MHP ABD’nin Maşası mı?

0

(Bu yazı Proleter Devrimci KöZ’ün 2002 yılı Ağustos ayında çıkan 1. sayısında yayımlanmıştır.)

MHP ABD’nin Maşası mı?

Meclis’te AB uyum yasaları konuşulurken DYP adına kürsüye çıkan eski MHP’li Agah Oktay Güner “Sayın Çiller ekonomi profesörü. Sayın Bahçeli ise ekonomi diyemiyor ekönomi diyor” demişti. MHP’li Koray Aydın, ise eski ülküdaşı ve hocasına sert sözlerle şu yanıtı verdi:

“Sayın Genel Başkanımız Anadolu çocuğudur, Türkiye Türkçesi ile konuşur. Ama Türkçe konuşurken Abdullah Öcalan’ın isminin önünde “sayın” kelimesini kullanmaz. Yalancı çıkan Harvard diploması yoktur, şaibeli bir Amerikan vatandaşı değildir. ABD’de malvarlığı yoktur. Türk milletine duyurulur.” 

Öteden beri faşizm konusu açıldığında «ABD emperyalizminin kuklası» terimleriyle düşünmeye alışkın olanlar, faşist MHP saflarından yükselen bu «ABD karşıtı» sözlerin aslında samimiyetsiz olduğunu ve gerçekleri gizlemeye yönelik bir demagoji olduğunu söyleme eğilimindedir. Hatta tersini öne çıkarma refleksi de sosyalistlerin adetleri arasındadır. 

Nitekim Evrensel yazarı Fatih Polat, Başbuğ Türkeş’in Çiller’den daha fazla ABD mamulü olduğunu kanıtlamak üzere hemen kaleme sarılıp, «başbuğ»un hayat hikayesi hakkında ayrıntılı bir döküm yapma gereğini duydu. Bütün söyledikleri doğruydu ve fazlası yok eksiği vardı. 

Tabii ki Türkeş düpedüz ABD yetiştirmesi bir subaydı. Ama 27 Mayısçıların hepsi öyleydi. Hatta 27 Mayısçılarla ters düşen ve idam sehpasına kadar giden Talat Aydemir de NATO eğitiminden geçen ilk Türk subaylarındandı. Daha sonra Türkeş’in 27 mayısçılar tarafından tasfiye edilip sürgüne gönderilmesinin nedeni de  onun amerikancı, ötekilerin başka bir şey olmaları değildi elbette. 

Keza 12 Eylül cuntası «Morrisoncu Demirel» ile Alpaslan Türkeş’i  amerikancı oldukları için hapse tıkmadı. Yoksa «asıl ABD maşası»nın Evren olduğunu düşünüp, Türkeş ve Demirel’in yeterince amerikancı olmadığı için içeri tıkıldıklarına mı hükmetmek gerekir? Ya da bu yorucu zihinsel faaliyetin zahmetine girmeden, «olup bitenlerin hepsi faşistler arasındaki iç çekişmelerdir» diyerek mi çıkılmalı bu işin içinden?

Doğrusu faşizm-ABD özdeşliği ile soruna bakıldığı müddetçe bu ve benzeri sorulara bu tür tuhaf ve kaçamak cevaplar vermekten kurtulmak mümkün değildir. Hele hele bu kalıpla düşünmeye devam ederek son zamanlarda olup biteni anlamak hiç mümkün değildir. Bu bakış açısıyla kurulan cümleler yardımıyla kitlelere siyasi gerçekleri açıklamak daha da imkansızdır.

MHP «En Amerikancı Parti»mi; ABD Karşıtı mı?

ABD Türkiye’yi bir truva atı misali AB içine doğru iteklemek istediği, pek çok somut veri ve işaret sayesinde herkesin görebileceği bir açıklıkla bellidir. Buna aykırı bir şey söyleyen pek yoktur. Buna karşılık, MHP’nin baştan beri AB’ne yönelik adımlara çelme takan bir tutum izlediği de görülmeyecek bir şey değildir; bunu görenlerin de az olduğu söylenemez. 

Kuşkusuz meclisteki son oylamalarda MHP’nin «AB uyum yasalarının» çıkmasını fiilen engellemeye dönük bir müdahaleden ziyade, fikren muhalefet etmekle yetindiği ve bunu seçim malzemesi olarak kullanmayı düşündüğü de doğrudur. Bu nedenle gerek burjuva basınında gerekse de sosyalistler arasında MHP’nin AB’ne ciddi ve samimi bir biçimde karşı çıkmadığı hakkında yorumlar çıkmıştır; ki bu yanlış değildir. Ama buna bakarak, MHP’nin «en amerikancı parti» olduğu sonucuna varılabilir mi? 

Öte yandan, Kemal Derviş’in doğrudan doğruya ABD ve IMF tarafından tayin edildiği konusunda kimsenin kuşkusu yok. Ama onunla MHP’liler arasındaki sürtüşme ve çekişmeler de sır değil. Hatta hükümetin dağılmasının ardında bu sürtüşmelerin payı olduğunu inkar eden yok. Bu durumda taraflardan birinin amerikancı ötekinin ABD karşıtı olduğuna mı hükmetmek gerekecek? 

Derviş’in etiketi üzerinde olduğuna göre, MHP’nin ABD karşıtı olduğunu mu düşünmeli yoksa? Belki de bunun ABD kuklaları arasında bir çekişme olduğunu düşünmek gerekecek; ki böyle düşünüp söyleyenler de az değildir. Ama o halde hangisi ABD’nin asıl çıkarlarını temsil ediyor? Faşizm-ABD özdeşliğini düşünmeye devam edeceksek o halde asıl faşistin Derviş olduğuna ve sola karşı bir komplo hazırlamak üzere gönderildiğini düşünmek gerekmez mi? (Doğrusu ortaya çıkan son tablo böyle bir fesat planı olduğunu düşündürmeye pek elverişlidir) Ama o durumda MHP ile Derviş’in gayet iyi anlaşmaları ve el birliği etmeleri icap etmez miydi?

Yoksa MHP’ye ABD karşıtı gibi görünmesi için bir rol mü verildi; ve ABD de bu role inandırıcılık katmak için mi onu hükümet dışına atmak istiyor? 

Doğrusu hem Derviş’in hem de MHP’nin amerikancı olduğunu ve yine ABD’nin planları doğrultusunda ABD karşıtlığı yaptıklarını iddia edenler sahiden vardır. Nitekim MHP ile aynı ipte cambazlık yapma sevdasında olan Perinçek gibiler bunun gerçek ABD karşıtlarının önünü kesmek için sahnelenen bir ABD tertibi olduğunu iddia edebilmektedir. Ama bu tür izahların aydınlatıcı niteliği en fazla «kulağını tersten göstermek» deyişinin kastettiği kadar olabilir. 

Daha radikal yorumcular ise (örneğin 20 temmuz tarihli Kızıl Bayrak’ta yazan Serhat Ararat) MHP’nin ayak diretişlerini «kitle tabanını kaybetmemek için yapılan manevralar» olarak tanımlamayı tercih etmektedir; ki böyle düşünen bir tek o değildir. Ama konunun esasına bakıldığında bu izah, izah etmeye çalıştığından daha karmaşık sorulara gebedir. 

Bu durumda MHP’nin kitle tabanının aslında ABD karşıtı olduğunu ve MHP yönetiminin onları idare etmek için öyle görünmek zorunda kaldığını mı düşünmeli? Meclisteki diğer partilerin kitle tabanları zaten amerikancı olduğu için, yahut tabanlarına daha hakim partiler oldukları için böyle bir manevraya ihtiyaçları olmadığı sonucuna mı varmalı? 

MHP’nin Neresinden Rahatsız Oldular?

Doğrusu bunun tam aksi geçerlidir. Mevcut partiler içinde tabanına en fazla hakim olan ve bunun için manevra yapmaya en az ihtiyacı olan parti MHP’dir. Yani sermayenin çıkarları doğrultusunda hükümet etme iddiasına sahip olan partiler arasında en örgütlü ve en militan tabana sahip olan parti MHP’dir. Kendi başına ve kendi planları doğrultusunda hareket etme serbestliğine en fazla sahip olan sermaye partisi odur. Kendisine oy verenlerle sadece seçmen düzeyinde ilişki kurmakla kalmayan, onları örgütlendirip seferber etme yeteneğine de sahip olan partilerin başında MHP gelmektedir. 

Doğrusu daha önce bu tasvire en yakın örneklerden biri RP idi. Buna rağmen RP çetin uğraşların ve tertiplerin sonunda karpuz gibi ikiye yarılabilmiştir. MHP’nin ise buna müsait olmadığı ve manipüle edilmeye elvermediği giderek daha iyi anlaşılmaktadır.

Paylaş