Karnaval Değil, Devrimci 1 Mayıs!

0

[Bu yazı Köz’ün Mayıs 2002 sayısından alınmıştır.]

2002 1 Mayısı, 1996 1 Mayısı’ndan sonra gerçekleşen en kitlesel 1 Mayıs olarak tarihte yerini aldı. 2002 1 Mayısı’nda da tıpkı bir önceki 1 Mayıs’a hakim olan bir atmosferde girildi. Bir yandan artarak devam eden kapitalist saldırılar, bir yandan hâlâ çözülmeyi bekleyen zindan direnişleri ve buna ek olarak da İsrail’in Filistin işgali. Bu çerçevede karşılaşılan işçi sınıfının birlik, mücadele ve uluslararası dayanışma günü olan 1 Mayıs bu sorunlardan hiçbirine devrimci bir yanıt olamadı.

Feministlerin Gölgesinde 8 Mart, Barış Çubuklarının Ateşinde Newroz Mart Tasfiyecilik Rüzgarlarıyla Geldi

Geride bıraktığımız 2002 Newroz’u iki farklı “kutlama” biçimiyle akıllarda kalacak. Birinci resim Türkiye’nin İstanbul ve Mersin gibi metropollerinde, kitlelerin yolu trafiğe kapadığı, yürüyüş yaptığı, panzerleri karşısına alıp polisle çatıştığı ve geniş gözaltıların yaşandığı yasadışı gösterileri yansıtıyor. İkincisi ise, Diyarbakır’da sanatçıların, EMEP, SİP, HADEP gibi reformist parti başkanlarının, demokratik kitle örgütlerinin ve Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin katıldığı devletin denetimindeki barışçıl gösterileri. Bir yerde baskı ve yasaklamalara militan bir duruşla karşı duran ve önlenemeyen eylemler öne çıkıyor. Fırat’ın öte tarafında ise reformistlerin at oynattığı barış ve demokrasi söylemlerinin devrimci değil reformist yoldan talep edildiği, “Ne ayrılık ne inkar demokratik cumhuriyet” sloganının damga vurduğu eylemler bütün zayıflatma ve uysallaştırma çabalarına ve bunların meyve vermesine rağmen, düzen güçlerinin yüreğine korku salmaya devam eden suskun da olsa devasa bir kitlesellikle gerçekleşiyor.

KöZ’ün Sözü

Önceki yıllarda olduğu gibi, 8 Mart bu sürecin nasıl bir seyir izleyeceğinin ilk işaretlerini verdi. 2002 8 Mart’ı, 1 Mayıs’a giden süreçte hayra alamet bir tablonun olmadığını açık seçik ortaya koydu. 2002 1 Mayısı’nda en büyük gösterinin gerçekleşeceği alan ve güzergahta yapılan İstanbul’daki 8 Mart mitingine bakıldığında bunu görmemek mümkün değildir. Yıllardır «erkekler 8 Mart eylemlerine bulaşmasın» diye özetlenebilecek bir tepkiyle hareket eden feministler bu kez nihayet bir zafer kazanmış gibiydiler. Doğrusu İstanbul’daki 8 Mart mitinginde belli başlı feminist çevrelerin kendileri yoktu. Ama gölgelerinin bile eylemi kararttığını söylemek abartı olmaz. En azından eylemi düzenleyen platforma feministlerin gıyabında feminist görüşlerin yön verdiğini görmek zor değildi.

Gazi yıldönümüne ailelerin peşinden, Newroz’da ulusal hareketin peşinden, ölüm oruçları eylemlerine ise aydınların peşinden gitmişti devrimci hareket. Bu eylemlerin ardından 1 Mayıs geldi. İstanbul 1 Mayıs’ı önümüzdeki sürecin hangi siyasal iklimde geçeceğini gösteriyordu.

İstanbul 1 Mayıs alanında toplanan kalabalığın büyük bir çoğunluğunu işçi ve emekçiler oluştursa da onların kendi seslerini duyuran, onların taleplerini savunan bir örgütlülük yoktu miting alanında. Sendikalı-sigortalı olmaları hayal olarak görülen, işçiden bile sayılmayan atölye işçilerinin sesi olacak bir örgütlenme alanda yer almadı. İşten atılmamak için zorunlu mesaiye-düşük ücrete talim eden işçilerin taleplerini dillendiren bir örgütlenme de yoktu. Öte yandan içinden geçtiğimiz dönemde sendika, sigorta ve iş güvencesi gibi ayrıcalıkları ellerinden alınan işçilerin güya çıkarlarını savunan sendikalar da silik bir katılım sergilemişlerdi.

Avrupa tarzı siyaset, yaşadığımız topraklardaki devrimcilerin siyaset tarzını da belirliyor. Avrupa metropollerindeki 1 Mayıs manzaraları İstanbul 1 Mayısı’na karikatürü olarak aktarılmış durumda. Avrupa’dakine benzer bando takımlarının ve renkli kortejlerin oluşturulduğu, davul ve teflerin çalınıp oynandığı bir 1 Mayıs gösterisi yaşandı. İçeride ölüm oruçları sürerken, devrimciler F tiplerinde yalıtılmışken, işçiler günden güne yoksullaşırken, işten atılmaların sayısı günbegün artarken ve işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimlerinin bile ayrıcalıkları ellerinden alınırken 1 Mayıs’ı karnavala çevirmek için gözlerin kör, kulakların sağır olması gerekirdi. Yanı başındaki ezilen ulusa somut bir destek sunamazken Filistin’deki ezilenler için boş laf, kuru ajitasyonun ötesinde yapacak bir şeyi olmadığını bilmezden gelmek için devrimci siyasetten uzak olmak gerektiği gibi.

1 Mayıs alanına müdahale edilememiştir, çünkü öncesindeki yoğun gündemin gerektirdiği siyasi araçlar üretilememiştir. Gerici reformlar altında ezilen işçilerin İsrail işgaliyle boğulan Filistin emekçilerinin sorunlarının çözümüne yönelik araçlar üretilememesi bir tarafa, devrimciler F tipi saldırıları bile Mayıs alanına taşıyamamış; taşımamıştır.

Siyasi gelişmelerin gelgiti devrimci hareketin gündeminin de günbegün değişmesine neden olmaktadır. Örneğin Filistin’in işgali zindan direnişlerini gündemden düşürme pahasına izlenmiştir. Gündemde “daha önemli” başka sorunlar olduğunu öne sürerek, bu sorunun kenarından geçmeye çalışanlar yanılmakta ve başkalarını da yanıltmaya çalışmaktadır. Zindanlardaki direnişin devrimci iradenin çiğnenmesine izin vermeden sonuçlanmasını sağlamadan ne IMF saldırılarına işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda bir yanıt verilebilir; ne yaklaşan savaşa karşı bir devrimci karşı koyuşun temelleri atılabilir; ne de Kürt halkının en temel ve mütevazi haklarının elde edilmesi yolunda bir adım atılabilir. Kaldı ki devrimci hareket bizzat kendisini ilgilendiren bu direniş konusunda basiretli bir tutum almadan, işçi sınıfı gözünde kaybettiği güven ve itibarı geri kazanamayacaktır.

Devrimci siyasetin tekrar kitleler içinde yaygınlaşması ancak işçi sınıfı içinde bıkmak, usanmak bilmeyen, yılgınlığa kapılmayan bir örgütlenme faaliyetiyle mümkündür.

Kapitalist saldırıların arttığı bu dönemde sınıfın ayrıcalıklı ve ayrıcalıksız kesimleri arasındaki mesafe bu olumsuzluk vesilesiyle kapanmaktadır. Sınıf içindeki rekabetin, yozlaşmanın yoğun yaşandığı bu dönemde, işçi sınıfı içindeki ilişkilerin örgütlenmeye dönük bir faaliyet üzerinden kurulup sürdürülmesinin önemi bir kat daha artmıştır.

Ancak öte yandan kapitalist saldırılar işçi sınıfının özgürlüğe varmak için devrimci bir yoldan yürümesi gerektiğini de gösteren işaretler sunmaktadır. İşçilerin, birbirlerinden güç aldıkları ve düzenin saldırıları karşısında yalnız kalmamalarını sağlayan örgütlenmelere ihtiyacı var. İşçi sınıfı içinde örülecek dayanışma çalışmaları, işçilerin atölye ve fabrikalarda haklarına sahip çıkmak doğrultusunda onları yönlendirecek olanaklar sunacaktır. Aynı şekilde devrimcilerin işçilerle sağlam, kalıcı bağlar kurması bu şekilde mümkün olacaktır.

Ve bu sayede işçi sınıfı tekrar meydanları sokakları dolduracak, devrimci şiarlar çevresinde örgütlenip burjuva devletinin korkulu rüyası olacaktır. Kaybettiğimiz 1 Mayısları geri almanın da, komünist bir dünyaya ulaşmanın da, bunların gerçekleşmesini sağlayan tek araç devrimci parti ve enternasyonalin kurulmasının da başka bir yolu yoktur.

2002 1 Mayısı’nın Gösterdikleri

İstanbul Çağlayan Meydanı’na Şişli ve Perpa olmak üzere iki koldan giren katılımcılar arasında HADEP korteji kitleselliyle dikkati çekti. Mitingin yaklaşık yarısını oluşturan HADEP’liler “Hepimiz Filistinliyiz” diyenlere ayrıca “Kürdüz” dedirtmek zorunda bıraktı. ÖDP, TKP’de reformist partiler arasında kitlesellikleriyle dikkati çeken gruplardı. EMEP diğer yıllara göre oldukça cılız bir katılım gösterebilmişti.

Alana Perpa yönünden giriş yapan DİSK ve KESK içinde kalabalık kortejiyle Eğitim-Sen göze çarparken, DİSK’e bağlı sendikalardan Genel-İş, Birleşik Metal-İş ve Basın-İş’in dışında, diğer sendikalar 50’şer, 100’er kişilik sayıları aşamadılar.

Alana Şişli tarafından giren Türk-İş’e bağlı sendikalarda da işçi katılımı sınırlı sayıda idi. Yol-İş, Tez Koop-İş ile TÜMTİS, Deri-İş ve Teksif Bakırköy Şubesi de Türk–İş’e bağlı diğer sendikalara göre kitlesellikleriyle göze çarptılar.

Devrimciler ise geçen yıla oranla daha kalabalık kortejler halinde alanda yerlerini aldılar. HÖP, Atılım, İşçi Köylü diğer devrimci çevrelere göre daha kitleseldiler.

Devrimci Demokrasi, Alınteri, Direniş, Kaldıraç, Odak, Devrimci Mücadele, Devrimci Hareket, Devrimci Parti Güçleri-Leninist, Çağrı, Uzun Yürüyüş, Barikat ve Türk Solu da pankartlarıyla alandaydılar. Çeşitli meslek örgütleri ve dernekler de katılımcılar arasındaydı. Halkevleri kitleselliliği ile dernekler arasında en kalabalık olanıydı. TMMOB, TEB, Tabip Odası, Diş Hekimleri Odası, Veteriner Hekimleri Odası, TÜRMOB, Altı Nokta Körler Derneği, İHD, ÇHD, ÇGD de alanda pankartlarıyla yerlerini almışlardı.

Kortejler saat 12:00’ye doğru yürüyüşe geçerken daha önceden tüm kortejler alana girmeden program başlamayacak diyen tertip komitesi her zamanki gibi programı başlattı. İsrail ve F tipi saldırısını protesto için bir dakikalık oturma eylemi çağrısı yapıldı. DİSK, KESK, Türk-İş, Hak-İş adına yapılan konuşmaların ardından Onur Akın ve Ferhat Tunç’un söylediği şarkılarla miting bitirildi.

***

2002 1 Mayısı 96 1 Mayısı’ndan sonra gerçekleşen en kitlesel 1 Mayıs olarak tarihte yerini aldı. 2002 1 Mayısı’na da tıpkı bir önceki 1 Mayıs’a hakim olan bir atmosferde girildi. Bir yandan artarak devam eden kapitalist saldırılar, bir yandan hala çözülmeyi bekleyen zindan direnişleri ve buna ek olarak da İsrail’in Filistin işgali. Bu çerçevede karşılanan işçi sınıfının birlik, mücadele ve uluslararası dayanışma günü olan 1 Mayıs bu sorunlardan hiç birine devrimci bir yanıt olamadı.

Karnavala Dönüşen 1 Mayıs

Gündemdeki sorunların ağırlığına rağmen bir karnaval havasına bürünen bu uluslar arası mücadele gününden memnuniyet duyanların düzen güçleri olduğu açıktır. Her ne kadar sendikaların altı boşalmış olsa da, liberal partiler tüm patırtı ve şaşalı bir hazırlık faaliyeti yürütmelerine rağmen bekledikleri kitleyi alanda kendi pankartları altına taşıyamamış olsalar da; “kötü” bir sürprizin ortaya çıkmaması en çok bu kesimleri ve dolayısıyla egemenleri sevindirmiştir. Bu kesimlerin bol bol kriz edebiyatı yapmaları, Filistin halkı için günlerdir feryat figan etmeleri onların beklediği bir karşılık bulmamıştır. Dolayısıyla düzenin sunduğu tüm imkanları kullanmalarına rağmen reformist partilerden hiç biri bu tabloyu lehine çevirebilecek bir performans gösterememiştir.

Sınıf hareketinin giderek dibe vurduğu, krizin artan etkisi ile ayrıcalıklılarla ayrıcalıksız işçiler arasındaki duvar gittikçe incelmektedir. Bunun en bariz göstergesi ise alan sadece kendilerini getirebilen sendika bürokratlarından anlaşılmaktadır. Sendikaların güçsüzlüğüne, reformist partilerin tabansızlığına rağmen yine de 1 Mayıs alanına on binlerce işçi ve emekçi akmıştır. Bunun büyük bir çoğunluğunun HADEP kortejini oluşturan Kürt emekçileri olması bu kesimlerin içinde tüm düzen içi taleplere rağmen devrimci bir dinamiğin varlığına ve ciddi bir politikleşmeye işaret etmektedir. Tıpkı 2001 1 Mayısı’nda olduğu gibi bu yıl da işçi-emekçi kitleyi alana devrimcilerin kendi pankartları altında taşıdıkları ortaya çıkmıştır.

2002 1 Mayısı 2001 Mayısı’nı Aşamamıştır

Kitlesellik anlamında bu yılkı katılımın fazla olması bu 1 Mayıs’ın “uslu” 1 Mayıs olmasını engellememiştir. Devrimci kortejlerin geçen yıla oranla görece daha kalabalık olması herkesi memnun etmiş gibi görülmektedir. Ama bu yanıltıcıdır. Hiçbir hareket kendi gündemini alana taşıyamamıştır. Ne zindan direnişi, ne kriz, işten çıkarmalar vs. ne de daha öncesinden dillendirilmesine rağmen Filistin’le dayanışma öne çıkarılabilmiştir. Dolayısıyla hemen hemen bütün kortejler alanın havasına uygun davranarak bu curcunanın bir parçası haline gelmiştir. Devrimci kortejlerin çoğunda bando takımlarının oluşu ve bunları kullanmakta gösterilen gayret, fazla zorlanmadan bu 1 Mayısı karnavala çevirmiştir. Bunların dışında kendi gündemlerini takip eden parti ve örgütler de vardı. Bunun en tipik örneğini HADEP oluşturmaktadır. HADEP kitlesi hem alanın en kalabalık kitlesini oluştururken bir yandan da en disiplinli ve kendi gündemine en sadık korteji oluşturmaktaydı. Bu anlamıyla alanda tek bir siyasi ekibin sivrildiğini söylemek yanlış olmaz.

Gerek 8 Mart alanına olsun gerekse de 2002 1 Mayıs alanına olsun HADEP alana hakimdi. Her iki mitingde de toplam kitlenin yarısı kadar kalabalık kortejleri, siyasallaşmış kitlesi ile ne yaptığını ne istediğini bilen bir ekip olarak gündeme damgasını vurdu. Takip ettiği siyasal çizginin ödediği bedelleri arkasına alarak, çıktığı alanda siyasal mesaj veren tek ekiptir denilebilir.  Bunun yanı sıra terör listesine alınma sorunu, bu konunun günlerce televizyonlarda yer alması HÖP kortejini güçlendirmiş görünüyordu. Bu kortej de Türkiye’de siyaset yapma iddiasında olan devrimci kortejler içinde, alana ne için geldiğini bilen ancak bunu organize biçimde ortaya koyamayan kortejlerden biriydi.

2002 1 Mayıs’ı

“……Bununla birlikte 2001 1 Mayısı son yıllarda reformistlerle devrimcilerin keskin hatlarla birbirlerinden ayrılmasına son derece elverişli bir zemin olduğunu göstermiştir. Öyle kİ reformistlerin başını çeken ÖDP korteji bile kendi içinde zindan direnişlerine duyarlı olanlar/olmayanlar biçiminde ikiye bölünmüşken; alanın en büyük kortejini oluşturan HADEP, F tipleri konusunda daha duyarlı davranmaya zorlan­maktayken, ve devrimciler 96 1 Mayısı’ndan beri ilk kez bu kadar güçlü bir katılımla 1 Mayıs’a gelmişken; 1 Mayıs alanını açık seçik bir biçimde ikiye bölmenin koşullarının mevcut olduğu tartışmasızdır.” (KÖZ sayı 13)

Komünistler geçen yılkı 1 Mayısın ardından böyle bir değerlendirme yaptılar. Benzer bir tablonun bu yıl da ortaya çıkmasına, üstelik devrimcilerin alanda daha da kalabalık bulunmalarına rağmen, bırakın alanda liberal-devrimci bir ayrışmanın sağlanmasını, aksine bizzat devrimcilerin de bilinçli veya bilinçsiz tutumları sayesinde bu 1 Mayıs bahar şenliğine dönüştürülmüştür. Hatırlanacağı gibi geçen yılda bir yandan krizin ağır etkileri sürerken diğer yandan da zindan direnişleri gündemdeydi. Devrimcilerin beklentilerinin aksine kitleler kriz nedeniyle alanlara akmadılar, tersinden alanı dolduran kitlelerin ağırlıklı bir kısmı tecrit ve hücre karşıtı sloganları sahiplenerek öne çıkardı. Bu sene bunun olanakları daha da artmış olmakla birlikte ne yazık ki bu gündemi ısrarla takip edecek bir irade mevcut değildi. Devrimci hareketin tüm olumsuz koşullara rağmen ve siyasal olarak dibe vurdukları bir dönemde bu kadar kitleyi seferber etmelerinin tek izahı olabilir. O da bu toprakların sahip olduğu devrimci dinamiklerin kolay kolay yok edilemeyeceğidir. “….2001 1 Mayısı hem sermayenin krizi ile artan kapitalist saldırıların altında gelmektedir; hem de ceza­evlerindeki saldırılara karşı direnişin zindan duvarları ardında tecrit olmasıyla kendini apaçık belli eden devrimci önderlik krizinin damgasını taşı­mak­tadır.”KöZ sayı 13). Benzer bir değerlendirme bu yıl için de geçerlidir, tabi ki bir farkla önderlik krizi giderek daha yakıcı bir hal almakta görev ve sorumluluklar giderek daha da ağırlaşmaktadır. Bunun en tipik sonucu bu 1 Mayıs’ta sahnelenen görüntülerdir.

Komünistlerin Birliğini Savunanlar da Alandaydı

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, komünistlerin parti birliğini savunanlar olarak 1 Mayıs alanına yakın bir varoşta toplanıp, slogan ve pankartlarla bulunduğumuz mahalle içerisinde yürüdükten sonra alana girdik.

Alana girmeden önce yanımızdan geçen HADEP kortejine yönelik “Bıji Serhıldan, azadıye Kurdistan!” ve “Kürdistan’a özgürlük savaşan işçilerle gelecek!” sloganlarını atmamız olumlu bir hava yarattı. Atılan sloganlara HADEP’liler de destek verdi. (Bu da aslında ezilen Kürt halkının hala özgür bir devlet özlemi içerisinde olduğunun yalın bir göstergesiydi.)

Alana “Yaşasın Komünistlerin Birliği!” pankartının yanı sıra “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz!”, “Devrimci İrade Teslim Alınamaz!”, “Savaşa Karşı Sınıf Savaşı!” pankartlarıyla birlikte gelindi. “Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!” pankartı 1 Mayıs işçileri imzasıyla kortejimizde yer aldı.

Alanda düzenli ve tertipli bir şekilde kortejlerimizi oluşturduk. Bu düzenin bozulmaması yönünde de inisiyatifli davrandık. Korteji yok sayarak aramızdan geçmeye çalışanları uyardık. Kendimiz de kortej sırasına uyduk. Kendi ölçülerimizde alanı karnaval havasına çevirmek isteyenlere alternatif bir duruş sergiledik.

Öne çıkan sloganlarımız, “Bütün ülkelerin komünistleri birleşin!”, “Bolşevizm kazanacak, komünist bir dünya kuracağız!”, “Yaşasın komünistlerin birliği!”, “Tam ücretli 6 saatlik iş günü, 4 vardiya!”, “Savaşa karşı sınıf savaşı!”, “Kapitalist devlet, yıkacağız elbet!”, “Marx, Engels, Lenin, yolumuz proleter devrim!” oldu.

Mitingin sonuna kadar kimi zaman tam istediğimiz düzeyde kuvvetli bir biçimde atamasak da slogan atmayı bırakmadık.

Alanda özellikle “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganımızı öne çıkardık. İşçi sınıfı içinde dayanışma örmek gerektiği fikrimizi alana taşımaya çalıştık.

Aynı zamanda alana girmeden ve alanda, F tipi saldırılar bugün içinde bulunulan durum ve yapılması gerekenleri ele alan bildirimiz dağıtıldı.  Devrim davasında ölenler için anma yapıldı, enternasyonal okundu.

Mitingin sonunda kortejimizden öfkeyle atılan “karnaval değil, devrimci 1 Mayıs” sloganı, eylemin üzerimizde bıraktığı izi ortaya çıkaran bir slogan oldu. Sonrasında yeniden sloganlarla bir varoşta pankart açıp yüründü.

1 Mayıs Kitlesel miydi ?

İşçi sınıfının birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ın anlam ve kapsamı unutuldukça 1 Mayıs’ın uluslararası niteliği de kayboldu. Her ülkenin kendi 1 Mayıs’ı oldu. Ama bununla da kalmadı. Her ülkenin sınırlarına hapsolan 1 Mayısların da sürekliliği sağlanamadı. Bu sürekliliğin sağlanamadığının en somut göstergesi geçmiş 1 Mayıslardan bahsederken ortaya çıkıyor. 2002 1 Mayısı değerlendirilirken bile hafızalarımızda 1996 1 Mayısı’ndan öncesi yok. Elbette bu hafızasızlık değerlendirmelere de yansıyor. Örneğin 2002 1 Mayısı “kitlesel” olarak tanımlanabiliyor. Bu kitlesellik hangi ölçüye göre tarif edilmeli? Milyonlarca işçinin aynı gün, kendi yaşadığı toprakların sınırlarının ötesindeki işçilerle birlikte yaptığı enternasyonal eylemlere göre mi? Bunu geçip üzerinde yaşadığımız topraklardan hareket edersek, 1977’de yüz binlerce işçinin Taksim’de bir araya geldiği 1 Mayıs’a göre mi bir kitlesellik tarifi yapacağız? Her ikisine göre de 2002 1 Mayısı “kitlesel” sayılamazdı. Ama esas önemlisi 1 Mayıs’ın “kitlesel” olup olmaması değil geride bıraktığımız 1 Mayısı öncekilerle bağ kurmadan değerlendirmektir. Her yeni gün, yenilginin ağırlığıyla gelince, bu yenilgide herkesin kendi payına düşen olumsuzluklar birer hesaplaşma konusu olarak gündeme gelmedikçe geçmiş “kurcalanmadan” dolayısıyla sahip çıkılmadan bir köşede duruyor, bu durum hemen herkesin “işine geliyor”. Dolayısıyla bulunulan ana ilişkin değerlendirmeler sınırlı bir çerçeve üzerinden yapılıyor. Bu tür değerlendirmeler varolan siyaset tarzını aşma noktasında bir getiri sunmuyor. Bu siyaset tarzını aşmak ancak iddiaları olan ve iddialarına sahip çıkanlara, bu iddiaların pratikte ne kadar gerçekleşip gerçekleşmediğini her fırsatta değerlendirenlere, yaptıkları değerlendirmelerden kendilerine görev çıkartmayı bilenlere nasip olacaktır. Yoksa günübirlik eylemlerin tantanasında kendini kaybetmeye meraklı olanların gerçekçi ve devrimci bir değerlendirme yaptıklarına görülmemiştir, görülmeyecektir. Komünistler 2002 1 Mayısı’nı da kendi siyasal faaliyetlerinin değerlendirmesinin bir vesilesi olarak görmeliler, önlerine koydukları görevlerinin ne kadarını gerçekleştirebildiklerini değerlendirmeliler, ilerisi için yeni görevler koymayı becerebilmelilerdir.

Neden 1 Mayıs’a Mahallelerden Yürünüyor?

İzmir’de de, İstanbul’da da sendikasız, sigortasız işçilerin yaşadığı, çalıştığı yerlerden yüründü 1 Mayıs alanına. İstanbul’da miting dönüşü, kısa süreli bir yürüyüş daha gerçekleşti işçilerin bulunduğu bir mahallede. Bu tutum uzun bir süredir sürdürülmeye çalışılıyor, diğer devrimcilerle bu tutumda ortaklaşmaya çalışıyoruz. Bunun bizim için önemli olmasının kısaca özetlenebilecek birkaç nedeni var.

1- 1 Mayıslar belirli bir alana sıkıştırılmaması gereken mücadele günüdür. Bugün 1 Mayıs’ın böyle bir kimliğe oturmuş olması, onun hepimiz için farklı kavranmasına neden olabilir, dolayısıyla hem kendi bilincimizi diri tutmak, hem hedefi unutturmamak için bu yürüyüşleri sürdürüp yaymak önemlidir. 1 Mayıslar işçilerin çalışıp yaşadıkları yerleri kızıllaştırmanın, buraları eylem alanına dönüştürmenin vesilesi kılınmalıdır, kılınacaktır.

2- Bu yürüyüşler, özellikle ayrıcalıksız işçilerin konumlandığı yerlerde yapılmaktadır, doğaldır ki bu seçim bir tesadüf değil bir hedefe işaret etmektedir. Ayrıcalıksızlar örgütlenmedikçe, sendikalı işçilerin ellerindeki yitirecekleri, sınıflarına yabancılaşacakları açıktır. Kapitalist saldırıların sonuçlarının ağır bir biçimde yaşandığı bu kesimler arasında dayanışmayı örmek bugün önümüzdeki hedeflerden biridir. Bu nedenle 1 Mayıs, siyasal bir gündem olarak bu kesimlere ulaştırılmaya çalışılmıştır.

3- Uzun süredir devrimciler, kendilerinin sorumluluğunu aldığı eylemler örgütleyemiyor. 1 Mayıslar, sendika bürokratlarını ezen, küçümseyici tavırlarına katlanarak gidilen günler olarak gelip geçiyor. Bu anlamda, bağımsız, sınırlarını kendilerinin çizdiği eylem hedefinin bir ifadesidir bu yürüyüşler.

Komünistlerin birliğini savunanlar, kızıl 1 Mayısların, bir güne sınırlı eylemlerden kurtulmasının vesilesi olması için çalışıyor. Önlerinden yürüdüğümüz atölyelerde, bugünü 1 Mayıs’tan haberdar olmadan geçirenlerin katıldığı bir güne çevirmeye hazırlanıyor.

F Tipi Saldırılar 1 Mayıs’a Nasıl Yansımadı?

Bu sene 1 Mayıs’ı yitırdiklerimizin gölgesinde karşıladık. Alana gelenlerin büyük çoğunluğu malesef neleri yitirdiğimizin farkında olduğunu gösteren bir tutumdan uzaktı. Yenilgisinin muhasebesini yapmaktan oldum olası kaçınan Türkiyeli devrimciler Gazi Ayaklanması örneği başta olmak üzere kazanımlarını değerlendirme ve sahip çıkma hususunda da benzer bir siyasal aymazlık gösteriyor. Bu tutumun belirleyiciliği sonucunda tarihsel bir kazanım olarak devrimcileştirilmesi gereken 1 Mayıs ben­zeri eylem takvimlerinin de içeriği boşalmakta, daha ılımlı bir tabirle unutturulmakta.

Bu saptamanın hakkını verdirerek(!) karşıladığımız bu seneki 1 Mayıs’ta yitirdiklerimize yeniden kazanılmak zorunda olduğumuz yenileri eklendi. Burjuva medyanın ve sol liberallerin örnek gösterdiği Avrupai  medenilikle karnaval havasında kutlandı bu bir Mayıs; devrim toprağı dediğimiz bu coğrafyada bu, başlı başına bir kayıptır. Oysa; dünya çapında gericilik dalgasının hakim hale gelmesiyle Avrupa ve Amerikada bu şekilde kutlanacak bir gün haline gelmişti 1 Mayıs. Üstelik son 1 Mayıs’ı Avrupa’nın nasıl karşıladığını görmek dahi ibret verici olmalıdır. Türkiye’de devrimci kortejlerin kalabalıklığı bile 1 Mayıs’ın devrimci özünün unutturulmasının önüne geçemedi.

Her siyasal eylemin, siyasal bir eyleme katılan siyasal örgütlerin somut siyasal hedefi, hedefleri olmalıdır. Net siyasal hedefleri olmayan eylemlilikler bir çeşit apolitikleşmenin göstergesidir. Her “bitti!” dedirten puslu bir siyasal atmosferde “Biz varız, varolacağız” diyebilmenin anlamı hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Henüz herşey bitmemişken ve daha bir önceki 1 Mayıs’ta en kötü anlarımızda tüm öznel zaaflarımıza rağmen kitleler devrimcileri yalnız bırakmayacağını göstermişken bu kadar vitrin meraklılığı, kendi havasını kendi çalıp, kendi başına oynamaya çalışmak niye? Siyasal hedeflerin bu kadar bulanıklaşması da bu 1 Mayıs’ta yitirilenlere eklendi.

1 Mayıs 2002’ye girmeden nice devrimcileri yitirdik. Sömürüsüz bir dünya için inançlı ve yiğit devrimcilerin canlarını ortaya koyması her devrimcinin onurla anacağı kayıplardır. Bu 1 Mayıs’ın şenlikli havasında kaybedilen­­lerin başında; mutlaka yeniden kazanılması gereken devrimci davada yitirilen, fiziki olarak sakat kalan, bu uğurda hücrelerde boyun eğmeyen devrimcilere, yoldaşlara bu kavganın sürdürücüleri olduğunu göstermek geliyor. Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta kitlelerin devrimcilere mücadelenin devam ettiğini göstererek işaret ettiği, devrimcilerin çalışmalarını yoğunlaştırmaları gereken siyasal öncelikli hedef, bu sene silikleşerek kortejlerde yankısını buldu. Oysa bu sene tıpkı geçen seneki gibi 1 Mayıs’ın başlıca gündemi F Tipleri olmalıydı; yitirilen devrimcilere vefa; fiziken ödediği bedellere rağmen siyasal olarak ayağa kalkabilmek için yaşananların boşuna olmadığını tüm benliğiyle hissederek kavgada yerini yeniden almayı isteyenlere bir umut ve güç örneği olabilmeliydi bu 1 Mayıs. Olamadı, bugün olamadıysa da yarın olmalı, olacak! Ama; yüreğimize kan damlarken bayram bizim neyimize?

Elbette devrimciler, bu davaya girerken yalnız kalmayı da göze alır. Ancak yoldaşları ve siper yoldaşları varsa, sokaktaysa, kendi sorunlarına sahip çıkılacağı gösterilmelidir, gösterilmeliydi. Bu gerçekleşmediğinde, bugün devrimcilerin kortejlerinde yer alanların içinde bile, bu davaya herşeyiyle katılma, kendini adama noktasında ikircim yaşanmasının önüne geçilemez. Aynı zamanda kendi sorununa sahip çıkmayanın, sorunların çözümü olamayacağı da açıktır.

Eksikliği hissedilen bir başka olgu ise; bir  önceki 1 Mayıs ‘ta gördüğümüz devrimci dayanışmaydı. Geçtiğimiz 1 Mayıs ‘ta  bu konuda  ciddi bir çalışma ve organizasyon olmaksızın  ortak  hedef  ve  şiarlar etrafında sağlanan devrimci  dayanışma ruhu eksikliğini  fazlasıyla hissettirdi. Geçen sene devrimci tutsaklarla dayanışma ve hücre karşıtı sloganlar etrafında sağlanan ortaklaşma devrimcilere bu konuda daha fazla iş  düştüğünü hatırlatmaktaydı. Bu sene yitirilen mevzilere, yitirilen yoldaşlara ve devrimcilere karşın, alanda öfke, sınıf kini eksikti ve devrimci coşkunun yerini bayram havası almıştı. Tüm bu saptamaları daha iyi kavramak için bir önceki 1 Mayıs’a hangi koşullarda girildiğini, geçen sene olanı, olmayanı hafızalarda canlandırarak; bu  sene olanı, olması gerekeni ayrı ayrı ele almakta fayda var.

2001 1 Mayıs’ı Hangi  İklimde ve Nasıl Gerçekleşti?

Devletin Ulucanlar Cezaevinde ilk ciddi provasını yaptığı cezaevlerinde devrimci  örgüt­lülükleri  kırmaya  yönelik operas­yonları Bergama ve Burdur’­dakilerle devam  etmişti. Devlet bir  yandan cezaevlerindeki örgütlü devrimcilere yönelik saldırılarını sürdürürken, öte yandan buna  yönelik tepkeleri  bastırma, içeriğini değiştirme yönünde müdahalelerde bulunuyordu. Bu saldırılar bir kaç aşamada gerçekleşiyordu. Sistemin yetkili bir uşağı açıklama yapıyor, medya ceza evlerinde devlet otoritesinin kalmadığı ve örgüt yuvalarına döndüğü yönünde kampanya yapıyor; tam  bu esnada adli mahkumlar olay çıkartıyordu. Akabinde medyanın  tam teşekküllü desteğiyle devrimci tutsaklara yönelik çok öncesinden hazırlanıldığı belli olan operasyonlarını yapıyordu.

Dışarıda gelişen tepkilere devlet; kimden geldiğine bağlı olarak havuç sopa politikasıyla yaklaşarak; devrimciler ve tutsak yakınlarına şiddetle  saldırırken, oda, baro mensupları, aydın takımı ve liberallerin önü  açılmaktaydı. Devrimci tutsaklara açılan karşı davalarla ”Biz saldıran değil saldırıya maruz kalandık” şeklinde özetlenecek mağdur siyasetinin zemini hazırlandı. Burjuva hukuk sistemi içerisinde avukatlara; burjuvazinin  evrensel yasallığı çerçevesinde insan hakları kurumlarına tabi kalındı.

Bu siyasal zeminde sadece eylem tarzı hususunda anlaşan üç devrimci  çevrenin karar alarak hayata geçirdiği süresiz açlık  grevleri ve ölüm  oruçları diğer devrimci grupların gündemine hızla girmekte iken; devletin 20 cezaevinde aynı anda devrimcilere yönelik hesaplı ve organize saldırısı 19 Aralık 2000’de gerçekleşti. Ölüm oruçlarının 60. gününde karşı karşıya kalınan düşman saldırısına içeride gösterilen mukavemet; dışarıda gösterilemezken; sonrasında gerçekleştirilen ce­naze törenlerinde devlete  gerekli yanıt layığıyla verilemedi.

2001 1 Mayıs’ına onca hazır­lıksızlığına rağmen devrimcilerin saflarına binlere katıldı. Devrimci kitlelerin son dönemde gerçekleşen eylem­le­rde gördüğü dayak vb. göze alarak katıldığı 1 Mayıs eyleminde yalnız değilmişizin coşkusu yaşandı. Devlet  kalabalık olduğu kadar, öfkeli de olabileceğini tahmin ettiği kitleyle yüz yüze gelmekten kaçınarak, kolluk güçlerini geri planda tutmayı tercih etti. Devrimci kortejlerin içi, alana ne için geldiğini en az örgütlü devrimciler kadar, hatta alandaki konumlarına bakılarak kimilerinden daha fazla bilen devrimci kitlelerle doluydu.

Devrimci içeriği gerekli örgütlü hazırlıktan yoksun olmasına rağmen; devrimci dayanışma, bedenini ortaya koyan devrimcilere sahip çıkma, yitirilen devrimcilere vefa ve saygı, hücrelere karşı duruş havası hakim olmuştu.

Ortak şiarlar, paylaşılan devrimci duruşla yitirilen devrimciler için; gecikmiş ama görkemli bir cenaze töreni devrimci dayanışma içinde gerçekleşti, Abidei Hürriyet Meydanında. Devrimciler adına arkasında durulması ve devamının getirilmesi gereken manevi bir kazanım, bir mevzi oldu, 2001 1Mayıs’ı.

2002 1 Mayıs’ına Gelirken 2001 1 Mayıs’ının siyasal sonuçları akabinde gerçekleşen eylemlere büyük ölçüde yansıdı. Ölüm orucu ekiplerine yenileri dahil olurken, devletin tahliye politikasıyla dışarıda devam eden ölüm orucu eylemleri yaygınlaştı. Düzenin medya gücü desteğiyle K.Armutlu başta olmak üzere devrimcilerin bulunduğu mekanlara fiziki saldırılarının yanı sıra psikolojik savaş yöntemleri hayata geçirildi. 2001 1 Mayısı, öncesindeki siya­sal gelişmelerin sağlıklı değerlendirmesinin devrimci hareket tarafından yapılamamış olması hata ve zaafların tekerrürünü ve devamını beraberinde getirirken; çatışmalarda ölen devrimcilerin daha fazlası cezaevi dışındakiler çoğunlukta olmak üzere ölüm oruçlarında yitirilmeye devam etti.

Devrimci örgütler; yoldaşları ve siper yoldaşları örgüt bayraklarıyla ölümü karşılarken çok azında kitlesel katılım sağlayabildiği cenaze törenleri dışındaki eylemlerde bırakalım örgüt bayrakları; kendi pankartları altında ve kendi kortejleriyle katılmaktan imtina ettiler. Çoğunluğunu basın açıklamalarının oluşturduğu eylemlerde İHD, aydınlar ve liberallerin  gerisinde kalındı, bunlardan  medet umuldu. Sorun; insan hakları sorununa indirgenirken mağdur edebiyatı ve vicdanlara seslenen mağdur siyaset  anlayışı  ön plana çıkarıldı; daha doğru tabirle devam ettirildi.

İşçi sınıfı ve devrimcilerin aynı zamanda toplumsal hafızası olan devrimci önderliğin yokluğu koşullarında 2001 1 Mayısı’ndan 2002’ye akıllarda  devrimci kortejlerin kalabalıklığı ve eylemin olaysız geçmesi dışında pek  bir şey kalmadı.

2002 Devrimci Bir 1 Mayıs  Olabildi mi?

2001 1 Mayısı’nda devrimciler ön plana çıkarken 1 Mayıs 2002’de devrimci kortejlerin kalabalıklığına rağmen akılda kalanlar; HADEP başta  olmak üzere, kitlesellik, asayiş, bayram havası, sağ partilerin ve eşcinsellerin  katılımı oldu.

Devrimci kortejler geçen seneki kitleselliğini kısmen arttırarak büyük  ölçüde korurken; geçen sene ilgi odağı olan tutsak yakınları kortejleri de; bu  kortejlere ve devrimci tutsaklara gösterilen siyasal duyarlılık da bu sene  alanda kayboldu. Devrimci kortejlerde eyleme katılanların siyasal tutum ve içeriği de çok azı dışında azalmıştı. Geçtiğimiz sene alanda devrimcilerin ön palana çıkmasına karşın ortaklaşan siyasal şiarlar etrafında EMEK Platformu’nun çağrıcılığını yaptığı mitingin çerçevesini aşan alan­daki siyasallaşmayı tamamen devrimcileştiren ortaklaşma, tek ve net bir siyasal  tutum sağlanamamıştı. Bu sene ise alanı devrimcileştirmenin önünde öznel  eksiklik kendini çok daha fazla hissettirdi.

Gün be gün yaşananlara karşın geniş çapta hafızasızlık, siyasal aymazlık ve vefasızlık sorunların ne kadar yakıcılaştığını gösterirken; devrimci önderlik  eksikliği kendini çok daha fazla hissettirdi. Parti ismini taşımakla birlikte  partiye yakışır siyasal sorumluluğu göstermeyenler; kendini parti olarak  tanımlamasalar dahi devrimci örgütler olarak devrimci duyarlılık ve sorumluluğunu kaybedenler; bu halleriyle acınacak hallerine gülerek  bayram yapanlar hem kendilerinin hem de sözcülüğünü yapmak istedikleri ezilen milyonların kayıplarını arttırmaya adaydır.

Reformist partiler bu 1 Mayıs’ta kendi havaları hakim olduğu için mutlu  olacaktır. Ancak onlarında hevesleri kursaklarında kalacak; çünkü bu sömürü rejimi ulusal hareketin ve devrimci hareketin yükselişi koşullarında yumuşak siyaset yapanların önünü açmıştı; devrimci hareketin siyasal kaybı reformist sola artı olarak yazılmayacak Arjantin’deki gibi devrimci hareketin önünün açıldığı uygun koşullarda ve devrimci hareket siyasal aymazlık ve sorumsuzluk gösterirse reformistlerin güçlenmesi söz konusu olabilir ki; bu da kendi becerileri olmayacaktır.

1 Mayıs öncesi yapılan çalışmalar, bu sorunun yaşanacağının işaretini vermiyor değildi. Devrimcilerin afişlerinde genel olarak hiçbir şiar belirgin bir mesaj vermiyor, ya topyekun bütün gündemler afişlerde yer alıyor, ya da “Yaşasın 1 Mayıs”ın ötesinde bir slogana rastlanmıyordu. Alana da bu durum yansıdı. Ölüm oruçları belirgin bir biçimde gündeme gelmedi. Herkes kendiyle meşgul ve dışarıdan “nasıl iyi görünürüm” telaşıyla konumlandı 1 Mayıs’ta.

Komünistlerin birliğini savunanlar bu tabloya kendi güçleri ölçüsünde müdahale edebilmenin bütün yollarını kullanmıştır.

F tipi saldırıları kapasitesi ve olanakları oranında bulundukları her zemine taşımış ve bu gündemi 1 Mayıs alanına devrimci dayanışma, ortak hareketi sağlama çabaları eşliğinde taşımıştır. Bu ortak hareket gerçekleşememişse de, kortejlerimize yansıyan öfke, eylem sonunda hep bir ağızdan söylenen “karnaval değil, devrimci 1 Mayıs” şiarı da bu sorunun gündeme taşınmamasına duyulan kızgınlığın ifadesi olmuştur. Kim ne yapar, hangi yöne savrulursa savrulsun bu kavga sürecek. Bu kavga bir günle sınırlı değil.

Amaca ulaşana dek bir, belki birkaç ömür süresini alacak. Kendi sorunlarını çözen, sınıfın sorunlarının çözümünde onun yanında olan bir partiye ulaşana dek, her yer kızıl her gün 1 Mayıs olana dek, devrimcilerin gündemi yığınların gündemi, çözümleri onların kurtuluşu yolunda kullanacakları formüller olana dek, bu kavga bitmeyecek! Bu yolda düşenler, bu kavgayla yaşatılacak.

Dolayısıyla bu 1 Mayıs komünistler için işaret ettikleri sorunların yakıcılığını bir kez daha gösteren, görevlerini arttıran bir etki yarattı. 1 Mayıs’ı yeniden devrimcileştirebilmek için devrimcilere hak ettiği vefayı  layığıyla gösterebilmek ve komünist siyaseti hakim kılacak devrimci partiyi yaratmak için görev başına!

Paylaş