Bu yazı KöZ’ün 2016 Kasım sayısında yayımlanmaya başlayan Stalin Dosyası’ndan alınmıştır.
20.yy’ın siyasi tarihine damga vurmuş kişilerden bahsedildiğinde Stalin ismi her cenah tarafından olumlu veya olumsuz olarak anılanların başında gelir. Bilhassa komünistler kendi tarihlerine baktıklarında geçtiğimiz yüzyılın önemli dönemeçlerinde Stalin, gerek Ekim Devrimi’nin yaratıcısı olan partideki yeriyle gerek bu devrimin meyvesi olan SSCB’deki görevleriyle önemli bir yer tutar. Liberal ve gerici çevreler genellikle bir günah keçisi diktatör olarak Stalin ismini bir tekerleme mahiyetinde Hitler ile birlikte akla getirirken sol içinde Stalin’i bir tarihsel karakter olarak nereye koymak gerektiğine dair birbirine zıt görüşler bulunur. Kimi akımlar Stalin figürünü Marx, Engels ve Lenin’in ardından bayraklarına taşırken kimileri de onu Ekim Devrimi’nin başına gelenlerin tek suçlusu olarak anma eğilimini gösterirler.
İşte bir yüzyılın siyasi tarihine damga vurmuş olan bu şahsiyet 18 Aralık 1879’da Tiflis’e 76 km uzaklıktaki Gori adlı bir kasabada dünyaya geldi. Stalin’in, daha doğrusu doğum adıyla İosif Vissariyonoviç Cugaşvili’nin doğduğu toprakların kaderi hem ailesinin hem de onun yaşamının ilk dönemi üzerinde en belirleyici etken olmuştur.
19.yy’ın sonlarına kadar geri kalmış bir köylü coğrafyası olan Kafkasya yüzyılın sonuna doğru bir bakıma kendi sanayi devrimini yaşamış; Bakü ve Batum’daki petrol sanayisi İngiliz ve Fransız sermayesinin yardımıyla gelişmiş, Tiflis önemli demiryollarının kavşak noktası haline gelmiştir. Nitekim Tiflis’teki demiryolu işçileri arasındaki çalışma da Stalin’in kendi tabiriyle devrimci çıraklığının bir parçası olacaktır. Bununla birlikte toprak köleliğinin 1861’de Rusya’da, 1864’te Gürcistan’da kaldırılması yüzyıllar boyunca toprağa ve efendilerine bağlı olarak yaşamak zorunda bırakılmış köylülerin şehirlere ve kasabalara gelmesine yol açmaktaydı. Hızlı bir proleterleşme dalgası yaşayan Kafkasya yüzyılın sonuna doğru aynı zamanda işçilerin ekonomik mücadelesinin yükseldiği bir yer haline geliyordu. Eski bir toprak kölesinin oğlu olan Stalin’in babası da hür bir zanaatkar olmak isteğiyle Gori kasabasına gelmiş bir kunduracıydı. Babası kimi kaynaklara göre Stalin 11 yaşındayken öldü kimilerine göre ise Gori’den ayrılıp Tiflis’te bir fabrika işçisi olarak hayatına devam etti ve 1909’da öldü.
19.yy’ın sonlarında ortaya çıkan işçi mücadelesi bir yana, Gürcistan’ın kaderini uzun yıllar boyu etkileyen bir diğer olay Rus Çarlığı’nın işgaliydi. Tarih boyu Perslerin, Türklerin ve Rusların saldırılarına maruz kalmış bu coğrafya 93 Harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus savaşından sonra tamamen Çarlığın hakimiyetine geçmiş bulunmaktaydı. Gürcü prenslerin bir bakıma kendi istekleriyle Çarlığa tabi olmalarından kaynaklı olsa gerek, Gürcistan’da Rus Çarlığının işgali altında bulunan diğer bölgelere, örneğin Polonya’ya kıyasla, güçlü bir ulusal hareket gelişmemişti. Fakat işgalcilere karşı duyulan ulusal öfke halk arasında destanların, hikayelerin önemli bir unsuru haline geldi. Stalin’in devrimci hayatının ilk dönemlerinde kendine takma ad olarak benimsediği “Koba” (Baş eğmez anlamında) ismi de Gürcü yazar Kazbegi’nin Nunu adlı romanında geçen Çarlığa karşı mücadele vermiş bir kahramandı. Kafkasya’nın bu “haydut” destanlarının etkileri yaklaşmakta olan devrimci dönemde de kendini gösterecekti.
1905 Devrimi’nde en militan mücadelelerin yaşandığı ve devrimin en son geri çekildiği yer olan Kafkasya, barındırdığı toplumsal çelişkilerle bunun sinyallerini yüzyılın sonlarında veriyordu. Bu toplumsal çelişkilerin yanı sıra bu çelişkileri devrime taşıyacak olan öznel etkenlerin var olup gelişebileceği bir zemin de bu topraklarda yeşermekteydi. Rusya’nın sanayi merkezlerinden sürgün edilen Marksist işçiler ve farklı görüşlerden devrimcilerin sürgün yerlerinden birisi de Kafkasya’ydı. 1890’ların ortalarına gelindiğinde Rusya’da Marksizm diğer devrimci akımlara karşı üstün bir konuma gelirken bir bakıma Rusya’daki merkezleri takip eden Kafkasya’daki devrimci düşünce de bundan etkilenmişti, sosyal demokrat hareket galebe çalmaktaydı.
Ekonomik zorluklarla boğuşan bir ailenin üç çocuğundan doğduktan sonra yaşayabilen tek çocuk olan Stalin’in hayatını kökünden değiştirecek şey Tiflis’teki ilahiyat okuluna yazılması olur. Kendisi gibi bir kunduracı olmasını isteyen babasının aksine annesi belki de oğlunun başka bir toplumsal sınıfa sıçramasını istediğinden önce Gori’deki hazırlık okuluna sonra da Tiflis’teki İlahiyat okuluna gitmesini sağlar. Nitekim o dönemde Cugaşvili’nin işçi olmak dışındaki tek seçeneği böyle bir okula giderek bir memur ya da rahip olmaktı.
15 yaşında Gori’deki hazırlık okulunu tamamladıktan sonra Tiflis’te İlahiyat okuluna başlar. Stalin’in politikleşmesi de bu okul sayesinde olur. Yönetiminde Rus rahiplerin olduğu, Rusça eğitim veren ilahiyat okulu Gürcistan’daki toplumsal çelişkilerden azade bir yer değildir. Henüz genç Cugaşvili’nin okula adım atmasından önce, okulda öğrencilerin ders boykotları düzenlemesinden, okuldan uzaklaştırılan bir öğrencinin okul müdürünü öldürmesine varan siyasi olaylar cereyan eder. Nitekim Gürcistan’da ilk Marksist örgütlenmeleri yaratacak kuşak da bu okulun sıralarından geçerek siyasi mücadeleye katılmıştır. O dönem bir üniversite bulunmayan Tiflis’te ironik bir şekilde en ilerici gençler bu rahip okulundan çıkar. Okulun uzunca bir yasaklı kitap listesi olmasına rağmen öğrenciler okul dışında kitap kulüplerine üye olup dünya edebiyatıyla, felsefeyle ve siyasi yazınla kısıtlı da olsa tanışma fırsatı yakalar. Stalin’in macerası da bu şekilde gelişir.
1898’e gelindiğinde Stalin “Messame Dassi” adındaki sosyalist gruba katılır. Messame Dassi devrimci bir örgütten ziyade yasal bir gazete etrafında toplanmış, üyelerinin kendini Marksist olarak tanımladığı bir gruptur. 1898 yılı Rus sosyal demokratlarının bir parti kongresi topladıkları fakat kongrenin polis baskını yüzünden sona erdirilemediği bir dönemeç noktası olur. Kongre sonucunda bir parti inşa edilememiş olsa da Rusya’daki sosyal demokratlar işçilerin içinde çalışmaktan da kendi aralarında siyasi tartışmalar yürütmekten de geri durmuyorlardı. Messame Dassi’ye katıldığında Stalin’in ilk görevlerinden biri grubun bağı olduğu işçilere sosyalizm propagandası yapmak olur. Bir yandan da grubun içindeki tartışmada onu Messame Dassi’ye katan iki devrimciyle birlikte –Saşa Tsulukidze ve Lado Ketskohoveli- Messame Dassi içindeki legal Marksist eğilime karşı çıkar.
Messame Dassi’ye katılmasından bir sene sonra, 1899’da Stalin okuldan atılır.1889-1900 arasında Tiflis’te demiryolu atölyelerinde ve fabrikalarda patlak veren grevlerin örgütleyicilerinden olur, yasadışı bir matbaada bildiriler basılması ve bunların işçiler arasında dağıtılmasında görev alır.
1900 yılında Lenin’in arkadaşı olan ve Iskra’yı sahiplenen Kurnatovski’nin Tiflis’e gelmesiyle Iskra’nın savunduğu fikirler buradaki devrimciler üzerinde etki yapmaya başlar. Stalin de legal Marksistlere ve ekonomistlere karşı Iskra’da savunlan fikirlerin destekçisi olur.
1900’de Tiflis’te örgütlenen ilk 1 Mayıs’ta yer alır. 1901’e gelindiğinde bu sefer 1 Mayıs gösterileri şehrin göbeğinde örgütlenir. Bu 1 Mayıs’tan önce tevkifata uğrar, hayatı boyunca ücret karşılığında çalıştığı tek iş olan rasathanedeki gözlem işinden de ayrılmak durumunda kalır ve yasadışı kişi konumuna geçer. Bu tarihten 1917’ye kadar da öyle kalacaktır; devrimci faaliyet, hapis, sürgün ve sürgünden kaçış, yaşamında peşi sıra birbirini takip edecektir. Yeraltı faaliyetlerinin en riskli işlerinde sorumluluk üstlense de Çarlık polisine kesin delil bırakmayarak sürgün cezasından fazlasını almamayı başaracaktır.
1901’in sonbaharında Tiflis sosyal demokrat komitesine seçilir. Fakat Tiflis’te polisin gözüne batmış biri olarak çok fazla kalamaz ve bu yılın sonunda Batum’a geçer. Batum’da gizli bir matbaanın kurulmasında görev alır. Grevdeki işçilerin tutuklanması üzerine çıkan ve 14 işçinin askerler tarafından öldürüldüğü gösterilerde yer alır. Ayaklanma mahiyetindeki bu olaylardan sonra Batum’daki tüm sosyal demokratlar gibi Stalin de tutuklanır ve hapse atılır. 1903 yılında hapiste olmasına rağmen sosyal demokratların Kafkasya Yürütme Komitesi’ne seçilir. Kasım ayında ise Sibirya’ya sürgüne gönderilir fakat bu sürgün çok uzun sürmez, 1904 Ocak’ta sürgünden kaçıp Tiflis’e geri döner.
RSDİP’in 2. Kongresi Stalin hapisteyken gerçekleşir. Bu kongre sosyal demokrat hareket içindeki tarihi kırılmanın gerçekleştiği, partinin Bolşevikler ve Menşevikler olarak ikiye ayrıldığı kongredir. İlk bakışta ilginç gözüken, partiyi ikiye bölen ihtilafın program üzerine değil de kimin parti üyesi olacağına dair tüzüğün ilk maddesinde çıkmasıdır. Partinin işçi sınıfının tümünü kapsaması gerektiğini düşünen Menşeviklerle partiyi işçi sınıfının öncü ve bilinçli kesimlerinden oluşan bir profesyonel devrimciler örgütü olarak gören Bolşevikler arasındaki ihtilaf salt bir örgütsel mesele değil siyasal muhtevası olan bir ayrışmaydı. Öyle ki bu ayrışma sadece RSDİP’i ikiye bölmeyecek, 2. Enternasyonalin iflası ve Komünist Enternasyonalin kurulmasıyla bir anlamıyla bütün dünyadaki sosyal demokrat hareketi ikiye bölecekti. Muhtemelen ilk anda tarihsel anlamı anlaşılmayan bu ayrışmanın kongre gerçekleşirken hapiste olan ve sonrasında sürgüne gönderilen Stalin tarafından tam olarak ne zaman öğrenildiği tartışmalıdır. Fakat en kötü ihtimalle sürgünden Tiflis’e döndüğünde ayrışmadan haberdar olan Stalin Menşeviklerin kalesi olan Kafkasya’da az sayıdaki Bolşevikten biri olur.
“Genel Prova” Günlerinde Stalin
Bolşeviklerin safındaki bir RSDİP militanı olarak Stalin’in hayatının seyri Çarlık rejiminin seyriyle paralel ilerliyordu. Bu akıştaki önemli dönemeçlerden biri şüphesiz 1905 Devrimi’ydi. Rus- Japon savaşında Çarlığın ağır darbeler alması hayat şartları sefil durumda olan işçileri hareketlendiriyor, bir ayaklanmanın yolu döşeniyordu. 22 Ocak 1905’te Papaz Gabon önderliğinde klise ikonları ve Çarlığın sembollerini taşıyarak “kutsal” yöneticilerine dilekçe sunmak için kışlık sarayın önüne gelen işçilere Çarlık muhafızlarının ateş açması ayaklanmanın fitilini ateşlemiş oldu.
Çarlık’ın başkenti St.Petersburg’da Kanlı Pazar yaşanmadan kısa bir süre önce Kafkasya’daki olaylar da kitlelerdeki hareketliliğe dair önemli ipuçları veriyordu. Bakü’deki petrol işçilerinin grevi işverenleri Rus Çarlığı’ndaki ilk toplu sözleşmeyi yapmak zorunda bırakmıştı. Stalin’de grev başladığında Bakü’ye gitmiş sonrasında, Kafkas Sosyal Demokratlar Birliği adına yazdığı bildiride işçiler için intikam saatinin çaldığını yazmıştı.
1905 Devrimi boyunca Stalin’in oynadığı role dair gerek siyasal hasımları gerek SBKP’nin resmi tarihçileri farklı açılardan hakikatle pek uyuşmayan bir tablo çizeceklerdi. SBKP’nin resmi tarihçilerine göre Stalin, 1905 Devrimi döneminde ve öncesinde Kafkasya’daki Bolşeviklerin lideri, ”Kafkasların Lenini”ydi. Stalin’in hayatının farklı dönemlerine ilişkin olarak da getirilen bu abartılı yorumların yanı sıra devrim sürecinde giriştiği partinin gizli askeri kolundaki görevlerine ilişkin ise resmi tarihte sessizlik söz konusudur. Troçki’nin yazmaya koyulup tamamlayamadığı biyografisinde ise Stalin adeta devrimin olmasından rahatsız olan, kitle hareketine burun kıvıran bir parti bürokratı olarak resmedilir. Elbette 1905 Devrimi’nde St.Petersburg Sovyeti başkanlığı yapmış olan Troçki’nin etkisiyle, Kafkasya’da bir RSDİP militanı olan – 1903’te hapisteyken dahi Kafkas Sosyal Demokratları Federasyonu’nun Yürütme Komitesi’ne seçilecek öneme sahip olsa da- Stalin’in bireysel meziyetlerinin olaylara olan etkisi kıyaslanamaz. Fakat daha önemlisi böylesi bir kıyaslamayı yapmanın tümden yanlış olduğudur. Nitekim 1917’de Bolşeviklerin saflarına katılana kadar örgütlü hareket etmeyle pek barışık olmayan, etkileyici bir hatip ve yazar olarak Troçki’nin “faydasız güzelliğinin” etkisi St. Petersburg Sovyet’i Çarlık askerlerince kuşatıldığında işçilere silahlarının horozunu kırmayı öğütlemek olacaktı. Aynı biyografide, “Ne Yapmalı ?”da Lenin tarafından partiye dair ileri sürülen görüşleri hareketin kendiliğindenliğini göz ardı eden, yanlış ve tek yanlı bulan Troçki’nin bu bakımdan bir parti disiplinine bağlı olarak hareket eden Bolşevik militan Stalin’in 1905 Devrimi sürecinde yapıp yapamadıklarını küçümsemesi şaşırtıcı değildir.
Lenin’in meşhur tabiriyle proleter devrimin bir “genel provası” olarak anılan 1905 Devrimi’nin ancak prova olabilmesinin en önemli sebebi şüphesiz RSDİP’in içinde bulunduğu durumdu. İki fraksiyona bölünmüş olan ve önemli bir kısmı Menşevik olan partinin safları devrim sürecinde genişlese de parti bir devrime önderlik edebilecek durumda değildi. Fakat Bolşevikler böyle bir ayaklanma sürecinde ayaklanmayı devrime taşıyacak askeri hazırlığın gerekli olduğunun altını çizip bir yandan da buna dair adımlar atıyorlardı. Stalin’de gizli yürütülen ve sıkı bir disiplin gerektiren bu çalışmaların Kafkasya’daki önemli örgütleyicilerinden oldu.
1905 yılı aynı zamanda Stalin’in partinin ulusal çaptaki bir konferansına ilk katıldığı tarihti. Finlandiya’da gerçekleşen bu konferansa Stalin “İvanoviç” takma adıyla katılır. Tammerfors konferansı devrimin henüz yükselişte olduğu bir dönemde gerçekleşir, Krupskaya’nın anılarında aktardığı üzere delegeleri devrimin coşkusu sarmıştır. RSDİP’in Stockholm kongresinden önce sadece Bolşevik üyelerle toplanan bu konferansın başlıca tartışılan konularından biri ayaklanmanın etkisiyle sola kayan Menşeviklerle birleşmeydi. Fakat Stockholm kongresinde uzlaşmazlıklar yine baş gösterecek ve birleşme nihai olarak gerçekleşmeyecekti. Fraksiyonlar kongreden sonra da varlıklarını koruyacaklardı. Olayların etkisi ayrışma sürecinin uzamasına yol açacak, Bolşevikler ancak 1912’de tamamen Menşeviklerden koparak bağımsız partilerini kuracaklardı.
Tammerfors konferansı sırasında ilk defa gördüğü Lenin’den ne kadar etkilendiğini – bir dağ kartalı olarak tasvir ettiği Lenin’in ufak tefek olmasından duyduğu hayal kırıklığını da belirterek- sonraları Kızılordu öğrencilerine yaptığı bir konuşmada dile getirse de Lenin ile ilk fikir ayrılığı da bu konferansta ortaya çıktı. 1905’te ayaklanmaya karşı Çar bir danışma meclisi olarak Duma’nın açılmasına izin vermiş, seçimler meselesi konferansın gündemine gelmişti. Yerel komitelerden gelen bir çok delege gibi Stalin’de bu seçimleri tamamen boykot etmeyi savunuyordu. Lenin parlamento kürsüsünü tamamıyla Menşeviklere ve liberallere bırakmayı istemiyor, bu araçtan da devrimin çıkarına uygun şekilde faydalanılmasını istiyordu. Fakat karşılaştığı kuvvetli muhalefet karşısında geri adım attı ki ileri de bunu Bolşeviklerin bir hatası olarak değerlendirecekti. Kararın yazılmasını üstlenen komisyonda Stalin de yer alacaktı.
Stalin’in daha göze çarpan bir rol oynayacağı diğer bir parti kongresi 1906 Nisan’ında toplanan Stockholm Kongresidir. Bu kongreden beklenti Bolşevik ve Menşevikler arasında bir birliğin doğmasıydı. Fakat devrimin geri çekilişi Menşeviklerin devrimin ateşli günlerindeki radikal tutumlarını geride bırakmalarına yol açmış, kongreden RSDİP’in birliğinin çıkması ihtimali zayıflamıştı. Netice de şeklen bir birlik doğsa da fraksiyonlar kendini korumaktaydı. Stalin kongrede Kafkasya’yı temsil eden 11 delegeden tek Bolşevik olandı. Kongrenin gündemindeki önemli meselelerden biri toprak sorunuydu. Menşevikler toprakların yerel yönetimlere geçmesi taraftarıydı. Lenin işçi ve köylülerin demokratik diktatörlüğü altında toprağın kamulaştırılmasını savunuyordu. Stalin ise toprakların köylüye dağıtılmasından yanaydı. Lenin’in görüşü, İki Taktik’te ifade ettiği -tam manasıyla içi doldurulmasa da- İşçi ve Köylülerin Demokratik Diktatörlüğü teziyle bağdaşır nitelikteydi, Lenin demokratik ve sosyalist olmak üzere iki ayrı devrim öngörmüyor, bu aşamaları tek bir devrimin önüne alacağı görevler olarak ele alıyordu. Stalin’in görüşü devrimin demokratik niteliğinin bu görevi gerçekleştirmeye engel olacağına dayanıyordu, bir bakıma İki Taktik’deki tezler Bolşevikler tarafından da tam olarak anlaşılamamıştı. Stalin çok sonraları bu toplu eserlerine yazdığı önsözde bu tutumunu o dönemki “dar görüşlülüğüne” bağlayacaktı. Bu dönemde Stalin’in aldığı tutumların doğruluğu yahut yanlışlığı bir tarafa taraftarlarının veya hasımlarının yaptığı üzere Stalin’i, Lenin’in her dediğini tekrarlayan bir uydusu yahut her konuda Lenin’le fikir birliği içinde olan tek Bolşevik olarak resmetmek görüldüğü üzere isabetli değildir.
Lenin ile Stalin’in fikir birliği üzerinde oldukları ve Stalin’in bilfiil örgütlenmesinde yer aldığı mesele ise partinin “teknik kolu”, askeri hazırlıklarıdır. Stockholm Konferansı Moskova’daki Aralık ayaklanmasının yenildiği bir dönemde gerçekleşmiş, devrim geri çekiliş dönemine girmiştir. RSDİP’in önde gelenlerinden Plehanov daha o zaman silaha sarılmanın hata olduğunu dile getirmişti. Menşevikler ise “ihtiyatlarını” arttırmaya başlamıştı. Stockholm Konferansı ilke olarak gerilla eylemlerini reddetse de silah ve teçhizat ele geçirmek için yapılan baskınları kapsam dışında bırakmıştı.
Lenin ise bir ayaklanma içinden geçen ülkede silahlı mücadelenin gerekliliği üzerinde ısrar ediyordu. O dönem parti içinde Bolşeviklerin bir kısmı tarafından da paylaşılan görüş silahlı mücadelenin genel olarak yığınların mücadelesine zarar verdiği, sosyal demokrat saflarda örgütsüzlük yarattığı ve silahlı mücadelenin halkın başıboş unsurlarının, lümpen proleterya ve anarşistlerin işi olduğuydu. Ayaklanma sırasında bilhassa gerici kuvvetlerin örgütlediği “Kara Yüzler” çetelerine ve resmi makamlara karşı kendiliğinden başlamış olan silahlı eylemlerin eleştirilmesini Lenin haksız buluyor, harekete zarar verenin bu eylemler değil bu eylemleri kontrol etmek konusunda yetersiz kalan ve eylemleri dışardan eleştirmekle yetinen partinin hatalı olduğunu vurguluyordu. Lenin o dönem geri çekiliş yaşayan devrimin tekrar yükseleceğine inanıyor, “yığın hareketinin bir ayaklanma noktasına gerçekten ulaştığı ve iç savaşın “büyük girişimleri” arasında oldukça geniş bir aralık olduğu bir sırada” silahlı mücadelenin kaçınılmaz olduğunu vurguluyordu. “Proletari”de yayınlanan yazısında proleteryanın partisinin elbette gerilla savaşını biricik ya da baş yöntem olarak değil öteki yöntemlere bağlı kılınması gereken, kendiliğindenliğe bırakılırsa yıpranıp rezilleşecek olan bir yöntem olarak ele alıyordu. Bunu tümden reddeden sosyal demokratları da haklı olarak kitle içinde kendiliğinden gelişen bu mücadele yöntemine kibirli bir oportünist yaklaşımda olmakla suçluyordu.
Bir mühendis ve kimyager olan Krassin’in yönettiği Merkez Komite’nin teknik kolu silahlı mücadeleyi yönetmek konusunda bu perspektif doğrultusunda etkinlik yürütmeye başlamıştı bile. Stalin’in devrimci faaliyet yürüttüğü Kafkasya da silahlı eylemlerin (kamulaştırmalar, resmi görevlilerin öldürülmesi, kara yüzlere yapılan saldırılar) 1905 Devrimi sürecinde ve hatta sonrasında yaygınlaştığı bir bölgeydi. Partinin denetimi altında veyahut dışında, farklı gruplarca da bir çok tedhiş hareketi gerçekleştiriliyordu.
Bu eylemlerden en çok ses getireni ise kuşkusuz 1907’nin Haziran ayında gerçekleştirilen meşhur Tiflis soygunuydu. Devlet bankasının Tiflis şubesine gitmekte olan resmi araca bomba ve silahlarla saldırı düzenlendi ve 34100 ruble ( günümüzdeki değeriyle 3.5 milyon ABD doları civarı para) partiye finansal kaynak olarak kamulaştırıldı. Bu eylemde Stalin’in tam olarak ne rol üstlendiği tarihçiler arasında bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Soygunu gerçekleştiren ekipte doğrudan yer alıp almadığı belirsiz olsa da net olan Stalin’in bu eylemin örgütleyicilerinden biri olduğudur. Eylemi gerçekleştiren ekipte yer alan ve adı bu ve benzer eylemlerde efsaneleşen Kamo, Stalin’in partiye bizzat kazandırdığı bir devrimcidir. Bu eylemin etkisi sadece Rusya’yla sınırlı kalmamış dünyanın dört köşesinde basında ses getirmiştir. (Haberin baskısı New York Times’ın internet arşivi üzerinden ulaşılabilirdir.) Hatta İsviçre’de Lenin’in kaldığı pansiyonda dahi bu meselenin konuşulduğunu aktarmaktadır Krupskaya.
İlginçtir, Stalin’in kendisi ve resmi tarih bu olay üzerinde gelecekte bir sessizliğe gömülecektir. Bunu bir yanıyla anlaşılır kılan şey eylemden sadece 1 ay önce RSDİP’in Londra Kongresi’nde tedhiş faaliyetlerine son verilmesine dair olan karardır. Lenin kongrede açıktan karşı koymasa da oylamada olumsuz oy kullanmış, Stalin ise kongreye Menşeviklerin delegeliğine dair olarak açtığı soruşturma sebebiyle istişari üye olarak oy hakkı olmadan katılmıştır. Bu eylemin partiye sağladığı paranın büyük bir kısmı banknotların değiştirilmesinde sorun yaşandığı için kullanılamasa da eylemin planlanması ve gerçekleştirilmesindeki başarı kuşkusuz akıllarda yer etmiştir.
Devrimin Geri Çekilişi ve Tasfiyecilik Dönemi
1907’nin sonuna gelindiğinde Lenin Finlandiya’dan Cenevre’ye dönmüş, devrimin geri çekilişi su götürmez bir hal almıştı. Stalin ise Çarlığın diğer coğrafyalarından farklı olarak toplumsal kabarmanın kolay kolay çekilmediği Kafkasya’daki devrimci faaliyetine devam etti. 1907’nin Ekim ayında Bakü’deki komiteye seçildi, bu dönemde aynı zamanda Bolşevikler Dumaya milletvekili göndermeyi başarmışlardı. Gürcü dilinin konuşulmadığı Bakü’de Stalin yazılarını Rusça yazmaya başladı. Devrimin ışığının en son söndüğü bu coğrafyada aralarında Stalin’in bulunduğu devrimciler şüphesiz Lenin’in de dikkatini çekmişti. Ülkenin geri kalanındaki duruma göre bu gelişme umut verici olsa da devrimden sonra yayılan tasfiyecilik dalgası Kafkasya’yı es geçmeyecekti. Devrim boyunca partinin hızlıca artan üye sayısı hızlı bir düşüş yaşayacak sağ ve sol oportünizm partide baş gösterecekti.
Stalin, 1908’de yakalanıp gönderildiği sürgünden Bakü’ye 1 yıl sonra geri döndüğünde partiyi oldukça zayıflamış bulacaktı. Sürgünden dönerken başkentte karşılaştığı manzara da benzerdi. Partinin merkezinde dahi üye sayısı oldukça düşmüş, çalışması çöküşe geçmişti.
Stalin Bakü’ye döndükten üç hafta sonra partinin yerel gazetesi tekrar yayına başlar. Bu gazetede imzasız yayınlanan makalede –muhtemelen Stalin’in yazdığı başyazıda- yurtdışındaki parti yöneticilerinin “Rus gerçeğine yabancılaştığı” ileri sürülüyordu. Bu dönem tarih boyunca sönümlenen her devrimci süreçten sonra yaşanan ayrışmanın RSDİP içinde yaşandığı bir dönemdi: Devrimin yenilgisi Menşeviklerde cisimleşen bir sağ tasfiyeci yönelimi yaratırken simetrik olarak da Bolşevizmin solunda bir grup doğmuştu. Bogdanov, Lunaçarski ve Krassin’in dahil olduğu Otzovistler (Rusça’da geriye çağırmacılar anlamında) Duma’daki Bolşevik milletvekillerinin geri çağrılması, Duma’nın boykot edilmesi gerektiğini savunuyordu. Öyle ki Bolşevikler içinde çok ciddi taraftar toplayan Otzovistler Lenin’i Bolşevizme ihanet etmekle suçlamaktaydı. Bu, partinin tarihi boyunca Lenin’in Bolşeviklerin önemli bir kısmıyla fikir ayrılığına düştüğü ne ilk ne de son tartışmaydı. Gerek birinci emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesinden sonraki süreçte gerek Ekim Devrimi’ne uzanan süreçte Lenin, Bolşeviklerin kayda değer bölümüyle ciddi fikir ayrılıkları yaşadı. Üzeri atlanan bu gerçeklik Lenin’in her görüşünün Bolşevikler arasında tartışmasız kabul edildiği efsanesini çürüttüğü gibi Stalin ile Lenin arasında siyasi meselelerde kesintisiz bir görüş birliği olduğu efsanesini de çürütür. Nitekim Otzovistlerle olan tartışmada Stalin’in pek belirgin olmayan tavrı da bu durumun örneklerinden biriydi. Stalin yurtdışına gönderdiği mektupların birinde Otzovistlerin partiden atılmasıyla son bulacak olan tartışmayı “bir bardak suda fırtına koparmak” olarak niteleyecek ve net bir siyasi tavır almaktan kaçınacaktı. İlerleyen yıllarda Menşeviklerle yeniden birleşme ve Lenin’in Nisan tezlerinde dile getirdiği görüşler gibi devrimin kaderi açısından daha belirleyici meselelerde de bu ayrılık baş gösterecekti.
Devrimci örgütün böyle bir dönemde gereklilik olmadığını düşünen tasfiyecilerden açıkça ayrı duran, Stalin’in çıkmasına ön ayak olduğu bu gazetede yayınlanan bir karar ile Bolşeviklerin taktik meselelerden ötürü bölünmesi eleştiriliyordu. Bolşevikler arasındaki tartışma sadece taktik bir meseleyle sınırlı kalmamış, felsefi bir boyuta da taşınmış ve Lenin’i Materyalizm ve Ampiryo Kristisizm’i yazmaya itmişti. Stalin’in içinde bulunduğu Bakü Komitesi Lenin’i taktik ve siyasal konularda desteklediğini bildiriyor fakat Bogdanov ve taraftarlarının partiden atılmasını yanlış bulduklarını yazıyorlardı. Bununla birlikte partinin Rusya’da bir merkez komitesi oluşturulması önerisi bu yazılarda yenileniyordu.
Stalin 1909’da tekrar yakalanıp ve sürgüne gönderilir. 1911 yılına kadar sürecek olan bu sürgün Kafkasya’daki devrimci faaliyetinin sonu olur. Kafkasya’ya geri dönmesi yıllar sonra çok başka koşullarda olacaktır.
1912 yılında Lenin’in çağrısıyla gerçekleşen Prag Konferansı RSDİP’in Bolşevik ve Menşevik fraksiyonlarının nihai olarak ayrıldığı, Bolşeviklerin ayrı bir örgüt olarak teşekkül ettiği bir dönüm noktasıydı. Otzovistlerin partiden ihraç edilmesi ve Menşeviklerin illegal örgüt fikrini açıkça reddetmeleri bu gecikmiş kesin ayrışmayı nihayet mümkün kılmıştı. Aynı zamanda bu konferans Stalin için de bir dönüm noktası olacak ve ilk kez Merkez Komitesi üyeliğine seçilecekti. Stalin bu konferansta Lenin tarafından merkez komitesi üyeliğine önerilse de oylama sonucunu kazanamayıp tüzüğün verdiği yetkiye dayanarak konferansın değil merkez komite üyelerinin seçimiyle merkez komiteye dahil olur.