Krizin Düğümü Nerede?

0

 

 

Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesinin 15 Nisan – 15 Mayıs 2003 tarihli 7. sayısında yayımlanmıştır.

ABD’nin Irak’ı vuracağının belli olmasından itibaren, bir yanda onun emperyalist rakipleri, bir yanda bunların dümen suyunda giden pasifistler, «savaşı önleyeceğiz» iddiasıyla dünyanın sokaklarını doldurdular. Bu son yıllardaki ilk emperyalist saldırı tehdidi değildi. Ama son yılların en büyük ve yaygın savaş karşıtı gösterileri bu dönemde görüldü. Bu tablo, aynı zamanda bu tablonun bir parçası da olan devrimci akımları umutlandırdı: «bu savaşı önleyebiliriz» umudu pekişti ve yayıldı. Ama olmadı. ABD ve müttefikleri hem rakiplerinin BM’deki manevralarına, hem de yığınsal protesto gösterilerine aldırış etmeden Irak’a saldırdılar.

«Savaşı önleyebiliriz» diyenler ise bu çabaların sonuç vermemiş olmasından umutsuzluğa kapılmadan ve tuttukları yöntemden kuşku duymadan bu kez «bu savaşı durdurabiliriz» diyerek sokaklara döküldüler. Üstelik bu kez daha geniş yığınlardı söz konusu olan. Kimileri de Saddam Hüseyin ve BAAS kuvvetlerinin ABD ve müttefiklerini durdurabileceğini, en azından uzun ve sert bir direnişle yıpratabileceklerini hayal etmeye başladı. O da olmadı. Hatta bunun olamayacağı beklenenden çok daha kısa zamanda belli oldu. Ama pasifist gösterilerle yahut Saddam’ın direnmesiyle ABD’yi ve müttefiklerini dize getirmeyi hayal edenlerin ayakları yine yere basmadı.

Sanki bu kısa zaman içinde bütün bu tür kof hayaller suya düşmemiş gibi, yeni hayali perspektiflerin arayışı sürüyor. Şimdilerde bir yandan «ABD Orta Doğu’dan Defol» şiarını öne çıkaran kitle gösterileri tasarlanırken, bir yandan da BM üzerinden gelecek müdahalelere bel bağlayan perspektifler şekillenmekte. Bu arayışların sonunda bulunacak göstermelik çözümlerin de ömrü uzun sürmeyecek. Görünen o ki, devrimciler kendiliğindenliğin peşinde sürüklenmeye ve sermayenin değirmenine su taşımaya devam edecek.

Bu gerçekleri idrak etmek için evvela nerede ve nasıl bir yanlış yapıldığını teslim etmek gerekir. Eksik ve yanlışlarını görmeyenin doğru yolu bulması ise mümkün değildir. Çünkü doğru yolu bulmak için, önce aramak gerektiğini kabul etmek ve doğruların cebinde olduğu hayalinden kurtulmak gerekir. Bundan sonra da doğruların nerede aranması gerektiğini bilmek gerekir. Oysa devrimci hareketin geneline kof bir kibir hakimdir; ve kibir her şeyden önce kusurları görmeyi ve doğruları başka yerde aramaya engeldir. Bu kör gidiş içinde devrimci akımlar parti değilken parti imiş gibi davranma, kendini parti olarak ilan ettikten sonra bunun gereklerini yerine getirmeme kısır döngüsüne hapsolmuş durumdadırlar.

Dünyanın dört bir yanındaki devrimci akımların kendi bağımsız güçleri iddialarıyla orantılı ve söylediklerini yapmaya yeterli değildir. Sahip oldukları somut imkan ve güçlerle devlete (hatta savaş örneğinde olduğu gibi, birden çok emperyalist devlete) karşı bir siyasi mücadeleye, yani iktidar mücadelesine girmeyi göze almaları mümkün değildir; buna kalkışmamakla haklıdırlar. Ama lafa gelince, inadına iddialı, hem kendilerini hem de güçlerini abartan bir söylem tutturmaya alışmışlardır. Öyle ki, varlıklarını tehdit eden saldırılara karşı bir hayat memat direnişi sürdürürken bile, adeta «devlete karşı iktidar kavgası yürütme» edasından da bir milim geri düşmeye razı değildirler. Sorun sadece burada kalsaydı, en fazla büyük beden bir elbise ile gezmek gibi bir tuhaflığa benzeyebilirdi. Ama orada kalmamaktadır.

Bunun araç ve imkanlarına sahip olmadan iktidar kavgası yapıyormuş edasıyla siyasi faaliyet sürdürme hastalığı iktidar sorununun somut olarak gündeme geldiği durumlarda düşman güçlerin peşinden sürüklenmeye varmaktadır.

BAAS rejimini alaşağı etmek ve Irak’tan başlayarak Ortadoğu’ya «yeni bir düzen» getirmek iddiasıyla ABD’nin Irak’a saldırması tam da böyle bir durum yaratmıştır. Ortadoğu’da emperyalist saldırıya karşı direnişi siyasi iktidarın fethine kadar götürebilecek herhangi bir devrimci önderlik olmadığı da son savaşın aynasında bir kez daha görülmüştür. Bu durumda güya iktidar kavgası verme iddiasıyla hareket eden akımların sınıf düşmanlarının dümen suyuna kapılmaktan kurtulamadıkları da aynı aynada bir kez daha görülmüştür. Kendi güçleriyle ve bağımsız bir siyaset doğrultusunda emperyalizme karşı mücadele yürütemeyenler, kah politik olarak ABD’nin rakiplerinin damga vurduğu eylemlerin anaforuna kapılmışlardır; kah Irak halklarının baş düşmanı olan ve emperyalizmin eski maşası olan Saddam’ın sözümona «anti-emperyalist» direnişinden medet umar hale gelmişlerdir. Bu kısır döngü içinde de hala kendilerinden çözüm bekleyenleri de aynı anaforun içine sürüklemişlerdir. Somut bir eylem kapasitesi olmayanlar dahi aynı değirmene su taşımışlardır. Onlar da propaganda düzeyinde bile emperyalist savaşa karşı sınıf savaşı alternatifini tarif etmek yerine emperyalist savaşa karşı burjuva güçlerden medet uman bir propagandaya hizmet etmiş bu
konudaki yanılsamaları beslemişlerdir.

Bu somut gerçeklik kavranıp gereği yapılmadığı müddetçe aynı kısır döngü devam edecektir.

ABD’yi ve müttefikleri ile işbirlikçilerini Orta Doğu’dan kovacak olanlar, bir yanda emperyalist metropollerde kendi hükümetlerine karşı bozguncu bir siyasi tutum gösterecek olan proleterlerdir; beri yanda da emperyalist işgal ve ilhak politikalarına başkaldıracak olan Orta Doğu’nun proleterleri ve ezilen uluslarıdır. Ama metropollerdeki «savaş karşıtı» eylemler emperyalist hükümetleri geriletmeye ve savaştan caydırmaya muktedir değildir; son süreçte bir kez daha kanıtlanmıştır ki bunların karşısına devrimci bir alternatif olarak çıkabilecek herhangi bir odak da mevcut değildir. Ortadoğu’daki (genellikle sanılandan daha kalabalık olan) proleterler de genellikle sınıf örgütlerinden ve bunlara önderlik edebilecek devrimci partilerden mahrumdur.

Orta Doğu’nun Ezilen Ulusları Kürtler ve Filistinlilerdir

Geriye Orta Doğu’nun ezilen ulusları kalmaktadır. Bunların başında Kürtler ve Filistinliler gelmektedir.

Filistin ABD’nin hatırı sayılır desteği ile çoktandır bir kukla devlete sahip olmuştur. ABD’nin ve başka emperyalistlerin destekledikleri bu sözde devlet Filistin ulusal kurtuluş mücadelesinin ayağına dolaşmaktadır. Emperyalistler sözümona «Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyoruz» derken, adeta bu devletin arkasında durup Filistinlilerin ellerini kollarını bağlayarak İsrail’in daha rahat ve pervasızca vuruş yapmasını kolaylaştırmaktadır.

Savaşın gündeme gelmesiyle hatta geçen Körfez Savaşı’ndan beri, Kürtlerin başına da aynı çorap örülmek istenmektedir. Hem bölgede hem de dünya ölçüsünde asıl dostları olan proletarya ve devrimci hareketin desteğinden mahrum olan ve tam bir yalnızlaşmaya itilen Irak Kürdistanı’nda yaşayan Kürtler adeta «denize düşen yılana sarılır» misali ABD’nin planlarına alet olmaya zorlanmaktadır. Bereket savaşın erken sona ermesi ile Kürtler ABD’nin pis işlerine birinci elden bulaşmaktan ucuz kurtulmuştur. Zaten kendi vatanları saydıkları Musul ve Kerkük’e girmenin ötesinde savaşa birinci elden bulaşmamış Irak halkı ile doğrudan bir kardeş kavgasına girmemişlerdir. (Saddam’ın ordularını «Irak halkı» diye görenlerin bunu anlaması zordur). Ama tehlike tamamen geçmiş değil.

Kürtlerin kendi güçlerine dayanarak ve dünya proletaryasıyla başka ulusal kurtuluş mücadelelerinden gelen destekten başka desteğe bel bağlayarak kazanacakları her mevzi ayaklarına dolaşacaktır. Bilakis bu, ellerindeki mevzilerin de kaybedilmesine neden olacaktır.

Zaten ABD’nin asıl hesapları da bu mevzileri geri almaya dönüktür. Bölgede bağımsız bir siyasi güç konumundaki Kürtlerin bu durumunu ortadan kaldırmayı istemektedir; buna kendi çıkarları bakımından ihtiyacı da vardır. ABD himayesinde bir Kürt devleti bu tuzağın sustası üzerinde duran yemden ibarettir.

Emperyalizmin Orta Doğu hakkındaki planlarını bozmak için ilk koşul Kürtleri emperyalizmin maşası olmaktan kurtarmak ve kendi kaderlerini özgürce tayin etmelerini sağlamaktır.

Bunun için, onları ABD işbirlikçiliği vb. ile itham ederek ve ABD ile birlikte hedef tahtasına yerleştirerek büsbütün ABD’nin kucağına itmek yerine, muhtaç oldukları gerçek desteğin nerede olduğunu gösterecek adımları atmakla işe başlamak gerekir. Bu da Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını kayıtsız şartsız tanıdığını ilan etmek ve göstermekle başlar; şovenizme ve sosyal şovenizme karşı tavizsiz bir tutum göstermekle pekişir.

Ancak bu destek sağlandıktan sonra, Irak Kürdistanı’nda ve genel olarak Kürtler arasında ABD’ye şu ya da bu kısmi çıkar nedeniyle bağlanmış olanlar ile özgürlüğe ekmekten sudan yani hayatlarından daha fazla ihtiyacı olanlar ayrışabilir. Ancak bunlar ayrıştığı takdirde Kürtlerin özgürlük için mücadelesi ivme kazanabilir.

Oysa Kürtlerin özgürleşmesi bölgedeki dört tane ezen ulusun özgürleşmesinin koşuludur. Kürtlerin kendi vatanlarında egemen olmaları için bölgedeki dört gerici diktatörlüğün parçalanması şarttır. Besbelli Kürtlerin bağımsız ve özgür bir egemen ulus halinde birleşmesi, hedeflerine varmak için bu devletleri parçalamak zorunda olan komünistlerin ve devrimciler bakımından önemli ve olumlu bir gelişme olacaktır. Bu diktatörlüklerin boyunduruğu altında ezilen halklar bakımından da müjdeli bir gelişme olacaktır.

Aynı nedenle, emperyalistlerin ve Orta Doğu’daki emperyalist statükonun sürmesine ihtiyacı olanlar bakımından ise bu gelişmenin hayali bile ürkütücüdür. Bu nedenle bu cenahtan böyle bir gelişmeye destek olanların çıkabileceği hakkındaki tüm yanılsamaları zihinlerden kovalamak gerekir.

Son savaşla birlikte bir kez daha belli olmuştur ki, Orta Doğu’daki krizin düğümü (hiç değilse birinci emperyalist dünya savaşından beri) Kürdistan’dadır.

Kürtler Orta Doğu’nun bugünkü haritası emperyalistler tarafından çizilmeye başladığından beri, uzun yıllardır özgürlük için hayatlarından vazgeçmeye hazır olduklarını kanıtlamış bir halktır. “Özgür bir Kürdistan” hedefinin onlar arasında daima yankı bulacağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Yeter ki, Kürt ulusuna özgürlük yolunda en önemli desteği sunabilecek olan dünya proletaryasından ve komünistlerden bu doğrultuda bir destek mesajı gelsin.

ABD’nin Irak’a saldırmasından önce, şunları söylemiştik. Aynen tekrarlamakta mahsur yoktur:

“Kerkük petrolleri ve ABD’nin teminatı sayesinde Kürtlerin Irak devleti çerçevesinde ezilen bir ulus olmaktan kurtulacağını mı sanırsınız? Kürtlerin ulusal baskıdan kurtulması petrolle ve ABD vesayeti ile olacak şey değildir. Bu baskıdan kurtulmak için ulusal baskıyı uygulayan devletin parçalanması olmazsa olmaz koşuldur.

… Ya binlerce yıldır yaşadıkları topraklar üzerinde, bugüne kadar zorla tutuldukları devletlerin sınırları içinde bir ezilen çoğunluk olarak yaşamaya razı olacaklardır. Yahut bu ulusal baskı boyunduruğunu kırıp kendi kaderlerini özgürce tayin etme yolunu seçeceklerdir. Orta Doğu halklarının kardeşçe birlikte yaşayacakları tek devlet çatısı ise Ortadoğu Sovyet cumhuriyetlerinin gönüllü birliğinin oluşturacağı çatıdır.”

Kuşkusuz bu vurgulu hatırlatmaların hayalci olduğunu gerçekçi olmadığını düşünenler az değildir. … Ama nasıl ki her gün yaşayabilmek için kapitalistlerin kapısında ücretli kölelik etmeye gitmek zorunda olduğumuzu bile bile, «yıkılsın ücretli kölelik düzeni!» demekten vazgeçmiyorsak ve ücretli kölelik düzenini yıkmak için her gün bir kez daha bileniyorsak ve gözlerimize bağlanmak istenen bağları çözmekten, başkalarının gözlerini açmaktan geri durmuyorsak; ulusal baskı altında ezilen ulusların bu boyunduruğa alışmayı reddedeceklerini ve boyunduruğun ağırlaşmasına rağmen başkaldırı arayışını sürdüreceklerini de biliyoruz. Bu arayışların hedefine ulaşmasını sağlayacak devrimci partiyi yaratmak için mücadeleden vazgeçmiyoruz.”

Paylaş