Kuyrukçuluğun Hazin Akıbeti: Endonezya Komünist Partisi’nin Öyküsü

0

[Aşağıdaki yazı Köz gazetesinin Mart 2008 sayısında yayımlanmıştır.]

Endonezya Komünist Partisi Dünyanın En Eski ve En Büyük Komünist Partilerinden Biriydi

Endonezya, coğrafya ve ansiklopedi kayıtlarında aşağı yukarı tekrarlanan özelliklerinden başka, aynı zamanda Asya’nın ilk sosyal demokrat işçi partisinin kurulduğu topraklardır. Endonezya Komünist Partisi (PKI) de Komünist Enternasyonal çizgisinde kurulan en eski partilerden biridir.

Endonezya Komünist partisine dönüşecek olan ilk örgütlenme 1914 yılında o sıra Endonezya’ya sürgün gitmiş Hollandalı komünist bir demiryolu işçisi olan Sneevliet’in inisiyatifi ile kuruldu. Hint Adaları Sosyal Demokrat Örgütü (ISDV) adını taşıyan bu örgüt ilk kurulduğunda 85 üyesinin tamamı Hollanda asıllılardan oluşuyordu. 1915’e gelindiğinde üye sayısı 3 tanesi Endonezya asıllı olmak üzere 100’e çıkmış ve Özgür Söz adını taşıyan Felemenk dilinde bir yayın organı çıkarmaya başlamıştı. Emperyalist savaş sürecinde başka yerlerde olduğu gibi bu sosyal demokrat örgüt içinde de sosyal şovenlerle enternasyonalistler ayrıştı. Bu ayrışmanın ardından Bolşeviklerin izini takip eden Endonezyalı komünistler Hollandalı denizciler arasında bozguncu bir faaliyete giriştiler ve kısa zamanda sayıları 3 bine ulaşan kızıl muhafızlar bu çalışmanın sonucunda ortaya çıktı. 1917 yılının sonunda Rusya’daki kardeşlerini örnek alıp ayaklanarak bir Sovyet kurma girişiminde bulundular. Bu ayaklanma şiddetle bastırıldı. Bununla birlikte bu olay o zaman sömürgeciliğe karşı kitlesel bir direniş hareketi teşkil eden Sarekat İslam’ın (İslam Birliği) komünistlerle yakınlaşmasını sağladı. Bu yakınlaşma ISDV’nin 1919’a gelindiğinde 400 civarında üyesi olan bir örgüte dönüşmesini sağladı. Bu üyelerden sadece 25’i Hollanda asıllıydı.

Aynı yıl Sneevliet’in Komünist Enternasyonal kuruluş kongresinde Maring takma adıyla hem Hollandalı hem de Endonezyalı komünistleri temsilen katılacağı tarihti.

Ertesi yıl 23 Mayıs 1920’de ISDV kongresini topladı ve Perserikatan Komunis di Hindia (Hint Adaları Komünist Örgütü) aldı. 1921 yılında Komünist Enternasyonal’in ikinci kongresinde bu örgüt Enternasyonal’in Endonezya seksiyonu olarak kabul edildi ve 1924 yılında resmen Endonezya Komünist Partisi adını aldı. Bu örgüt Komünist Enternasyonal’e Asya’dan katılan ilk komünist parti idi.

Bu gelişmenin ardından Sarekat İslam giderek salt bir dini akıma dönüşürken, Endonezyalı Komünistler de ulusal kurtuluş mücadelesinin önüne doğru çıkmaktaydı. Aynı zamanda da Komünist Enternasyonal’in çizgisine uygun olarak sendikal hareket içinde kök salmaya önem vermekteydiler. Daha başlangıç aşamasında toplam 72 bin üyeli 22 tane sendika komünistlerin denetimindeydi.

Bununla birlikte Komünist Enternasyonal’in beşinci dünya kongresinde benimsenen çizgiye uygun olarak Endonezya’nın güçlü komünist partisi anti-emperyalist harekete önderlik etmek yerine burjuva milliyetçi bir akıma yedeklenmeye zorlandı. Buna karşılık, esas itibariyle Hollanda’daki komünist hareketin karakteristik özelliklerini yansıtan solcu bir çizgiyi benimseyen Endonezya Komünist Partisi tam tersine, Hollanda boyunduruğuna karşı sendikaların öncülüğünde bir ayaklanma örgütlemeye karar verdi. Adeta Almanya’daki 1923 Hamburg deneyimine benzer bir biçimde Jakarta’da özellikle demiryolu işçilerinin başını çektiği başarısız ayaklanma girişiminin ardından 13 bin komünist ve işçi tutuklandı. Bunlardan yarısı çeşitli hapis cezalarına çarptırılırken bine yakını sürgün edildi. Birçoğu da gerek ayaklanma sırasında gerekse tutsaklık koşullarında hayatlarını kaybetti.

Asya’nın bu ilk Komünist Partisi Komünist Enternasyonal’in sağ oportünizmine sol oportünizmle yanıt vermeye kalkışmasının ardından uzun süre siyaset sahnesinde görünmeyecekti.

Partinin kuruluşunda belirleyici bir rol oynayan Sneevliet ise Hollanda’ya dönüp sınıf mücadelesini orada sürdürdü ve 1942 yılında içinde yer aldığı anti-nazi direnişinin sonucunda faşistler tarafından başka yoldaşları ile birlikte ele geçirildikten sonra, 1942 yılında “Enternasyonal”i haykırarak ve gözlerinin bağlanmasına izin vermeyerek kahramanca mücadelesini noktaladı.

Ama Endonezya Komünist Partisi tamamen tasfiye olmuş değildi. İkinci Dünya savaşı yıllarına kadar SSCB’de konumlanan kimi parti önderlerinin yönettiği gizli bir teşkilat varlığını kesintisiz olarak sürdürmüş yayın organını çıkarmaya devam etmişti.

Savaşın sonunda, emperyalistler arasındaki yeni denge durumundan yararlanan ve bir bakıma Endonezya’nın Çan Kay Şek’i ya da Mustafa Kemali denebilecek olan Sukarno, Japonların boşalttığı alanı doldurmasını bildi. ABD’den de destek alarak Endonezya cumhuriyetinin kurucusu oldu.

Savaşın sonlarında Japonlara karşı silahlı direnişin içinde aktif olarak yer almış bulunan ve Sukarno’nun Hollandalılarla anlaşarak bağımsızlık ilan etmesine muhalefet eden Endonezya Komünist Partisi de bu süreçte tekrar siyaset sahnesinde yerini aldı. Ama Sukarno haklı olarak silahlı birliklere sahip komünistlerin varlığından endişe duymaktaydı. O dönemde başka ülkelerde olduğu gibi direniş içinde yer alan komünistlerin silahlarını teslim etmesi Endonezyalı komünistlere de dayatıldı. SSCB’den dönen partinin o zamanki lideri Musso silahların teslimine karşıydı. 1948 yılının Ekim ayında bir komünist milis birliğinin silahsızlandırılması girişiminde sert çatışmalar yaşandı ve bu birliğin neredeyse tamamen yok olmak pahasına direnişi başka kesimlerin de hareketlenmesini tetikledi. Bu durumu fırsat bilen EKP bir kez daha Endonezya Sovyet Cumhuriyeti’ni ilan etti. Ama bu ayaklanma girişimi de öncekilerin akıbetine uğradı. Binlerce komünist bir kez daha katledildi ve 30 binin üstünde komünist tutsak düşerken birçoğu da yeniden sürgüne çıktı. Musso da bu çatışmalarda hayatını kaybetmiş, EKP önderleri için bir kez daha sürgün günleri gelmişti. Bu kez sürgün yeri Çin Halk Cumhuriyeti’ydi ve partinin başına geçen Aidit orada konuşlandı.

EKP yine ülkedeki faaliyetini sürdürüyordu üstelik bu çatışmalara ve baskılara rağmen parti kapatılamamıştı. Aidit dönemi Sukarno’nun batı karşıtı politikalarının kuyrukçusu bir çizginin damgasını taşıdı. Bununla birlikte bu oportünist politika ile sol çizginin damga vurduğu geçmişinden gelen itibarının bileşimi ilginç bir sonuç doğurmaktaydı. EKP 1950 yılında 3-5 bin üyeye sahip iken, 4 yılda 165 bine yükseldi; 1955 seçimlerinde Sukarno’nun burjuva demokrasisi planını destekleyen EKP oyların yüzde 16’sını alarak meclisteki 257 sandalyeden 39’unu ve kurucu meclisin 514 üyesinden 80’ini aldı.

Bu gelişmeleri takiben 1958 yılında ABD’nin desteklediği ve ordu içindeki kimi subayların başını çektiği bir darbe girişimi oldu. Hükümet kuvvetlerine destek vererek bu darbenin bastırılmasında önemli bir rol oynayan EKP üye sayısını bir buçuk milyona çıkaracaktı. Bu gelişme aynı zamanda Sukarno ile EKP arasındaki uzun balayının sona ermekte olduğuna da işaret ediyordu.

EKP Sukarno’ya kuyrukçuluk ettikçe büyüyor, kendisine yaklaşarak büyüdükçe Sukarno’ya güçlenen bir rakip olarak görünüyordu. Dolayısıyla Sukarno ona karşı ordunun en gerici unsurlarını harekete geçirmek için tertipler hazırlamak ihtiyacını duyuyordu. Ama EKP’yi tasfiye etmesi aynı zamanda büyük bir destekçisini devre dışı bırakmasıydı. Kaldı ki büyüyen EKP’ye karşı seferber edilen ordu aynı zamanda Sukarno’yu devre dışı bırakmaya heveslenen bir güç haline geliyordu.

EKP ise kuyrukçu teslimiyetçi bir çizgide büyürken geçmişinde sahip olduğu savaşma ve direnme gücünü her gün biraz daha kaybediyordu. Sukarno kurucusu olduğu ve kuruluşundan beri başında bulunduğu Endonezya’yı artık yönetemez haldeydi. Onu devirmek için hazırlanması gereken EKP, Sukarno’yu desteklemek için kendi tepesine inecek balyozu desteklemekteydi. Bu sarmalın son evresi Sukarno’ya karşı bir darbe girişiminin önlenmesi için ordunun içinden sivrilen Suharto’nun parlaması oldu. EKP son olarak bu darbe girişimine karşı Sukarno’yu desteklemekle aynı zamanda bu girişimi ezen Suharto’nun elinin kuvvetlenmesine hizmet etmiş oldu.

Öte yandan bir yanda bağlantısız ülkelerin liderliğine soyunan bir yanda Çin ile yakınlaşan Sukarno, Vietnam’a bizzat saldırmak üzere plan yapan ABD’nin de bir an evvel kurtulmak istediği bir unsur haline gelmekteydi. ABD açısından Endonezya öteden beri önemli bir hedefti.

Daha 1953’te ABD başkanı Eisenhower «Vietnam’da Fransa’yı desteklemek için masraf etmek Endonezya üzerindeki denetimi korumanın en ucuz yoludur» diyordu. Ama bir yıl sonra Fransa’nın yenilgisi kesinleşince bu sefer ABD için önce Endonezya’yı sağlama almak için Vietnam’ı bizzat durdurmak öncelik kazanacaktı.

Nitekim 1965’te Endonezya’daki darbeden hemen önce ve başkan olmak üzereyken Nixon «Endonezya’nın devasa zenginliklerini koruyabilmek için Vietnam’ı bombaya doyurmak» gerektiğini söyleyecekti. İki yıl sonra da aynı Nixon Endonezya için «en büyük ödül» diyecekti.

O bakımdan 1965 yılının sonuna doğru gelirken Endonezya’da Amerikan emperyalizminin temel ihtiyaçları bakımından bir darbenin eli kulağında olduğu belliydi. En azından bu dönemeçte Asya’nın incisi denen bu yerde dünyanın en büyük komünist partisine yer olmadığı açıktı.

Endonezya Komünist Partisi 1960’lı yıllarda Dünya’da Çin ve SBKP’den sonra üçüncü büyük komünist parti olmuştu. Üç buçuk milyon kayıtlı üyesi vardı. Gençlik örgütü de buna ilave bir üç milyon üyeye sahipti. Üç buçuk milyon üyeli sendika konfederasyonu SOBSI onun denetimindeydi. 9 milyon köylüyü barındıran köylü hareketi BTI de öyle. Bunların yanı sıra kadın hareketi, yazarlar ve sanatçılarla öğretmenlerin örgütleri gibi kurumlar da hesaba katıldığında Endonezya Komünist Partisi 20 milyon üyeli veya aktif destekçili devasa bir bünyeyi temsil ediyordu. Dolayısıyla ve ne yazık ki bu büyüklüğüyle orantılı bir komünist kıyımı da Endonezya Komünist Partisi’nin tarihine yazılacaktı.

 

Paylaş