyen dönemde ABD’nin göreli üstünlüğü azaldıkça bu ve benzeri saldırganlıkların artacağını belirtti.

On yıl sonra, Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım mücadelesi sürüyor. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırıı emperyalistler arasındaki mücadeleyi nasıl tetiklemişse, bugün de burjuva basınının Arap Baharı adını koyduğu isyan ve gösteri dalgası aynı mücadeleleri tetikliyor. Tunus’tan Yemen’e uzanan bu paylaşım mücadelesinin son ayağı ise bugün Suriye’dedir. Bugün İngiltere’sinden Fransa’sına tüm emperyalist devletlerin Esad rejimine karşı tavır alıyor olması paylaşım mücadelesinin doğasından çok, üzerinde daha sonra duracağımız başka faktörlerle ilintilidir. Üstelik bu türden ortaklıklar ilk kez yaşanıyor değildir. 1991’deki Birinci Irak Savaşı’nda aynı devletler bir gönüllüler koalisyonu olarak Irak’ı işgal etmişler, on bir yıl boyunca da Irak’a yönelik bugün Esad’a aldıkları tavrın aynısını almışlardı.

Kendi Kaderini Tayin Hakkıyla Başka Devletlerin İçişlerine Müdahale Etmemeyi Birbirinden Ayırmak Gerekir

Irak Savaşı sırasında sol akımların çoğu, emperyalizm kavrayışlarına da bağlı olarak, Amerikan karşıtlığını anti-emperyalizmle eşitleyerek hareket etmişti. Bu nedenle de ABD emperyalizmine karşı olmak adına Ortadoğu’daki savaşlar sırasında önce Taliban’la Baas hükümetini, sonrasında da bu hükümetlerin artıklarının başını çektiği direniş hareketlerini desteklemiştir. Üstelik bu desteği ulusların kendi kaderini tayin hakkıyla gerekçelendirmiştir. Bu ilkeyi kullanmadıkları zaman da söz konusu gerici hareketlere sunulan destekler Afgan yahut Irak halkını savunmak gerekir mazeretiyle gerekçelendirilmiştir.

KöZ ise işgal öncesinde ve sonrasında ulusların kendi kaderini tayin hakkı ile başka devletlerin içişlerine karışmama politikasını birbirinden titizlikle ayırdı. Ulusların kendi kaderini tayin hakkının bir ulusun devlet kurma hakkı olduğunun altını çizerek Ortadoğu’daki diktatörlüklerin varlıklarının savunulmasının bu bağlamda değerlendirilemeyeceğini gösterdi. Anti-emperyalizm mazeretiyle bu tür diktatörlüklere destek sunanların da aslında bir başka emperyalist devletin kuyruğuna takıldığı KöZ tarafından sıklıkla işlenen bir konu oldu.

KöZ işgal boyunca ‘Irak halkını savunmak’ türünden mazeretçi sloganların kofluğunu da sergilemiştir. Bir halkı savunmanın, bir halka, bir mücadeleye destek vermenin soyut temennilerle sağlanamayacağını, siyasal bir desteğin somut bir muhataba, somut araçlarla sunulması gerektiğini savundu. Ortada Irak halkı gibi bir muhatabın bulunmaması bir yana, Irak halkına destek verdiğini söyleyenlerin aslında Irak’taki Baasçı direnişçilere destek verdiğini ifade etti. Buna karşılık Irak devletinin tebaası olan tüm emekçilere düşman bu karşı devrimci hareketlere sunulan desteğin platonik olmanın ötesine geçemediği, bilinç bulandırmanın ötesinde bir anlam taşımadığı da KöZ tarafından sıklıkla tekrarlandı.

Tablo değişmemiştir. Bugün de Beşar Esad ve Baasçı suç ortakları yine solun geniş kesimleri tarafından Irak direnişindeki kadar açık olmasa da desteklenmektedir. Gerekçeler yine aynıdır: Amerikan emperyalizminin müdahalesine karşı olmak, komşuların içişlerine karışmayan barışçı bir dış politikayı savunmak, Suriye halkını savunmak vs. vs. Dün olduğu gibi bugün de söz konusu desteğin platonik olmanın ötesine geçemediği açıktır ama anti-emperyalist bir mücadelenin kimler tarafından nasıl verileceğine dair kafaları karıştırdığı da bir o kadar açıktır.

Amerika Bölgedeki Devletleri Bölerek Yönetmek mi İstiyor?

ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik müdahalesini yorumlayan sol akımlar sıklıkla Amerika’nın bir imparatorluk taktiği olan ‘Böl ve Yönet’ i uyguladığını, Irak’a yönelik saldırıların temelinde de önce Irak’ın sonrasında da İran’ın parçalanması hedefinin yattığını savundu. Aynı akımlar bugün de ABD’nin Libya’yı ve Suriye’yi bölmek için planlar yaptığını savunuyorlar.

KöZ ise Amerika’nın Ortadoğu’ya bölgedeki diktatörlükleri zayıflatıp parçalamak için gelmediğini ileri sürdü. KöZ’e göre bölgedeki olası istikrarsızlıkları engellemek ve bölgedeki dengeleri kendi lehine çevirmek için kapsamı hükümet değişikliklerinin ötesine geçmeyen müdahale ve işgaller planlıyordu. Bu yüzden de ABD’nin bölgedeki devlet aygıtlarını zayıflatmayı değil güçlendirmeyi hedeflediğini, aynı zamanda bölgedeki herhangi bir sınır değişikliğine de karşı olduğunu vurguladı. Tam da bu nedenle tüm sol akımlar ABD Irak’ı bölüyor vaveylası koparırken, KöZ Irak’ta Kürtlere tanınan hakların Irak’ı parçalamak değil Irak’ın bütünlüğünü sağlama kaygısıyla verildiğini savundu. Aynı şekilde ABD’nin Türkiye’deki bölgesel yönetimleri güçlendirerek, Kürt sorununu çözmeyi umduğunu hatırlattı.

Amerika’nın bölgedeki istikrarı koruma yönündeki tutumu bugün de on sene öncekinden farksızdır. Tunus’ta, Mısır’da Amerika ayaklanma dinamiklerini ateşlemek yerine bu dinamikleri söndürmeye, hükümetleri kontrollü bir şekilde değiştirmeye gayret etmiş ve bunda başarılı olmuştur. Suriye meselesinin bu kadar uzamasının, şu ya da bu devletin Suriye’ye müdahale konusunda atak davranmamasının bir nedeni emperyalistlerin Beşar Esad’ın yerine kimi koyacaklarını bilememeleriyse; diğer bir nedeni Irak’takine benzer bir müdahalenin Suriye’nin geri dönülmez bir şekilde parçalanmasına yol açmasından endişelenmeleridir.

Güney Kürdistan, Batı Kürdistan ve İşbirlikçilik

Irak Savaşı boyunca ve sonrasında uzun bir süre için Güney Kürdistan’daki hareketler Türkiyeli akımlar tarafından işbirlikçi olmakla suçlandılar. Suçlamanın gerekçesi PDK ve YNK’nin ABD ile olan yakın ilişkisi ve Irak’ın işgaline onay veren tutumlarıydı. Parçanın çıkarları uğruna bütünün çıkarlarını feda ettikleri için her iki akım da hain ilan edildi.

KöZ ise Güney Kürdistan’daki hareketleri işbirlikçilikle suçlayanları her şeyden önce ezen ulusla ezilen ulus arasındaki ayrımları unutmakla eleştirdi. Ezen ulusun sosyalist ve devrimcilerin ezilen ulusun bağrında boy veren hareketleri eleştirmesinin sadece ezen ulus şovenizmine hizmet edeceğini hatırlattı. Güney’deki hareketleri eleştirmek isteyenlerin bu eleştirilerinin ancak Kürdistan’da Kürdistan’ın bağımsızlığı için pratik politik bir mücadele yürüttükleri koşulda devrimci bir amaca hizmet edeceğini vurguladı.

Üstelik söz konusu Güney Kürdistan olunca, Irak’la Güney Kürdistan arasında parça-bütün ilişkisi kurmanın imkânsız olduğu, Güney Kürdistan’ı Irak’ın bir parçası olarak tanımlamanın, Kürdistan’ın ilhakını meşrulaştıracağı KöZ tarafından sıkça tekrarlandı. Güney’deki hareketler eğer parça-bütün ilişkisi üzerinden eleştirilecekse bunu Güney Kürdistan’ın diğer parçalarıyla ilişkisine bakarak yapmak gerektiği KöZ’ün öne çıkardığı noktalar arasındaydı.

Ayrıca KöZ ABD ile Güneyli Kürtler arasında uzun erimli bir uzlaşmanın mümkün olamayacağını, zira ABD’nin Irak’a Kürtlere özgürlük vermeye değil Kürtlerin sınırlı özgürlüğünü elinden almaya geldiğini savundu. Bu yüzden de daha savaş bitmeden Irak’taki temel problemlerden birinin aykırı bir güç olarak duran peşmerge birliklerinin Irak’a bağlanıp bağlanmayacağı konusu olacağını öngörmüştü. PDK ve YNK Leninist anlamda birer ulusal devrimci hareket olmadıkları için Türkiyeli sol akımların taşıdığı bölünme endişesi de ne yazık ki boşunaydı. Zira Güneyli hareketler ABD planına boyun eğerek federal bir Irak içinde yer almaya razı geleceklerdi.

Ancak, tüm bu sınırlılıklara karşın, KöZ Güney Kürdistan’ın Irak sınırları içinde özerk bir statüye kavuşmasının dahi, Amerika’nın niyet ve emellerinden bağımsız olarak, Kürtlerin Irak’a olan bağlarını zayıflatacağını ve bölgedeki devrimci gelişmelerin önünü açacak bir mevzi olacağını ifade etmişti.

Savaşın ertesindeki gelişmeler bu öngörüleri doğruladı. 2006-7 yılına kadar Irak’taki ana tartışmalar Güneyli Kürtlerin Irak’a entegrasyonu konusunda düğümlendi. Nihayetinde tüm tehditlere, sol çıkışlara karşın Güney Kürdistan sorunu peşmergelerin Irak ordusuna entegre edilmesiyle çözülmüş oldu. Ama ilerleyen dönemde Güneyli Kürtlerin elde ettiği mevziinin Türkiyeli Kürtlerin toparlanmasına da hizmet ettiği görüldü. Aynı şekilde, söz konusu statünün sağlanmasıyla birlikte Barzani’nin TC ve Amerika ile birlikte PKK’ye karşı ortak bir girişimde bulunması iyice zorlaştı. ‘Barzani bu kez ciddi’, ‘PKK’ye büyük kıskaç’ türü haberler Türk burjuva basının temcit pilavı gibi ısıttığı karşılıksız temenniler olmanın ötesine geçemedi.

Daha da önemlisi Suriye’deki son gelişmelerin gösterdiği üzere Güney Kürdistan’daki özerk yönetim Suriyeli Kürtler açısından hem önemli bir maddi destek hem de gerisine düşülmeyecek siyasal bir eşik oldu. Batı Kürdistan’daki Kürtlerin, Güney’deki Kürtlerin gerisindeki bir statüyü kabul etmeyeceğini görmek gerekir. O halde tıpkı on yıl önce olduğu gibi, Suriye Kürdistanı’nda da önemli bir mevzii kazanılmıştır. Ancak yine on sene önce olduğu gibi, bugün de emperyalistler Suriye’yi bölmek şöyle dursun, Suriye’nin bütünlüğünü korumak için Kürtlere Esadsız bir Suriye’ye bağlanmayı dayatacaklardır.

Sürprizli Gelişmeler ve Statükoculuk

Tüm bu olaylar dizisi, KöZ’ün Irak Savaşı sırasında ‘bölgede sürprizli gelişmelere hazırlıklı olmak gerekir’ saptamasında bulunurken ne kast ettiğini daha somut bir biçimde ortaya koymaktadır. 2002-2007 boyunca sürprizli gelişmeler Irak’taki siyasal krizler, iktidar boşlukları, kısacası Güneyli Kürtlerin önüne çıkan fırsatlardı. Bugün ise Esad’ın kendisini korumak, Türkiye’yi sıkıştırmak ama aynı zamanda Kürtleri Türkiye’ye ezdirmek için yaptığı geri çekilme hamlesi Batı Kürdistan’da iktidar boşluğu doğuran bir başka sürprizli gelişmedir. Tek farkla ki, bu kez Suriyeli Kürtler gerici Baas ile gerici Özgür Suriye Ordusu arasındaki dalaşa taraf olmayıp kendi bayraklarını göndere çekmişlerdir. Ki bu durum başlı başına, bölgeye dahil olan hiçbir aktör tarafından öngörülemeyen bir sürpriz olmuştur.

İşte bu sürprizli gelişmeler ve yarattıkları devrimci fırsatlar nedeniyle solun geneli kâh savaşa karşı soyut ve karşılıksız bir barış ajitasyonu yaparak kâh bu ajitasyonla el ele giden bir felaket tellallığına soyunarak kurulu dengeleri umutsuzca savunmaya girişirken, geçmişte olduğu gibi bugün de KöZ ısrarla kurulu dengelerin altını oyan gelişmelere parmak basmaktadır.

Devrimci Parti İhtiyacı

Ortadoğu’da geride kalan on sene içerisinde değişmeyenleri sıralarken üzerinde beklide en çok durulması gereken nokta bölgede dün olduğu gibi bugün de söz konusu imkânları devrimci bir şekilde değerlendirecek bir partinin eksik olmasıdır. KöZ Irak Savaşı boyunca devrimci dinamiklere dikkat çekerken diğer akımların aksine partisiz bir şekilde politika yapmaya, arkasında durulamayacak taktik sloganlar üretmeye yeltenmedi.

Tersinden, Kürdistan’ın dört parçasında örgütlenmiş bir komünist parti olmadığı sürece Kürdistan’ın özgürleşmesinin ve Ortadoğu’ya barışın gelmesinin mümkün olmadığını ifade etti. Bugünkü hareketler Ortadoğu’daki dengeleri bir daha geri dönülemeyecek şekilde dönüştürmektedirler. Ancak bu hareketlerin hiçbirisi bölgedeki ezen ulus devletlerinin boyunduruklarını parçalayacak bir programa ve mücadele çizgisine sahip değildirler. Bu bakımdan, aralarında iktidar sorununa yaklaşım bakımından birazdan değineceğimiz önemli farklar bulunsa da, dün Güney Kürdistan’da olduğu gibi bugün de Batı Kürdistan’da federal çözüme karşı çıkacak bir parti mevcut olmadığından, Suriyeli Kürtler bir kez daha Suriye boyunduruğuna mahkum kalacaklardır.

Paylaş