Kuruluşunun 103’üncü Yılında İkinci Enternasyonal’in Oportünist Geleneği Hala Yaşıyor

0

Bu yazı Temmuz 2002 tarihli KöZ Gazetesi 24. sayısında yayımlanmıştır. 

1864 yılının sonlarına doğru Londra’da kurulan Enternasyonal İşçi Derneği, 1872 yılında son kongresini Lahey’de topladıktan sonra, 1876 yılında ABD Philadelphia’da sessiz sedasız kendini feshetti. Enternasyonal İşçi Derneği, kısaca Enternasyonal diye anılırdı. Ama kendisini hiçbir zaman böyle adlandırmadığı halde, biz bu örgütü daha çok Birinci Enternasyonal diye biliriz. Bunun asıl nedeni, kendisini İkinci Enternasyonal diye adlandıran bir örgütün kurulmuş olmasıdır.

Aslında bu örgüt planlı bir hazırlığın sonunda kurulmuş ve böyle bir isim almayı kararlaştırmış da değildir. Hatta böyle bir örgütün ne zaman kurulduğu bile belirsizdir. İkinci Enternasyonal’in adı ve doğuş hikayesi sonradan geri dönülerek yazılmıştır.

14 Temmuz 1889’da Paris’te büyük Fransız devriminin yüzüncü yıl dönümü vesilesiyle uluslar arası bir toplantı düzenlenmişti. Fransız devriminin burjuva devrimi diye anıldığına bakmayın. O zamanlar Fransız devrimini anmak için burjuvaların bu tür toplantılar yapması akla bile gelmezdi. Aksine bu devrime sahip çıkanlar genellikle kurtuluşları için en az 1789’daki kadar kökten bir devrime ihtiyacı olan işçilerin temsilcileri ve sosyalistlerdi. 1889’daki uluslar arası toplantı da böyle bir işçi toplantısıydı. Nitekim toplantıda yapılan tartışmalar da işçi hareketinin temel sorunları etrafında döndü.

O sıra en çok üzerinde durulan sorunlardan biri işgününün 8 saate indirilmesiydi. Bu sorun da uzun boylu tartışıldı; sonuçta da toplantıya katılan bütün örgütlerin temsilcileri bir yıl sonra aynı anda dünya çapında bir eylemi organize etmeye karar verdiler. Bir yıl boyunca herkes kendi ülkesinde bunun zeminini döşeyecek, toplantıda temsil edilmeyenlere bu fikrin yayılması için çalışacaktı. Eylem günü ABD’deki 8 saatlik işgünü için mücadelelerin anısına 1 Mayıs 1890 olarak belirlendi. O gün bugündür tarihin bu ilk planlı uluslar arası eyleminin hatırasına 1 Mayıs’lar, «işçi sınıfının uluslar arası birlik mücadele ve dayanışma günü» olarak anılır.

Doğrusu bu karar alındığı zaman hala bir enternasyonal örgüt oluşturma fikri yoktu. Ama böyle bir somut sonuca varmış olmanın verdiği güvenle, bundan sonra belirli aralıklarla işçi örgütlerinin ve sosyalistlerin bir araya gelip sorunlarını bu biçimde tartışması konusunda fikir birliği doğdu. 

Bir yıl sonra tam 1 Mayıs günü Engels, Komünist Manifesto’nun üçüncü Almanca baskısına bir önsöz yazıyordu; şunları söyledi:

“Evet Enternasyonal yalnızca 9 yıl yaşadı. Ama Enternasyonal’in bütün ülkelerin proleterleri arasında yarattığı ölümsüz birlik hala yaşıyor, hem de her zamankinden daha güçlü olarak. Bugünden daha iyi tanık olamaz buna. Çünkü bugün ben bu satırları yazarken, Avrupa ve Amerika proletaryası, ilk kez tek bir ordu halinde, tek bir bayrak altında, tek bir acil hedef uğrunda, Enternasyonal’in 1866 Cenevre kongresinde ve 1889 Paris İşçi Kongresi’nde ilan edildiği gibi sekiz saatlik işgününün yasallaşması için seferber olmuş, savaş kuvvetlerini denetliyor. Günümüzün soluk kesici görünümü, bütün ülkelerin işçilerinin bugün gerçekten de birleşmiş olduklarını bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak beylerine gösterecektir. Bir de Marx bunu kendi gözleri ile görebilmek için hala yanımda olsaydı!”

Engels bu satırları yazarken, Avrupa ve ABD proleterleri, gösteriler, toplantılar ve grevlerle 8 saatlik iş günü için eylem halindeydiler. Engels’in bu eylem ile Enternasyonal arasında kurduğu bağ sadece onun aklına gelmiş değildi. Nitekim 1889’daki Paris Kongresinde bir araya gelen örgütler ve sonradan katılacak olan başkaları bu toplantıları süreklileştirme konusunda kesin karar almakta tereddüt etmediler. Bu toplantılar zaman içerisinde nispeten şekillenerek İkinci Enternasyonal diye anılan hareketin çerçevesini çizdi. 1889’daki toplantı da İkinci Enternasyonal’in  kuruluş tarihi olarak kabul edildi.

Ne var ki, Engels’in yukarıdaki satırlara yansıyan sevinç ve heyecanını paylaşmak mümkün olsa bile, onun iyimserliğine katılmamak gerekiyor. Zira bu örgütlenme daha başından itibaren örgütsel ve politik zaaflarla malul olarak doğmuştu. Hatta bugün bu zaaflara bakarak Engels’in sevinçle karşıladığı örgütün Birinci Dünya Savaşı karşısındaki ihanetinin temellerini bulmak mümkün. Daha doğrusu eğer bütün bir tarihsel deneyimin dersleri ışığında geri dönülüp bakılırsa İkinci Enternasyonalin kuruluşu ve gelişimi sürecinde 1914 ihanetinin tohumlarının nasıl filizlendiğini de, bugün hala enternasyonalistlerin ayaklarına dolanan oportünist ve merkezci tutumların ilk biçimlerinin nasıl oluştuğunu da ayırdetmek mümkün; hatta önümüzdeki görevler bakımından gerekli.

İkinci Enternasyonalin Doğum Lekesi; Gevşek Bir Örgüt

Enternasyonalin kendini tasfiye edişini izleyen yıllar işçi sınıfının uluslararası örgütlenmesi bakımından bir kopukluğun damgasını taşır. Paris Komünü’nün yenilgisinin ardından bir de bu yenilginin sorumluluğunu üstlenmesi gereken Enternasyonal’in iç sürtüşmeler yüzünden önce parçalanıp, sonra kendi kendini feshetmesiyle açılan bu dönemin böyle bir kopukluğa sahne olması pek tabiidir.

Bu dönemde kimi Avrupa ülkelerinde ulusal örgütlenmelerin serpilmesinin yanısıra, uluslararası alanda marksizmle marksizm dışı sosyalist akımlar arasındaki hesaplaşma şiddetle sürdü. Bir bakıma bir önceki dönemden arta kalan hesaplaşma tamamlandı.

Bu dönemin örgütsel kopukluk ve yalıtılmışlık ortamında Engels neredeyse tek başına ve inanılmaz bir gayretle, bir uluslararası merkez gibi çalıştı. Farklı ülkelerin işçi örgütleriyle yazışıp, tartıştı; teorik ve politik müdahalelerde bulundu. Böylece yalnız Marx’ın teorik mirasının derleyicisi değil, aynı zamanda ilk iki uluslararası örgütlenme deneyiminin canlı bir taşıyıcısı olduğunu gösterdi. Bu çabalarıyla Engels aynı zamanda, birbirini izleyen sonuçsuz konferanslara rağmen, işçi hareketinin uluslararası birliğine olan umudu temsil ediyordu. Onun bu gayretleri sayesinde uluslararası bir örgütlenme olmasa bile, Rusya’dan ABD’ye, İskandinav ülkelerinden, Latin ülkelerine uzanan bu uluslararası tartışma ve hesaplaşma, farklı ülkelerin işçi hareketi içinde çalışan örgütlenmeler arasında gizliden gizliye bir bağ dokudu. Ama bu aynı zamanda bir örgütsel eksiğin kişisel gayretlerle kapatılması anlamına geliyordu. Bunun önemli bir zaafa yol açmaması mümkün değildi.

Öte yandan bu dönem aynı zamanda Avrupa’da ulusal işçi örgütlerinin serpilip kitleselleşmesine, ulusal düzeyde taktik sorunlar üzerinde yoğunlaşan bir politikleşmeye de sahne oldu. İkinci Enternasyonal’e hayat veren zemin böyle oluştu. Buna karşılık, Avrupa ve ABD işçi hareketinin ulusal kabukları içinde geliştiği bu uzunca dönem, dünyayı sömürgeleştirip yağmalayan başlıca devletler arasında ulusal çıkarlar temelinde bir rekabetin hız kazandığı ve başlıca kapitalist ülkelerin zenginleştiği dönemdi. Avrupa’nın belli başlı ülkelerinde büyük sendikal ve siyasal işçi örgütlerinin oluşmasının da bu döneme rastlaması düşündürücü olmalıdır. İkinci Enternasyonal diye anılan örgüt işte bu büyük ulusal siyasi ve sendikal örgütlerin çok genel bir marksizm tanımı ve 8 saatlik iş günü talebinde simgeleşen ekonomik, demokratik haklar mücadelesi etrafında ve gevşek örgütsel temellerde biraraya gelişinden doğdu.

Bu açıdan bakıldığında daha önceki enternasyonal örgütlenmelerden oldukça farklı ve görkemli bir çıkışı oldu. Kitlesel işçi kitle örgütlerine dayanan bu uluslararası örgütlenme kendisinden öncekilerle kıyaslanmayacak kadar büyük bir oluşum olarak ortaya çıktı. Ama ne kelimenin bugünkü anlamıyla, ne de kendisinden önce kurulanlarla karşılaştırıldığında merkezi bir siyasi örgüte benzemiyordu. Bu gevşek çatı altında bir araya gelen örgütlerin bir çoğu ortak merkezi yapıdan daha örgütlü ve etkili siyasal güçleri temsil ediyorlardı.

Bu noktada İkinci Enternasyonalin kaderini belirleyecek bir doğum lekesini peşinen ayırdetmek gerekli. Bu, aynı zamanda aynı kusurun daima benzer sonuçlara yol açacağı gerçeğinden ötürü önemli ve güncel bir ihtiyaçtır.

İkinci Enternasyonalin federatif bir yapıyla kurulması bile pek kolay olmamıştı. Kendi üzerlerinde bir örgütlenmenin disiplini altına girme konusunda uzun süre ayak direyen Fransız ve Alman örgütlerinin uzun çekişmeleri uluslar arası düzeyde bir örgütlenmenin gerçekleştirilmesini geciktiriyordu. Nihayet uzun pazarlıklardan sonra, yükselerek ve uluslararası bir boyut kazanarak gelişen sendikal mücadelelerin dürtüsüyle, özellikle de 1890 dönemecinden itibaren uluslararası toplantıların düzenli biçimde sürdürülmesi fikrinde birleşildi.

Ama aslında yaşamının ilk on yılı boyunca İkinci Enternasyonal sadece bir ideolojik merkeze ve üç yılda bir yapılan kongre adı altındaki bu uluslararası tartışma toplantılarına indirgenmiş durumdaydı. Bu süre içinde bir tüzüğü ve kalıcı bir merkezi olmadı. Hatta her ne kadar yaygın olarak İkinci Enternasyonal diye anılıyorsa da, resmi bir ismi bile olmadı.

1900 yılındaki Paris Kongresi’nden itibaren, sendikal örgütler enternasyonalin dışına çıkarıldı ve bir Uluslararası Sosyalist Büro kuruldu. Bu nihayet nispeten örgüte benzer biçimin yaratılması anlamına geliyordu. Ne var ki bu değişim de örgütün federatif yapısını değiştirmedi. Bilakis bu federatif yapıya bir tür meşruluk sağladı. Nitekim gayrı resmi olarak İkinci Enternasyonalin kongreleri diye anılan toplantılar, sürekli bir örgütün birbirini takibeden kongreleri gibi değil de, yapıldığı kentin adıyla anılıyordu; bu kongrelerde karar adı altında sonuç bildirgeleri kabul edilse bile, bu «karar»lar bağlayıcılık taşımıyordu.

Kuşkusuz bugünden bakıldığında ve Lenin’in örgüt anlayışından biraz olsun nasibini almış birisi için, bu yapının zaafları açıktır; ne var ki o zaman bolşeviklerin dışında kimse bu örgüt anlayışını benimsemediği gibi, Lenin dahil bolşeviklerin aklında da demokratik merkeziyetçi bir dünya partisi fikri yoktu.

İkinci Enternasyonalin tarihi oldukça aykırı bir seyir izledi. Kuruluşundaki görkemi aratmayan görkemli bir çöküşü oldu. 24 yıl boyunca farklılıklarla bölünmüş bünyesi, Birinci Dünya Savaşı karşısındaki ihanet politikasında neredeyse fire vermeden inadına birleşti; birleşilen bu nokta örgütün her bir parçasını cephede birbirinin karşısına dikti. İkinci Enternasyonal kendisinden öncekiler gibi sönmedi; tam da Enternasyonalizmin en gerekli olduğu bir noktada, yani «ya savaş devrime yol açacak, ya devrim savaşı önleyecek» dendiği noktada, bütün görkemiyle Avrupa proletaryasının ve sosyalistlerin üzerine çöktü. Gerçek mahiyetinin ne olduğu da ancak o zaman teşhis edilebildi.

Bolşeviklerin Geciken Eleştirisi

İkinci Enternasyonal sadece leninist bir dünya partisine kıyasla gevşek bir örgüt değildi. Komünistler Birliği ve Birinci Enternasyonale kıyasla bile gevşek bir örgüttü. Bununla birlikte, 1914 depremine kadar örgütün bu yapısını radikal biçimde sorgulamak kimsenin aklına gelmedi. Oportünizm ve örgütlenme konusunda Avrupalı devrimcilerden farklı ve özgün bir tutumu temsil eden Lenin ve Bolşevikler de İkinci Enternasyonal’in açıkça farklı olan yapısını sorgulayıp, üzerine gitmediler; en azından Rusya’daki oportünizme ve merkezciliğe karşı yürüttükleri mücadeleyi uluslararası örgüt içinde yürütmediler. Bu mücadelenin başlaması için Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasını beklemek gerekti. Daha savaşın ilk aylarında Lenin hem İkinci Enternasyonal’in gerçek niteliğini hem de bu teşhiste gecikildiğini ifade eden bir yazı kaleme aldı:

“İkinci Enternasyonal döneminin sosyalist parti tipi bağrında oportünizme yer veren bir partiydi. Oportünizm «barışçı» dönemin onyılları boyunca git gide kalabalıklaştı. Ama, yüzünü göstermeden, kendini devrimci işçilere uyarlayarak, onlardan marksist terminolojiyi alarak, ilkelerden açık bir biçimde sapmamaya özen göstererek… Böyle bir sosyalist parti tipi yaşadı.  …. Enternasyonalizmin aynı parti içinde net ve tek bir enternasyonalist politikaya sahip olmaktan ibaret olduğunu düşünme hakkını kendimizde görüyoruz. Oportünistlerle ve sosyal-şovenlerle birlikte çalışarak ne gerçekten enternasyonalist bir proleter siyaseti güdülebilir, ne savaşa karşı eylem fikri öne sürülebilir, ne de bu eylem için güçlerin toparlanması sağlanabilir.” («Şimdi Ne Yapmalı?», TE. c.21, s.107)

Bu sözler açıkçası bir ihmalin ve gecikmenin itirafıdır. Kusursuz olma hayali peşinde kendine sevdalı karikatürlerin akıllarından bile geçirmek istemeyeceği bu tutum bolşeviklerin başlıca meziyetlerindendir. Bolşeviklerin değeri hatasız ve kusursuz bir parti yaratmış olmalarından değil, kendi hata ve kusurlarının üzerine de düşmanın üzerine gittiği gibi tereddütsüz giden bir parti örneği vermiş olmalarından ileri gelir. Doğrusu bolşeviklerin bu teşhiste gecikmiş olmalarının oportünistlerin Avrupa işçi sınıfını emperyalist hükümetlerin peşine takmasında hatırı sayılır bir payı vardır. Ama oportünizm hakkındaki bu teorik gecikme asli ve vahim bir kusur değildir. Aksine teorik bakımdan oportünizmi erkenden teşhis edip te ona karşı mücadelede zorunlu olan aracı yaratma konusunda ihmal ve gecikmenin vahim ve temel bir kusur olduğu Alman devriminin yenilgisiyle bir kez daha trajik bir biçimde kanıtlanmıştır.

Bugün bolşeviklerin bu konudaki gecikmelerine bakıp onları teorik öngörü eksikliği nedeniyle küçümseme eğiliminde olan laf ebelerine asla kanmamak gerekir. Onların rehberliğine hala şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü oportünizm hala hüküm sürmektedir. Bolşeviklerin gösterdiğinden başka bir yoldan altedilmesi de mümkün değildir.

İkinci Enternasyonal Geleneği Yaşıyor

“Eğer savaş 1915’de sona ererse, aklı başında sosyalistler arasında işçi partilerini oportünistlerle birlikte yeniden toparlamak isteyenler 1916’da hala olacak mı? “  diye sormuştu Lenin.

Hem de nasıl! İkinci Enternasyonal’in tamamen marksizmin sırtından atılması hala önümüzde duran bir görevdir. Çünkü İkinci Enternasyonalin temsil ettiği oportünist gelenek hala hüküm sürmektedir.

Bir kere resmi olarak bu örgütün devamı olan Sosyalist Enternasyonal hala varlığını sürdürmektedir. Pek çok büyük sosyal demokrat parti, Fransız Sosyalist Partisi, Alman Sosyal Demokrat Partisi, İngiliz İşçi Partisi, en büyük emperyalist devletlerin hükümet sorumluluğunu zaman zaman üstlenen partiler bu örgütün üyesidir. İsrail İşçi Partisi, Türkiye’deki CHP, Yunanistan’daki PASOK da öyle. Muhtemelen şimdilerde filizlenen «yeni oluşum» da buraya dahil olmanın yolunu arayacaktır.

Ama bu görüntüye aldanmamak gerekir. Asıl sürekliliğin bu çizgi üzerinden sağlandığını düşünmek, İkinci Enternasyonalin ne olduğunu ve onun yarattığı geleneğin halen nerelerde nasıl sürdüğünü gözden kaçırmanın en kestirme yoludur. Zira İkinci Enternasyonal’in oportünist geleneği tıpkı Kautsky zamanında olduğu gibi marksist ve devrimci kisveler altında sürmektedir. Oportünizm açıktan açığa kendini belli ettiği zaman değil, belli etmediği zaman tehlikelidir.

“Şimdi oportünizmin örgütlenme alanında, işçi partilerinden büsbütün koparılıp atılması zorunlu. Emperyalist dönem aynı parti içinde, devrimci proletaryanın öncüleriyle işçi sınıfının, «kendi» ulusuna «büyük güç» olma durumunun verdiği ayrıcalık kırıntılarından yararlanan, yarı yarıya küçük-burjuvalaşmış işçi aristokrasinin bir arada yaşamasına tahammül edemez. Oportünizmi her türlü «aşırılıktan» arınmış tek bir parti içinde, «kabul edilebilir bir ayrılık» olarak kabul eden eski teori bugün işçiler için en büyük aldatmaca ve işçi hareketi için en büyük ayakbağıdır. Derhal işçi kitlesini karşısına alan açık sözlü oportünizm, devrimci eylemin imkansız olduğunu safsatalarla kanıtlamaya çalışan, küçük «marksist» formüllerin yardımıyla oportünist pratiği doğrulayan şu orta yol teorisinden ne daha tehlikelidir ne de daha zararlı.” (İkinci Enternasyonal’in Çöküşü, age. s.222)

Lenin’in bir «orta yol teorisi»nden söz etmesine bakıp yanılmamalı. Oportünizm ve orta yolculuk bir teorik sorun olmadıkları gibi ideolojik mücadeleyle de alt edilemez; bu yoldan teşhis ve tecrit edilmesi bile mümkün değildir. Oportünizm bir siyasal akımdır ve ancak siyasal mücadeleyle, onun aracı olan bir devrimci partiyle alt edilebilir. Teşhis ve tecrit edilebilmesi de oportünistlerden ve oportünistlerle kırıştırmakta mahzur görmeyenlerden ayrı duran, bolşeviklerinki gibi bir devrimci partinin yaratılması ve nihai hedefe kadar bu niteliğinin korunması sayesinde mümkündür. Komünistlerin ödevi o partiyi yaratmak ve yaşatmaktır.

Paylaş