Türkiye Niye Arjantin Gibi Olmaz?

0

Bu yazı Ocak 2002 tarihli KöZ Gazetesi 20. sayısında yayımlanmıştır.

Türkiye Arjantin gibi olur mu? Son günlerde burjuva ideologlarının, reformistlerin ve devrimcilerin sıkça sorduğu bir soru bu. Türkiye Arjantin olur mu? Bu sorunun na­sıl cevaplanacağı besbellidir.

Yine de burjuvazinin paralı uşakları büyük bir hevesle televizyonlardan Türkiye’nin ne­den Arjantin olamayacağını anlatan açıklamalar yapıyorlar. Arjantin’in aksine Türkiye’nin krizden kurtulduğunu, düze çıktığını; Türkiye’de aile bağlarının ve top­lumsal dayanışmanın kuvvetli olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarıyla burjuva i­deologları Türkiye’nin neden Arjantin olamayacağını bilimsel bir şekilde ispat et­miş oluyorlar!

Reformist akımlar ise aynı soruyu olumsuz bir biçimde yanıtlıyor. Reformistler burjuvazinin ne kadar kör olduğundan yakınıyorlar. Reformistlere göre Türkiye hızla Arjantin olmaya doğru ilerliyor. Buna göre burjuvazi böyle akılsız davranmaya devam ederse, IMF’nin emirlerini kölece yerine getirmeyi sürdürürse Türkiye Arjantin olabilir.

Böylelikle burjuva ideologları da reformistler de aynı soruya farklı yanıtlar verseler bile, aslında soruyu aynı şekilde kavradıklarını göstermiş oluyorlar. “Türkiye’nin Arjantin gibi olmasının” kendileri için kötü bir şey olduğunun farkındalar. Türkiye’nin Arjantin gibi olmasını istemiyorlar.

Reformistler ve sendika bürokratları, böyle bir hareketi massedecek ve böylece düzen açısından işlev ve itibar kazanabilecek bir çapta olmadıkları için Arjantindeki gibi bir gelişmenin erkenden patlak vermesinden ürküyorlar. Ama bir yandan da niyet ve hedeflerini şimdiden belli etmekten geri durmuyorlar: «biz olsak bu tür gelişmelerin önünü alırdık»  mesajını veriyorlar. Kendilerine fırsat verilsin istiyorlar.

Düzenin savunucuları da, Arjantin’deki peronistler ve onların etkisindeki sendikal örgütlerin çapında tamponlara sahip olmadıklarını bildikleri için bu tür bir olasılığı ötelemek istiyorlar.

«Türkiye Arjantin gibi değil, burada (bazıları «artık», bazıları «şimdi» kaydını koyuyor) öyle şeyler olmaz» diyerek teselli bulmaya çalışıyorlar ama bir yandan da çare düşünmeye başlıyorlar.

Devrimci akımlar ise, Arjantin’deki gelişmelere gıpta ve özlemle bakıyor. Bir gün aniden Türkiye’de de benzer gelişmeler olabileceğini ciddi ve samimi olarak kurgulamayı tercih ediyorlar. Tıpkı Seattle, Davos, Cenova örneklerinde olduğu gibi, bu gelişmeleri kara bulutları dağıtan güneş ışınları gibi algılayıp, git gide bozulmakta olan maneviyatlarını düzeltmek için bu fırsatın tadına varmaya çalışıyorlar. Böylece, “Türkiye Arjantin gibi olabilir” diyerek daha baştan reformistlerden ayrı duruyorlar. Burjuvazinin sözcüleriyle de karşı karşıya gelmiş oluyorlar. Ama onlar kadar bu gelişmelerden kendilerine bir ödev çıkartmış olmuyorlar.

Zira bu ciddi ve samimi dileğin gerçekleşmesi için ekonominin daha da kötüleşmesi, krizin daha da derinleşmesi gerektiğini sanıyorlar. Kriz derinleşsin ki bıçak kemiğe dayansın; var olan durum emekçilerin canına tak etsin; Türkiyeli emekçiler de Arjantin’deki sınıf kardeşleri gibi ayaklansın istiyorlar. Daha önce irili ufaklı bir çok örnek deneyim altını çize çize tam aksine işaret ettiği halde, Emek Platformu’nun, Bayram Meral’in ilan edeceği bir genel grevin ardından Arjantin’deki gibi bir gelişmenin doğabileceğine inanmak ister gibi görünüyorlar. Reformistler bu gelişmelerden kendi misyonlarını oluşturmak için sonuçlar çıkarmaya ve eksiklerini tamamlamak için gayretlenmeye başlıyorlardı. Devrimciler kendi varlıklarını küçümseyen ve neredeyse hesaba katmayan “sosyal patlamalar” tasavvur etmeyi tercih ediyorlar.

Sırf bu nedenle bile, Türkiye’de en azından bugün için Arjantin’deki gibi gelişmeler olamaz. Ama bunun nedenlerini burjuva demagoglarının yaptığı gibi Türkiye’nin ekonomik durumuna, Türkiye’de aile yapısının güçlü olmasına bağlamak doğru değildir. Zira bugünkü nesnel koşullardan daha elverişsiz koşullarda aynı çapta olmasa bile benzer gelişmelerin olduğunu ve daha gelişkinlerinin olabileceğini biliyoruz.

Pek çoklarının yüzü Cenova’ya dönerken, Arjantinli emekçilerin o sırada kendi başlarına 19 Aralık’ın provasını yapmakta olduğunu da unutmuş değiliz.

Hem bunların farkında olup, «hem de Türkiye Arjantin gibi olur mu?» sorusuna ya­nıt aramak, iki kere iki sorusunun yanıtını bulutlara bakarak aramaya benzer.

Bu bakımdan KöZ’ün arkasında duran komünistlerin yanıtı hem reformistlerden hem de devrimcilerin çoğundan farklıdır: Türkiye’de sendika bürokratlarının ilan e­deceği bir genel grevin içinden Arjantin’deki gibi bir ayaklanma patlak vermesi o­la­sılığı yoktur.

Bu yüzden bir gözüyle Arjantin görüntülerine bakıp, bir gözüyle de Emek Plat­formu’nun ne yumurtlayacağını merak ederek hülyalara dalmanın zamanı de­ğildir.

Yaşadığımız topraklarda Arjantin’dekini aşan bir ayaklanmanın eli kulağındaymış gi­bi hareket etmek zorunda olduğumuzun da farkındayız. Bunun farkında olmak i­çin sınıf düşmanının telaş ve tedirginliğine, reformistlerin gayretkeş hazırlıklarına bak­­mak ve daha anıları sımsıcak olan yakın geçmişin deneyimlerini hatırlamak ye­ter.

Komünistlerin birliğini savunanlar Arjantin’deki ayaklanmayı aşarken reformistlerin ve merkezcilerin maskesini de aşağı indirecek olan bir yükselişin mimarları olmak is­­tiyor. Arjantin derslerini öğrenmek için yüzlerini Arjantin’e dönüp kulaklarını Emek Platformu’na vermeyi reddediyor. Oradaki ayaklanma gibi bir ayaklanmada en ön sırada olacak olan emekçilerin arasında yer almaya özen gösteriyor. Bugünden iş­­çi sınıfının en çok ezilen, sömürülen kesimlerinin aynı zamanda en örgütsüz ke­sim­leri olduğunu, devrimcilere ve devrimci örgütlere en çok onların ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Onların arasında çalışmayı, onların güvenini kazanmayı be­ce­re­meyenlerin yarın onlara önderlik etmesinin mümkün olmadığını akıldan çı­karmıyoruz. Arjantin derslerini onlarla birlikte çalışmadan Arjantin deneyiminin a­şı­lamayacağını unutmuyoruz.

Paylaş