Ana Sayfa Genel Bayrak Provokasyonlarıyla Ölümü Gösterip Sağduyulu 1 Mayısta Sıtmaya Razı Ettiler Ne...

Bayrak Provokasyonlarıyla Ölümü Gösterip Sağduyulu 1 Mayısta Sıtmaya Razı Ettiler Ne Ölüm Ne Sıtma!

0

Bu yazı, Proleter Devrimci Köz Gazetesi’nin 2005 Mayıs 26. Sayısında Yayımlanmıştır.

“1 Mayıs Mitinginde Sağduyu Kazandı”. Zaman gazetesi bu manşetiyle 2005 1 Mayısı’nı herkesten iyi özetledi.

Newrozun ardından siyasi gerilimi adım adım tırmandıran psikolojik savaş uzmanlarının yarattığı beklentinin aksine 2005 1 Mayısı’nda kayda değer büyüklükte bir çatışma meydana gelmedi. Yine bir iki istisna hariç alanlarda kayda değer büyüklükte Türk bayrakları da yoktu.

1 Mayıs öncesinde polis koruması altında devrimcileri linç etmek için can atan faşistler ya inlerine saklanmıştılar; yahut kuzu postları altına gizlenerek alana gelmiş, seslerini çıkarmadan kalabalığa karışmıştılar.

Polislerin de devrimcilere yönelik özel bir saldırganlıkları yoktu; adeta AB sürecini zedelememek için 6 Mart’taki gibi bir görüntüye sebep olmama doğrultusunda kesin bir talimat almışlardı.

Görülüyordu ki 1 Mayıs’ın bu cephesin­de emir komuta ile sağlanan bir sağduyu hakimdi. Bu cenahta sağduyulu bir davranıştan ziyade sağduyulu davranma talimatlarına itaatle uyanlar vardı.

1 Mayıs’a damga vuran sağduyu sadece düzenin emir komuta altındaki üniformalı ve üniformasız bekçileri ile köpeklerine özgü değildi. Varlıkları sağduyulu bir istikrar ortamına bağlı olan ve bu istikrarı sağlayıp bozulmamasına özen gösterme misyonunu üstlenmiş olan türlü renkler­deki uzlaşmacı ve reformistler alanın asıl büyük gövdesini oluşturuyordu. Bunlar sağduyunun emir komuta altında olmayan gönüllü bekçileri idi adeta. Asıl sağduyulu davranan ve herkesi sağduyulu davranmaya çağıranlar bunlardı aslında. 1 Mayıs’tan en çok memnun olanlar da onlardı.

Cüzdanlarının ihtiyaçlarına kulak vererek mutlaka AB vizesini almaya ihtiyaçları olduğunu düşünenlerle, kendilerine ancak AB çatısı altında bir siyasi gelecek tasavvur edenler de bu amaçlarına ulaşabilmek için sağduyulu bir 1 Mayıs’a ihtiyaçları olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle bunlar da 1 Mayıs 2005’e giderken sağduyu çağrısı yapanları ve sağduyulu davrananları ayrım gözetmeksizin teşvik edip alkışladı. Sonuçta 2005 1 Mayısı bunların hepsi için tatmin edici bir sağduyu hakimiyeti altında geçti.

Ama devrimciler cephesinde de sağduyulu bir tutum hakimdi. İstanbul ve İzmir’deki istisnalar bir yana, sağduyu tablosunu bozan “taşkınlıklar” gözlen­medi. Kimileri talimatla, kimileri çıkarla­rı­nın borazanı olan vicdanlarının sesini din­leyerek sağduyulu davranırken Dev­rimciler ise görünüşte tam tersini düş­le­yerek bu sağduyu tablosuna çeşni oldular.

Muhtelif devrimci akımlar 1 Mayıs ön­ce­si kopartılan şoven fırtınanın gözlerini köreltmesi, kulaklarını tıkaması ve yüreklerini soğutması nedeniyle bu sağduyu tablosuna suskunlukları ile bilmeden ve istemeden katkı yaptılar. Önlerine çıkan fırsatların yanından «tuzaktır» diyerek geçtiler. Ezilenlerin bağrından yükselen çağrı çığlıklarını korku feryadı diye işittiler; ya da duymazdan geldiler. Başka zamanlarda yüreklerinin coşkuyla çarpmasına yol açan gelişmeler bu sefer «provokasyona gelmeyelim» çarpıntılarına neden oldu.

Onlar bu sağduyu tablosunda tablonun en aykırı ve şaşkın figürleri olarak yer aldılar 1 Mayıs’ta.

Bulutlu bir pazar gününe denk gelen 1 Mayıs, bir provokasyon olasılığının endişesi içindeki tüm güçler tarafından hep birlikte karşılıklı sağduyu gösterilerek kazasız belasız atlatıldı.

Böylelikle birlik ve mücadele günü olması gereken 2005 1 Mayısı karşılıklı mücadele içinde olması gerekenlerin birlikte kutladığı bir bayram günü oldu.

Kimler Bayram Etti?

Bayram edenlerin başında 1 Mayıs’a kadar provokasyon sopasını elinden bırakmayarak devrimci güçleri hizaya çekmeye çalışan düzen güçleri vardı. Ama provokasyon korkusu ve bahane­siyle her türlü devrimci politik tutumdan koşar adım uzaklaşan düzenin yedek güçlerinin, yani reformistlerin de yüreği bayram sevinciyle doluydu. Burjuvazinin sevincinin Hürriyet’ten Zaman’a, CNN Türk’ten Açık Radyo’ya varana kadar çeşitli medyalarda yer alan ve hem polisin hem de eylemcilerin ağırbaşlı tutumlarını takdir eden yorumlarda gözlemek müm­kün.

Varlık koşulları işçilerin boyunduruk altında tutulması olan burjuvazinin 2005 1 Mayısı’na rengini veren sağduyudan memnun olması elbette anlaşılır bir olgu. Keza ancak istikrar ve sağduyu hakimiye­ti altında siyasi varlıkları anlam kazanan reformistlerin de 1 Mayıs’ta bayram etmesinde şaşılacak bir şey yok. Yadırgatıcı olan benzer bir memnuniyetin devrimci saflara da bulaşacak biçimde sosyalistlerin hemen hepsine yayılmasıdır.

Ne tuhaftır ki, aralarındaki üslup farkı ne olursa olsun, sol akımların çoğunluğu da tıpkı burjuvazi ve uşakları gibi 1 Mayıs’ın “iyi geçtiğinde” hemfikirdi. Karşıt kutuplarda olması gerekenlerin karşılıklı memnuniyet içinde olmasının diğer adı da sağduyunun egemen olmasıdır zaten.

Sol akımların 2005 1 Mayısı’nı bir bayram sevinciyle karşılamaları 1 Mayıs ertesinde yapılan ve politik içerikten yoksun 1 Mayıs değerlendirmelerinde belli etti kendini.

Kimi zaman bir doktrinerliğin yansıması olan beylik değerlendirmelerle yansıdı bu tutum. Herhangi bir zaman herhangi bir yerde de aynen tekrarlanabilecek “1 Mayıs’ta işçiler ve ezilenler emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı seslerini duyur­du­lar” türünden yavan ve yüzeysel anla­tım­larda ifade buldu. Bazıları 1 Mayıs’tan memnuniyet­le­rini böyle dile getirdi.

Kimi zaman kendi kortejlerini beşer beşer, rakip akımlarınkileri yarımşar yarımşar sayıp, daha büyük rakipleri ise görmezden gelerek yapılan “1 Mayısa kim kaç kişi katıldı” türü sayımlar 1 Mayıs’ta bayram etmek için vesile oldu ve politik bir değerlendirmenin yerine geçti.

Kimi zaman da iğneyi kendine çuvaldızı başkalarına batırma erdeminin ardına saklanarak «sınıfla olan bağlarımızı sıkılaştırmamız lazım» «küçük burjuva devrimciliğinin kötü alışkanlıklarından kurtulmamız lazım» türünden genel geçer özeleştirilerle 2005 1 Mayısı’na dolaylı bir övgü düzerek ifade buldu bu apolitik değerlendirmeler.

Her halükarda sol akımların çoğu 1 Mayıs’ı kendi politik bakış açılarının ölçüleriyle değerlendirme sorumluluğun­dan sıyırdılar kendilerini.

İşin aslı, devlet Newroz ertesindeki provokasyonlarla sosyalistlere ölümü gösterip onları sıtmaya razı etmek istemiştir ve görünen o ki, bunu başarmıştır.

 

«Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etme»

Ölüm Kürtleri bahane ederek bütün devrimcileri ve düzen karşıtı istikrarı bozucu güçleri hedef tahtasına koyan açık şoven ırkçı saldırıların tırmanması ise; sıtmaya razı olmak şovenizm karşısında sağduyulu bir tutum benim­seyip sosyal şovenizme boyun eğmekti. 1 Mayıs’a sosyal şovenizm damga vurdu.

Ölüm faşist güçlerin başta Kürtler olmak üzere ezilenlere ve onların yanında saf tutan devrimcilere karşı yükselttikleri bir iç (sivil) savaş tehdidi ise; sıtmaya razı olmak sömürülenlerin sömürülmeye, ezilenlerin ezilmeye razı olacakları bir iç (sivil) barış görüntüsü idi. Güya şovenizme karşı olma adına ve «Kürtlere Özgürlük» şiarının yerine yükseltilen «Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı da sivil savaştan korkanların sivil barış arzusunu dile geldiği slogan oldu.

Ölüm devasa Türk bayraklarının gölge­sin­de geçecek bir 1 Mayıs ise; sıtmaya razı olmak İstiklal Marşı 1 Mayıs kürsü­sün­den çalınırken herkes esas duruşa geçmese bile, tahammülle dinlediği bir bayram gününe razı olmaktı; bu bayramı sevinçle kutlamaktı; öyle oldu. Bu sıtma nöbetlerinin işaretleri arasında «İstiklal Marşı ve bayrağın derin bir anlam kazandığını» sevinçle ilan etmek de vardı.

Ölüm polislerin ve faşistlerin pervasızca devrimcilerin ve Kürtlerin kortejlerine saldırması ise; sıtmaya razı olmak herkesin ortamı germeden ve provokasyonlardan kaçınmaya özen göstererek, hatta sık sık «aman provokasyona gelmeyelim» çığlıkları atarak kutlanan bir şenlikle avunmaktı; öyle oldu.

Ölüm provokasyonlara gebe bir 1 Mayıs ise; sıtmaya razı olmak sağduyu­nun egemen olduğu 1 Mayısı coşkuyla kutlamak olmuştur.

Bu açıdan bakıldığında Zaman gazete­si­nin sevinci boşuna değildir.

Ama devrimciler arasında 2005 1 Mayısı hakkındaki sevinçli değerlendirmelere bakılırsa tıpkı reformistler ve düzenin sahipleri gibi 2005 1 Mayısı’ndan onların da pek memnun oldukları anlaşılmak­tadır.

Ama birinciler kötünün iyisini seçtik­lerinin farkında olarak memnuniyetlerini dile getirirken devrimci akımlar en iyi seçeneği söke söke almış gibi bir edayla değerlendirmektedirler 2005 1 Mayısı’nı. Bir tarafta mecburen sıtmaya razı olma tutumu öne çıkarken beri tarafta bu sıtma­ya razı olma durumundan memnu­ni­yeti yansıtan değerlendirmeler göze çarpmaktadır.

Başka Türlü Olabilir Miydi?

1 Mayıs’ın politik bir değerlendirmesini yapmak isteyen her akımın cevaplaması gereken asıl soru şudur: provokasyon tehditleri ile tezgahlanan oyunu bozmak, ölüme ya da sıtmaya razı olmamak mümkün müydü?

Doktriner akımlar bu soruyu cevapla­mak bir yana sormayacaklardır bile. Çünkü onlara göre olumsuz nesnel koşul­lar nedeniyle zaten ölüme karşı da sıtma­ya karşı da yapılacak bir şey yoktur. Ölü dirilene ve sıtmaya tutulan iyileşene kadar ölüm ve sıtma hakkında teorik araştırma faaliyetleriyle meşgul olmak gerekir.

Liberallerin etkisi altında olan sol akımlar için de bu soru anlamlı değildir. Zira emekçilere sıtmanın ölümden daha iyi olduğunu anlatıp razı olmalarını öğütledikleri için bunlara liberal denir.

Devrimci akımların ezici çoğunluğunun 2005 1 Mayısı hakkındaki değerlen­dir­melerine bakıldığında ise onların ölümün de sıtmanın da farkında olmadıkları görülmektedir. Bu akımların yayınlarına bakılırsa 1 Mayıs’ta işçiler alanlara akmış, şovenist saldırı püskürtülmüştür. Hatta devrimci akımlar eski senelere kıyasla daha da etkili olmuşlardır. Bu durumda zaten provokasyona gelmeyip oyunu bozduklarını düşünmektedirler. Onlar için de «bu oyun bozulabilir miydi?» sorusunun bir anlam ifade etmeyeceği açıktır.

Oysa 2005 1 Mayısı’nda burjuvazinin provokasyon gerginliği yaratarak devrim­cileri sağduyulu bir 1 Mayısa razı etme tertipleri bozulabilir miydi sorusu devrimci gerçekçilik bakımından çok önemli bir sınav sorusu gibi düşünülmelidir. Bolşe­viklerin takipçisi komünistler açısından kendini yakıcı bir biçimde dayatan bu soruyu olumlu bir biçimde yanıtlamak mümkündür; hatta gereklidir.

2005 1 Mayısı’nı sağduyu limanına çeken tertipleri bozmak mümkündü. Çünkü emekçilerin büyük bir bölümü mart mayıs arasında tezgahlanan provo­kasyon tertiplerine doğrudan doğruya katılmadı. Yürütülen psikolojik savaş emekçilerin büyük bir çoğunluğunu dümen suyuna çekmeyi başaramamıştı. Bu durum önemli bir avantajdı ve oyunu bozmak için en sağlam kaldıraç burada idi; buna biraz daha ışık tutmak gerekir.

Şovenist histerinin emekçileri teslim alamadığının en iyi kanıtı bayrak yürüyüşlerinin cılızlığı idi. Bu yürüyüşler ciddi bir niceliğe sahip olduğu zaman bile devlet zoruyla düzenlenen Cum­hu­riyet Bayramı törenlerinin ruhsuzluğunun ötesine geçemedi. Bu yürüyüşlerin asıl bileşenlerinin de proletaryanın ve ezilenlerin değil toplumun diğer katmanlarından gelmesi üzerinden atlanılmaması gereken bir olguydu.

Burjuva medyasının şişirmelerine rağmen, şovenist bir kitle hareketini tetiklemek için sahneye konan bu tertipler, emekçi yığınları bu doğrultuda harekete geçirmeyi başaramadı. Bir futbol takımının heyecanlandırdığı kadar insanı bile harekete geçiremedi. Türk bayrağına sahip çıkanlar bir futbol takımının taraftarları kadar kalabalık ve onların onda biri kadar coşkulu bir kitle oluşturamadı.

Daha önemlisi ve altı çizilmesi gereken ise, kendi ulusal bayramlarında sokaklara dökülen ve «sözde vatandaş» diye hesap dışı tutulmak istenen yüz binlerce Kürde karşı onun onda biri kadar bir vatandaş kitlesi seferber edilemedi.

Bütün bu kampanyaların sonucunda ancak polisin ön ayak olması ve yol vermesi sayesinde cesaretlenen faşistlerin üzerindeki perde kaldırılmış tasmaları çözülmüş oldu. Böylece bu milliyetçi kışkırtmaların sonucunda harekete geçen kitlenin gerçek boyu ve niteliği de göründü. Ama anlaşılan o ki bu bile sosyalistleri ve devrimcileri sağduyu sınırlarına çekmeye yetti. İşte kaçınılmaz olmayan buydu.

Öte yandan bu oyunu bozmak tertipçi­lerin bir başka zafiyeti nedeniyle de pek ala mümkündü. Hakim sınıf içerisindeki paylaşım kavgası devlet mekanizmalarını kilitlemese bile, bu mekanizmaların ağır aksak ve çelişkili bir biçimde işlemelerine yol açıyordu. Bu durum sadece devlet aygıtı için değil burjuvazinin ideolojisini yaydığı merkezler için de geçerliydi. Devlet içindeki sürtün­me ve ideolojik parçalanmışlık barizdi. Bu durumun üstü örtülemiyordu.

1 Mayıs günü baskı aygıtlarının geri adım atması da bu durumun çarpıcı bir göstergesi olarak görülmelidir. Faşistlerin ve polisin temkinli ve ürkek davranması devrimcilerden ürktüklerinden ziyade, kendi aralarındaki çelişkilerle ilgili idi. AB sürecini zedelememek için sağduyulu davrandılar. Kendi aralarındaki çelişkiler nedeniyle saldırgan değildiler. Ama bu durum da 1 Mayıs’a dönük tertiplerin bozulması için önemli bir avantajdı ve bu maksatla kullanılabilecek bir imkan sunuyordu.

Kuşkusuz bu olanakların değerlendi­rilmesi ve istismar edilmesi mümkündü ama bunun için devrimci güçlerin bilinçli planlı ve koordine bir müdahalesi gerekirdi. Düzen güçlerinin 1 Mayısa dönük hesaplarının tutmasının asıl nedeni de bu öznel eksiklikten ileri gelmektedir.

Hangi Fırsatlar Kaçtı?

Her şeyden önce devrimciler asıl güçlü oldukları varoşlarda eylem birlikleri gerçekleştiremediler. Bu bakımdan ne aralarında sağlam bir güç birliği oluşturabildiler ne de varoşlardaki ezilen emekçilerin öfkesinin 1996’daki gibi 1 Mayıs alanına akmasını sağlayabildiler. 1 Mayıs alanına sendika bürokratlarının uzlaşmacı çizgisi hakim oldu. 1996’da «varoşların patlayan öfkesi» dillerde dola­şırken, 2005 1 Mayıs alanından akıllarda kalan DİSK’in “işyerimi seviyorum!” dövizleri oldu.

Oysa 1996 yılında kendiliğinden gelişen sürecin bu sefer planlı biçimde hazırlan­masının koşulları vardı; en azından bu seçeneği zorlamak imkansız değildi. 2005 1 Mayısı geride bırakıldığında bunu görmek zor değildir.

Bu nedenle 1996’da panik içinde olan­ların bu yıl bayram etmesi de bundandır ve gayet tabiidir. Ama hem 1996 yılını övgüyle hatırlayıp hem de 2005 1 Mayısı’nı sevinçle karşılamak ise bariz bir çelişkidir.

1 Mayıs alanında Kürtlerle devrimciler birbirlerinden ayrı düştü. Kürtler cephesinde çoktan beri böyle bir kaçış eğilimi ön planda idi zaten. Ama devrimciler cephesinde bunu kırmaya dönük bir adım atılmadı. Oysa bayrak provokasyonlarıyla birlikte Kürtlere karşı bir saldırı başlatmak isteyenlerle TAYAD’lıları linç etmek isteyenler aynı güçlerdi. Buna karşın saldırılara uğrayanlar tepkilerini omuz omuza ve güçlü bir biçimde göstermemiş oldular. Devrimciler kendilerini Kürt emekçilerin­den bir kez daha yalıtıp Kürt hareketinin liberal önderlerini hem de sosyal şovenleri rahatlattılar. Her iki tarafın uykularını kaçıracak bir müdahale fırsatını da kaçırmış oldular.

1 Mayıs’ta devrimcilerin önündeki imkanların ve kaçırılan fırsatların ne olduğunu görmek için bakılması gereken noktalardan biri de TKP’nin «bağımsız kürsü»südür.

Kuşkusuz TKP’nin değerlendirmek istediği fırsatla devrimcilerin kaçırdıkları fırsat birbirine taban tabana zıttır. İkisi arasında kürsü kavramından başka hiçbir benzerlik yoktur.

Devrimciler kuracakları kürsüden yükselen milliyetçi dalgaya karşı seslerini duyurma fırsatını kaçırırken TKP kurduğu kürsüyü milliyetçilik silahını Genelkur­may’ın ve faşistlerin elinden almak için kullanmak istemiştir.

TKP kent merkezlerini mesken tutmuş yeni küçük burjuvazinin rencide olmuş ulusal onuruna seslenmek için kürsü açarken; devrimciler kuracakları kürsüden varoşlardaki işçilerin ve ezilenlerin öfkesini duyurma fırsatını kaçırdı.

2005 1 Mayısı’nın sunduğu fırsatları değerlendirerek alternatif kürsü kurma kurnazlığına başvuran TKP sadece kürsü açmış fakat alternatif olamamıştır. Halbuki devrimciler fırsatları değerlendirseler sahiden alternatif bir kürsü aracılığıyla alana müdahale edebilirlerdi. Devrimciler 1 Mayıs’ta alandaki devrimci güçlerin sesini birleşik ve gür bir biçimde yansıtma fırsatını kaçırmıştır.

1 Mayıs 2005’te işte bu fırsatlar olmadığı için değil, kullanacak olanların basiret­sizliği yüzünden kaçırıldı.

Komünistler Hangi Dersleri Çıkarmalı?

1 Mayıs 2005 hakim güçlerin oyununu bozmak için bir fırsattı; kaçırıldı. Ancak bu durum karşısında ah edip dövünmeye gerek yok. Zira önümüzdeki dönemde gerek hakim sınıflar gerekse de emperya­listler arasındaki rekabet kızıştıkça sadece bu türden koşullara daha sık tanık olacağız. Tanıklık etmekle yetinmeyip sermayenin emekçilerin başına ördükleri çorapları parçalamak isteyenler bu yüzden 1 Mayıs 2005’in derslerini kulağına küpe etmeli.

Bu nedenle 1 Mayıs’a damga vuran sağduyu havasına rağmen komünistler bu tabloya seyirci gibi bakıp, mart-mayıs sürecinin bilançosunu karamsar bir gözle çıkartmıyor.

Zira genel olarak devrimciler bakımın­dan kaçırılan fırsatlar büyük olsa da komünistler önlerine çıkan imkanları değerlendirme bakımından kötü bir durumda değillerdir.

Komünistlerin birliğini savunanların varoşlarda çalışma yürüten dayanışma örgütlerinin ve diğer devrimci güçlerin eylem birliği yönünde çabaları tamamen sonuçsuz kalmamıştır.

Varoşlardaki yürüyüşler, dayanışma örgütleriyle birlikte gerçekleştirilen ortak eylemler bu çabanın meyveleridir. Bunun yanı sıra özellikle İzmir’de devrimci güçlerin birlikte yaptıkları ortak afişleme çalışmaları da bu anlamda bir dayanışma bilincinin ve kültürünün oluşması yönünde umut verici gelişmelerdir.

Keza 4 ayrı merkezde 1 Mayıs alanlarına çıkmayı zorlayarak ve dayanışma örgütlerini alanlara taşıma yönünde gayret göstererek muhtelif cephelerden gelen tecrit girişimlerini boşa çıkarmayı başarmışlardır.

Öte yandan komünistlerin birliğini savunanlar İstanbul’daki sıtmalı 1 Mayıs’ta alternatif bir politik duruşu küçük bir ölçekte de olsa tek başlarına sergilemeyi başarmışlardır. Bu bakımdan komünistlerin birliğini savunanların durumu TKP’nin tam tersidir. Kürsü kurup alternatif olamayan Kopenhag partisinin aksine KöZ’ün arkasında duranlar bir alternatif oluşturmuş fakat bu alternatifi hak ettiği kürsüden dile getirememiştir.

Böyle bir kürsünün yaratılması önümüzdeki 1 Mayıs’ların temel görevi olacaktır. Kürsüyü kuracak olanlarsa komünistlerin birliğini savunanların müdahalesiyle devrimci bir güç birliğinin ihtiyacını yakıcı biçimde hissedenler arasından çıkacaktır.

Önümüzdeki dönemde sosyalist hareket içindeki ayrışma ölümden korkup sıtmaya razı olanlarla ezilenlerin öfkesini sağduyuyla söndürmeyi reddedenler arasında yaşanacak. Bu ayrışmaya devrimci bir müdahalede bulunmanın yolu 1 Mayıs 2005’in derslerini akılda tutmaktan geçiyor.

İşte tam da bu nedenle 2005 1 Mayı­sı’nın dersleri varlık nedenleri sosyalistleri ayrıştırarak komünistleri birleştirmek olanlar için iki kez önemli. KöZ’ün arkasında duranlar 1 Mayıs’ın derslerini unutmayacak. Ölüme de sıtmaya da razı olmayacak…

Paylaş