Paylaşım Kavgasına Taraf Olmayacağız! Proletaryanın Tarafını Yaratacağız!

0

[Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesinin Mayıs 2004 tarihli 19. sayısında yayımlanmıştır.]

Yaşadığımız topraklarda özellikle son yıllarda 1 Mayıs daima Mart ayında başlayan eylemlilik ile birlikte gelir ve devrimciler her seferinde sonrasını hedefleyerek 1 Mayıs gününe yaklaşırlar. 

Bu yıl da öyle oldu. 1 Mayıs, Mart ayının peşinden geldi. Mart ayının finali hep Newroz olurdu; bu yıl öyle olmadı. Final seçimlerdi. Üstelik bu yılın Mart ayı oldukça farklı bir gündemle yüklüydü. Mart ayı aynı zamanda sermaye içindeki dalaşın önemli bir merhalesini temsil eden yerel seçimlerle sona erdi. Seçimlerden Amerikancı hükümet güçlenerek çıktı. 

Ama seçimler sadece sermayenin rakip kesimleri arasındaki güçler dengesini saptamaktan ibaret bir anlam taşımıyordu. PKK’nin evriminde de önemli bir dönemeci ifade etti. PKK Öcalan’ın yakalanmasından bu yana birkaç kez isim değişikliği ve ana doğrultusu değişmeyen politika değişiklikleri yaparak girdiği tasfiye operasyonunda önemli bir eşiği daha geçti mart ayında. Sadece Kemalizm ve Türkiyelileşme konusunda fersah fersah yol katetme bakımından değil. Bu seçimlerde solu Kemalizmin peşine takma konusunda DEHAP önemli bir katalizör rolü üstlendi; böylece hem kendilerini devlete daha şirin göstermiş olacaktı hem de PKK’nin tasfiyesinde bir adım daha atılmış olacaktı. Bununla birlikte daha önce nasıl her attıkları geri adımda bir kat daha geri düştülerse bu kez de aynısı oldu. Kürtler önceki yerel seçimlerde Öcalan’ın yakalanması ile açığa çıkan tasfiye operasyonuna rağmen elde ettikleri mevzilerin büyük kısmından geri atıldılar; hem de DEHAP tamamen SHP’nin gölgesinde eritildi. Böylece tasfiye süreci ilerlerken bu mıknatısın çekim alanından çıkmaya yönelenlerin artmaya başlayacağının da ilk işaretleri alındı. 

Buna rağmen, daha doğrusu bu pervasız teslimiyet yüzünden Güney’den körüklenen Newroz ateşini karartıp, Kürtleri de peşine takarak güya AKP’yi geriletme iddiasıyla ve SHP’nin meşum gölgesi altında seçimlere katılan bu Kemalist ittifak seçimlerde umduğunu bulamadı. Ondan medet umanlar da hüsranla çıktılar seçimlerden. Ama Demokratik Güçbirliği’nin seçimlerde aldığı sonuç ne olursa olsun, siyasetin asıl özneleri açısından  görmesi gereken asıl işlevi gördüğü söylenmelidir: Kuzey Kürdistanlılar öyle ya da böyle felçleştirilmiş oldular ve Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmelerden kopartılarak bu sürecin aktif bir ögesi olmaktan uzak tutuldular. Kürtlerin ve devrimcilerin emperyalist paylaşım kavgasının taraflarına ve onların Türkiye’deki uzantılarının dalaşına aktif birer öge olarak dahil edilip edilemeyeceği asıl seçimleri takip eden süreçte belli olacak.

Seçimlerin Rövanşı

Seçim zemininde görülen siyasi kutuplaşmalar ve rekabet esasen emperyalistler arası paylaşım kavgasının kızıştırdığı iç çatışmanın bir yansımasıydı. Bu nedenle söz konusu rekabet ve arayış seçim sonuçları ile bitecek değildi. Bir sonraki raund haziran ayındaki NATO zirvesinde görülecek. 1 Mayıs da buraya giden yolda bir basamak olarak görülmeli idi; herkes kendi açısından 1 Mayıs’a NATO zirvesine bakarak hazırlandı. Hükümet NATO toplantısı sırasında bir tatsızlık çıkmasını engellemek üzere, işçi hareketini bölmek ve devrimcileri tecrit etmek için çare arayacaktı. Muhalifleri ise devrimcileri kendi dümen sularına çekebilmek işçi hareketini ve Kürtleri yedeklerine almak için yeni yollar arayacaklardı.

ABD’nin Avrupalı rakipleri İspanya’da ABD’nin ortağı olan hükümeti deviren seçimlerin ardından Türkiye’de de AKP’yi geriletmeye heveslenmişlerdi. Ama sağda AKP’ye alternatif olabilecek bir odak yoktu; sözümona soldan ona muhalefet etme rolü üstelenen CHP ise onun soldaki koltuk değneği gibi idi.  Bu durumda AKP’yi geriletmek için önüne çıkarılabilen başlıca seçenek, aslında AKP’nin değil CHP’nin alternatifi olarak tasarlanabilirdi. Bu seçenek için bulup çıkarılan Demokratik Güçbirliği kılıfı altına gizlenmek istenen SHP idi. Güya Demokratik Güçbirliği’nin Kürtleri ve onlarla birlikte devrimcileri de peşine takması en azından onları taşeron gibi kullanarak başarılı bir seçim çalışması yürütmesi bekleniyordu. Kimse bu role itibar etmedi. Bloğa katılanlar bile gönülsüz çalıştıklarını itiraf etmek zorunda kaldı. Güya bu ittifakın AKP’yi soldan yıpratarak geriletmesi bekleniyordu. Oysa Kürtleri bir adım daha geri itip, kendi bindiği dalı kesmekten başka bir işe yaramadı. Devrimcilerin ve sosyalistlerin önemli bir kısmını da peşine takmayı beceremediği gibi, CHP’ye alternatif bir odak da oluşturamadı. Bu durumda AKP de sağdaki rakiplerinin hakkından gelerek durumunu sağlamlaştırdı. 

KöZ sayfalarında Türkiye’deki seçimlerde ABD’nin İspanya’nın rövanşını aldığını yazdık. Ama bu çekişmenin bitmeyeceğine de işaret ettik.  

Nitekim seçim sonuçları alınır alınmaz, ikinci raundun ısınma hareketleri başladı. Beri yanda da bu paylaşım kavgasının yarattığı fırsattan yararlanarak yeniden siyasi ikbal elde etmeyi uman Kemalistler hareketlendiler. Seçimlerde yapamadıklarını 1 Mayıs’ta yapmayı denediler. Bu sefer oldu. 

Cumhuriyet gazetesi seçimlerin sona ermesinden itibaren, bu hazırlığın işaretini veriyordu. Sendika bürokratları ve ABD karşıtlığını antiemperyalist değil, Kemalist bir çizgide kavrayan reformistler gayrete geldi. Bu operasyon ilk hedefine birkaç aşamada vardı. Önce hükümetle arası iyi olan Hak-İş 1 Mayıs’ın dışına itildi. Sonra 1 Mayıs sendika bürokratlarının çıkar ve hesapları ekseni üzerinden ikiye bölündü. Bu kez seçimlerde bu tuzağa basmayan devrimciler de rakip düzen güçleri arasındaki kutuplaşmada taraf oldular. Seçimlerde devrimcileri peşine takmayı başaramayan Kemalist cephe yeni bir soluk aldı. Bu solukla NATO zirvesi sırasında bir atılım yapmayı ve bu zirvede ABD’nin rakibi olan emperyalist efendilerine hizmet vermeye hazırlanıyor.

Paylaşım Kavgasının Tarafları

Sürecin bu boyutunu bilince çıkarmak için yürürlükteki emperyalist paylaşım kavgasının son dönemdeki dönemeçlerini hatırlamakta ve komünistlerin bu dönemeçlere nasıl yaklaştıklarını hatırlatmakta yarar var. Doğrusu belli dönüm noktalarında devrimcilerin nasıl savrulduklarını hatırlamadan önümüzdeki dönemeçte nasıl bir tablo çıkacağını kestirmek de mümkün değildir.

Belli başlı emperyalist merkezler arasında öteden beri sürmekte olan dünya çapındaki çıkar çatışması ABD’nin Irak’a saldırmasıyla iyice belirginleşti ve keskinleşti. Emperyalistler arası rekabetin keskinleşmesi, uluslararası çapta Fransa-Almanya ekseninde buluşan emperyalistlerle ABD ve ortakları arasındaki gerilimin artmasıyla kendini gösteriyor. 

Bu durum bu it dalaşının bugün odaklanmış bulunduğu bölgenin merkezinde yer alan Türkiye’yi elbette her şeyden fazla etkiliyor. 

Türkiye’deki finans kapitalin içindeki dalaş da bu çatışmanın keskinleşmesine koşut olarak keskinleşiyor. Keskinleşirken dünyanın dört bir yanında olduğu gibi, devrimci ve sosyalist akımları da kendi anaforunun içine çekiyor.

Yaşadığımız topraklarda emperyalistler arası paylaşım kavgası ABD’ci AKP hükümeti ile hortlatılmak istenen Kemalizmin arkasında duran güçler arasında gerginleşen çatışmaya yansıyor. Her ne kadar bu kavga daha çok ideolojik temaların peçesi altında yürüyorsa da, bir emperyalist blokun işbirlikçilerine karşı diğerlerinin yedeğinde hareket eden güçler arasındaki bir çıkar çatışmasının damgasını taşıyor. 

Kimi zaman laik-islamcı çatışması gibi görünen bu kavganın taraflarından birinin, «ılımlı İslam» «Büyük Ortadoğu» projelerini öne çıkaran ABD’nin patentini taşıyan AKP hükümeti ile onu destekleyen finans kapitalin yerli ve yabancı unsurlarının bulunduğu sır değil. Asıl örtülü olan taraf bunların karşısına dikilen idi; onun peçesini indirmek gerekiyor. 

Paylaşım Kavgasına Taraf Olmadan Nasıl Siyaset Yapılır?

KöZ’ün arkasında duran komünistler Ortadoğu’da savaş bulutlarının koyulaştığı dönemde, savaşın taraflarının Irak’a saldırmak isteyen emperyalist ittifak ile  bu saldırıya ortak olamadıkları için savaş karşıtlığı maskesi arkasına gizlenmeye çalışan emperyalist ittifak olduğunu göstermek için çabaladı. Bu ikincilerin Kosova’da, Ruanda’da, Afganistan’da ve başka yerlerde olduğu gibi, BM şemsiyesi altında bir emperyalist müdahale seçeneğini öne çıkardıklarını sergiledik.   

Şimdi de, ABD ve ortakları Irak’ta (rakiplerinin de gayretleriyle) sıkışmışken; yaklaşan ABD seçimlerinin yarattığı iklimde Bush’un koltuğu sallanmaktayken; ABD’nin rakipleri bir rövanş umudu ile hevesleniyor. Bu umut ile yeni bir atak yaparak BM kartını tekrar devreye sokmak istiyorlar; gerilimi bu yönde arttırmak için her yolu deniyorlar. ABD’nin Irak’tan çekilmeyi taahhüt ettiği tarihlere denk gelen ve ABD seçimlerine öngelen NATO zirvesi de bunun için bulunmaz bir fırsat.

Geride bıraktığımız 1 Mayıs’ta devrimci hareketin ABD ve hükümet karşıtlığı adı altında sosyal şoven ve Kemalist bir cendereye çekilmesi yönünde bir adım daha atıldı. Bu kez devrimcilerin büyük çoğunluğu bu tuzağa basmaktan kurtulamadı. 1 Mayıs, burjuvazinin iç çatışmasının anaforunda, şovenizmin gölgesi altında iğdiş edilmiş oldu. 

Şimdilerde ise, YÖK kanunu etrafındaki çatışmayla ısınan sermayenin iç dalaşının tarafları, NATO zirvesinde bir rövanş karşılaşmasına hazırlanıyor. AKP’nin rakipleri 1 Mayıs’tan heveslenerek solu ABD ve AKP karşıtlığı çizgisinde yedeğine almak istiyor. Her zaman olduğu gibi, şimdi de Kemalizm bu operasyonun başlıca ideolojik harcı olmak üzere pazarlanıyor. Bir yandan NATO ve ABD karşıtlığı antiemperyalizm maskesi altında yükseltiliyor; bir yandan Deniz Gezmişlerin mirası bu maskeyi süslemek üzere istismar ediliyor. Böylece Kemalizmin balyozu bir kere daha güya emperyalizme ve gericiliğe vuracakmış gibi kaldırılıyor; devrimci hareket de buna alet ediliyor. 

Oysa KöZ’ün arkasında duran komünistlerin Kemalizm balyozunun nasıl ve kim tarafından kaldırılırsa kaldırılsın, önce Kürtlerin peşinden de komünistlerin tepesine ineceğini öğrenmek için yeni deneyimlere ihtiyacı yok.  

Komünistler emperyalistlerin ve yerli uşaklarının iç dalaşına taraf olmayacak; bu emperyalist çıkar çatışmasında üçüncü bir cephe açılması gerekliliğini savunmaya devam edecek. 

Bolşevizmin mirasına sahip çıkan komünistler daha önce de aynı bakış açısıyla hareket ettiler. 

ABD ve ortaklarının Irak’a saldırması karşısında «Emperyalist savaşa karşı sınıf savaşı» şiarını tekrarlamakla yetinmeyip, «düşman kendi ülkemizde» kavrayışını somutladık: ezen ulus milliyetçiliğine karşı Kürtlerin kaderlerini tayin hakkından yana tutum alma gereğini öne çıkardık. ABD ve müttefiklerinin Ortadoğu’dan kovulmalarıyla Ortadoğu’ya barışın gelmeyeceğini hatırlatmakta ısrar ettik ve Ortadoğu’ya barışın ezilen ulusların özgürleşmesi sağlanmadan gelmeyeceğini vurgulayarak «Kürtlere Özgürlük Ortadoğu’ya Barış» şiarını yükselttik. Çatışan emperyalist kampların ve onların uşaklarının hiçbirinin kabul etmeyeceği seçeneği sivrilterek emperyalistler arası dalaşa taraf olmadık.

Türkiye’nin Irak’a asker göndermesi ve savaşa doğrudan katılması olasılığı tartışılırken, «Irak’ta amerikan askeri olmayacağız» demekle yetinmedik. «ABD Bağdat’tan, TC Amed’den dışarı» şiarını öne çıkartarak «düşman kendi ülkemizde şiarını» somutladık. 

İster ABD’nin emperyalist rakipleri tarafından, ister ABD saldırılarına hedef olmak istemeyen ve varlıklarını borçlu oldukları statükoyu koruma gayreti içinde olan bölgedeki gerici güçler tarafından desteklenen ABD karşıtı şoven milliyetçi direniş hakkında yanılsamalara kapılmadık, yanılsama üretmedik. Bölge halklarının özgürleşmesinin bölgenin ezilen uluslarının özgürleşmesine bağlı olduğunu vurgulamakta ısrar ettik; Irak’taki tek meşru ulusal direnişin Kürtlerin direnişi olabileceğini vurguladık. 

1 Mayıs’ta da 1 Mayıs alanını proleter enternasyonalizmi eksenine göre ayrıştırmak gerektiğini vurguladık. «Başkasını ezen Özgür Olamaz Kürtlere Özgürlük» şiarını öne çıkardık. Kürtlerin ve devrimcilerin emperyalist dalaşın yerli uzantılarının dümen suyuna girmesine engel olmak üzere tutum aldık.

Şimdi NATO zirvesi geliyor. Devrimci hareket bir kez daha NATO ve ABD karşıtlığı kisvesi altında bir emperyalist kampa karşı bir diğerinin yedeğine alınmak isteniyor. «Kürtlerin özgürlüğü ve Kürdistan’ın bağımsızlığı» hedefinden vazgeçen Kürt örgütlerinden de destek alan sosyal şovenizm sola egemen kılınıyor. «Tam Bağımsız Türkiye» şiarıyla «Kürtlere Özgürlük» şiarının üstü örtülüyor. Kürtler azınlık hakları rüşvetiyle esareti kabul etmeye zorlanıyor. 

Bu koşullarda komünistler NATO zirvesine giden süreçte giderek keskinleşecek olan şovenist saldırıların karşısında duracak; esas düşmanı şaşırmadan ayrı durmaya özen gösterecek. «NATO’ya Hayır!» «Bush Defol!» demekle yetinmeyecek. «Başkasının topraklarını işgal edenler; emperyalizmin egemenliğinden kurtulamazlar» fikrini öne çıkaracağız. Türkiye’nin emperyalizmin egemenliğinden kurtulabilmesi için evvela kendisinin bir işgal kuvveti olmaktan çıkması gereğine vurgu yapacağız. 

İşçi hareketini, Kürtleri ve devrimcileri şovenizmin anaforunda boğmak isteyenlerin oyununa gelmeyeceğiz; bu oyuna gelenleri uyarmaya devam edeceğiz; TC’nin işgalci yüzüne vurmadan emperyalizme karşı mücadele edilemeyeceğini vurgulayacağız. 

Bu tutumu komünistlerin parti birliği için mücadelenin bir kaldıracı ve komünist devrimciliğin ayracı haline getirmek için bükülmez bir tutum ortaya koymaya özen göstereceğiz. Bu süreçte bir başımıza kalma pahasına bu devrimci tutumu sürdüreceğiz. Bir başımıza kalmayacağımızı biliyoruz. Çünkü kurtuluşu için Bolşevizmin izini süren bir komünist önderliğe muhtaç olan işçi sınıfının, ve özgürlüklerine kavuşmak için böyle bir hareketin desteğini arayan ezilen Kürt ulusunun başka bir kurtuluş seçenekleri olmadığını biliyoruz. 

Yaşadığımız topraklarda devrim ve sosyalizm davasına adanmış nice militanın oluşturduğu zengin bir birikim olduğunu da unutmuyoruz. Varlığını devrim ve sosyalizm davasına adamaya hazır devrimcilere altında savaşmaktan onur duyacakları lekesiz bir bayrak, uğruna ölümü göze alacakları büyük bir dava sunmak komünistlerin öncelikli sorumluluğudur. KöZ’ün arkasında duran komünistler bu sorumluluğu üstlenip paylaşmak için yola çıktılar. 

İçinden geçtiğimiz dönemin karanlık bir gericilik dönemi olduğunu da unutmuyoruz. Sınıf düşmanın gayretlerinin yanı sıra oportünizmin ve tasfiyeciliğin gayretleriyle bu karanlığın giderek koyulaştığının da farkındayız. Bu da bizi ürkütmüyor.

Bolşeviklerin İkinci Enternasyonal karanlığından sıyrılırken hatırlattıkları gibi, «Gece ne kadar karanlıksa yıldızlar o kadar parlar». Bu karanlık dönemeçte Bolşevizmin yıldızının ışığı altında sağa sola bakıp adımlarımızı şaşırmadan tuttuğumuz yolda yürümeye devam edeceğiz.

Paylaş