Kaddafi’nin Günahı Neydi?

0

Bu yazı Mayıs 2006 tarihili Proleter Devrimci KöZ’ün 31. sayısında yayımlanmıştır. Maduro’nun Erdoğan’ın başkanlık kutlamalarına katılmasının ardından “Bolivarcı Devrim” destekçisi sol akımlar ya Maduro’nun bu destegi karşısında şaşkın olduklarını söylüyor ya da tamamen sessizliğe bürünmüş durumda. Aynı akımlar bu desteği Maduro’nun “Bolivarcı devrim” çizgisinden kopmasıyla açıklıyor ve geçmişteki Chavez desteklerinin arkasında duruyorlar. Biz de bu vesileyle Chavez’e dair bazı gerçekleri hatırlatmayı gerekli görüyoruz ve kendisiyle Kaddafi’yi karşılaştıran bu yazıyı yeniden yayımlıyoruz. 


Ekmek ve Adalet’ten Evrensel’e, Atılım’dan Komünist’e Türkiye’de sosyalist basın Chavez’in mücadelesini destekliyordu. “Chavez Halk Devriminin Önünü Açıyor” diye yazanlar aynı zamanda Chavez’in ulusal petrol şirketlerini özelleştirmesini anayasal güvenceyle durdurduğunu, boş arazilerin yoksullara dağıtılarak toprak reformunun sağlandığını, bir milyona yakın çocuğun öğrenim programına alındığını, eğitimin ilkokuldan üniversiteye kadar parasız hale getirilmesini savunduğunu, ucuz barınma ve konut yapımını başlattığını, sağlık sigortası sistemini hayata geçirdiğini yazarak, “Biz Kazandık” diyordu. Aslında Türkiye’de ve Dünya’da sosyalist basının bu kadar sevdiği Chavez’in bütün bu “sosyalist” reformlarını Kaddafi 1970’lerde uygulamaya başlamıştı bile.

“Chavez No Se Va!” (Chavez Gitmeyecek) sloganı gittikçe yaygınlaşıyor. Beş on yıl önce haritada çok az kişinin yerini gösterebileceği Venezuela’nın albay eskisi başkanı Chavez ulusal solcusunundan sosyalist devrimcisine, devrimci demokratından troçkistine tüm sol akımların umudu haline geliyor. Venezuela TV’sindeki haftalık talk-shaw programlarında Amerikan başkanına küfretmeyi ihmal etmeyen Chavez’i devrimci bir lider olarak görenlerin sayısı hızla artıyor.

Halbuki azcık tarih bilgisi olanların Chavez’in hiç de orijinal bir burjuva politikacısı olmadığını görmeleri mümkün. Bu yazıyla Chavez’i demagojik radikallikte, Amerikan karşıtlığında, kalkınmacılıkta kendisinden hiç de geri kalmayan, fakat Chavez’in gördüğü itibarın onda birine layık görülmeyen, bir başka albay eskisiyle, Libya devlet başkanı Muammer Kaddafi’yle karşılaştırarak belleklerimizi tazeliyoruz. “Kaddafi’nin Günahı Neydi?” diye soracağız. Derdimiz foyası çoktan ortaya dökülmüş bu Libyalı diktatörün itibarını iade etmek değil petrol rantının kırıntılarını sadaka olarak dağıtmayı sosyalizm olarak pazarlayan kalpazan Chavez’in ipliğini pazara çıkarmak.

Kaddafi ve Libya’da “Sosyalist Darbe”

Muammer Kaddafi düşük gelirli bir ailenin çocuğu olarak, zamanında dünyanın en fakir ülkelerinden sayılan Libya’da, Libya’nın İtalyan sömürgesi olduğu bir dönemde 1942 yılında bir çadırda dünyaya gelir. Çocukluğunu bir çiftçi olan babasından İtalya’nın Libya işgali hikayelerini dinleyerek ve emperyalist dünya düzenine kin kusarak geçirir. Küçükken hem Libya’nın bağımsızlığını kazanışını, monarşik krallığa geçişini hem de topraklarında dünyanın en önemli petrol rezervlerinin keşfedilmesini görür. Ülkesindeki fakirliğin, açlığın, eğitimsizliğin sebebi olarak da ülkesini önce açıktan açığa daha sonra ise petrol avcısı yabancı şirketler tarafından dolaylı olarak sömüren emperyalist devletleri görür ve daha gençliğinde sosyalist olur.

Zamanla olgunlaşan Kaddafi’nin sosyalist-antiemperyalizmi ancak “milliyetçiliği yok olmuş milletler mahvolmaya mahkumdur” diyecek kadar “sosyalist” ve Arap dünyasını Arap sosyalizmi altında birleştirmeye çağıracak kadar “enternasyonalist” olmuştur. Bingazi’de başladığı askeri eğitimini Türkiye’de devam ettirir ve İngiltere’deki askeri kolejlerde tamamlar. Bu sırada “idolüm” dediği Mısırlı Arap-milliyetçisi ve Arap sosyalizminin mucidi Cemal Abdul-Nasır’ın ideolojisi ve darbe taktikleri üzerinde de uzmanlaşır. Kurduğu siyasi çalışma grupları ve gençlik örgütlerinde Nasır’ın ideolojisini savunur ve geliştirir.

Nasır’ın yolunu izleyerek, Kaddafi ve onun izindeki genç subaylar 1969 yılının 1 Eylülü’nde, “Libya’da sosyal eşitsizliğe son vermek, Libya’ya demokrasi getirmek, monarşinin ve krallığın sonunu getirmek, her türlü sömürüyü ortadan kaldırmak, emperyalizmi dünyadan kazıyacak bir ittifakın tohumlarını atmak” üzere “Kudüs operasyonu” adı verilen bir operasyonla, devleti “Libya halkı adına” ele geçirirler.

Aslında, Kaddafi’nin “devrimi”, sınıf mücadelesine karşı çıkan, sınıfların zaman içerisinde eriyerek yok olacağını müjdeleyen, mutlak hedeflerini kalkınma ve ekonomik gelişme olarak koyan, hem kapitalizme hem komünizme karşı duran, muallâk bir demokrasi anlayışı olan ve bir İslamiyet-sosyalizm sentezi yapmaya çalışan bir rejimdir. Bu anlamıyla da burjuva diktatörlüğünün bir varyantından başka bir şey değildir.

Kaddafi’nin “Devrimci” Programında Burjuva Sosyalist Reformlar

Libya’da darbeyi gerçekleştirir gerçekleştirmez, Kaddafi, sahip olduğu petrol gelirlerini de kullanarak (aynı Chavez’in bugün yaptığı gibi) kapsamlı bir kalkınma programına girişir. Bu program devletin fakirlere bedava yemek sağlamasından, herkese konut güvencesine, bedava sağlık hizmetlerinden, herkese tüm seviyelerde açık parasız eğitime, çalışan herkese iş sigortasından, çalışmayanlara işsizlik sigortasına, özel ve yabancı şirketlerin kamusallaştırılmasından tüm işyerlerinde çocuk bakım evlerine kadar uzanan birçok reformu içermekteydi.

Birçok yönü ile Gotha ve Erfurt programlarına, Rus Menşeviklerinin ve Chavez’in reformlarına benzeyen bu reformların en belirgin özelliği, Kaddafi’nin petrol rantından elde edilen gelirler bol olduğu sürece bu reformların uygulanabilir olması. Petrol fiyatları düştüğündeyse bu programlar elbette bir bir terk ediliyor. Bu örnekler bize Chavez’in Venezuela’sının geleceğini anlamamıza da yardım edecek.

Libya’da Özelleştirme Karşıtlığı ve Devletçilik:

1951 yılında bağımsızlığını kazanan Libya’nın 1969 öncesindeki ekonomik yapısı neredeyse tamamen dışarıya özellikle Batı’ya bağımlıydı. İtalyan (kısa bir süre için de İngiliz ve Fransız) sömürüsü ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın getirdiği zorluklar nedeniyle Libya ekonomisi 1951 sonrasında endüstrileşememiş ve büyüyememişti. 1950’li yılların ortasında Libya’da zengin petrol yataklarının bulunması, Libya ekonomisini baştan aşağı değiştirdi.

ABD ve Avrupalı devletler Libya’ya Dünya Bankası aracılığı ile bir taraftan ekonomik yardımlar göndermeye başladılar, diğer bir taraftan da Libya’da petrol şirketleri ve özel bankalar kurmaya başladılar. Devrimden hemen sonra Kaddafi Libya’daki yabancı şirketlere, Libya’nın petrol politikasını değiştirmeyeceğini açıklasa da, bir sene sonra Kaddafi’nin “devrimci” konseyleri Libya’daki yabancı bankaları millileştirdi.

Devrim sonrasındaki birkaç sene içerisinde Kaddafi Libya’daki tüm bankaların %51’ine el koydu. 1970’den başlayarak da, yabancı petrol şirketleri (British Petroleum da dahil olmak üzere) sırayla millileştirildi. Dahası bu dönemde 20 bin İtalyan toprak sahibi sınır dışı edildi, 35 bin hektarlık toprak alanı üzerindeki üretim araçları ile birlikte devletleştirildi. Daha sonra bu toprakların bir kısmı, her aileye 10 hektar toprak düşmek üzere, işçi ve köylü ailelerine dağıtıldı.

Kaddafi’nin petrol gelirlerinin bol olduğu dönemde gerçekleştirdiği bu reformlar bugün Chavez’in reform programlarının arasındadır. Bu program nereden bakılırsa bakılsın ücretli emek köleliğinin ortadan kaldırılmasına neden olmaz; yabancı burjuvaziye karşı milli burjuvazinin desteklenmesini, milli burjuvazinin olmadığı yerlerde de devletin bu görevleri üstlenmesini içerir. Burjuvazinin ve sömürünün ortadan kalkması da sadece teoride kalır.

Kurmak istediği sosyal refah devletinde, işçi ile kapitalistler arasındaki sömürü ilişkisini saklamak ve yumuşatmak için Kaddafi 1978’de fabrikaları işçilerin ortaklığına sunmuştur. Bugün Chavez’in “cogestion modeli” altında yapmaya çalıştığı sistemin (ki bu fikir aslında Proudhon’undur) bir benzeri olan bu sistem devletle işçiler arasındaki işçi-işveren ilişkisini kırmayı amaçlamış; bu sistem başarısız olunca da Kaddafi işçilerin zamanla kendi ortakları oldukları fabrikaları yönetmeyi öğreneceğini ve zamanla bu prüzlerin ortadan kalkacağını söylemiştir.

Doğal olarak bu prüzler hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Kaddafi’nin devletçiliği, başta İtalya, Batı Almanya, İspanya ve Fransa olmak üzere birçok emperyalist devletle de ticaret ilişkileri kurmasını engellemedi. Aslında petrolün ve Libya’nın ticaret ilişkilerinin Libya ekonomisini kısa bir süre için güçlendirdiğine şüphe yok. 1970’lerin sonlarında kimi ekonomik göstergelerde emperyalist devletleri yakalayan ve ekonomistleri şaşırtan Libya, 1980’lerin sonlarına doğru bu pozisyonunu kaybetmiş ve emperyalist metropollere iyice bağımlı bir konuma gelmiştir.

Kaddafi’nin Parasız Eğitimi

Yeşil Kitap’ta Kaddafi eğitim konusunda “eğitim ve öğrenme, rutinleşmiş bir müfredatı öğrenme ya da ders kitaplarında yazan konuların, bir sırada oturmuş öğrencilere zorla aktarılması olmamalıdır” diye yazar. Kaddafi’ye göre eğitim, herkese açık ve parasız olmalıdır. Kaddafi, eğitimin devlet tekelinde olmasına da karşı olduğunu söylüyor. Burjuva özgürlükçüsü Rousseau’nun eğitim düşüncelerini kendi çarpık sosyalizm anlayışı altında pazarlayarak, getirdiği “yeni evrensel kültür devrimi” sayesinde toplumun her seviyesinde her türlü okulun açılması gerektiğini savunuyor.

1969-1970 yıllarında Libya’da 300 bin civarında öğrenci varken Kaddafi’nin başa geldiği 15 sene içerisinde bu rakam 1 milyon 280 bine çıkmıştır. Libya’da daha önceden kız öğrencilerin eğitime ulaşımı son derece sınırlı ilen, 1980lerde kız öğrenciler bütün öğrencilerin %46’sını oluşturmuştur.

1969’dan 1980’e kadar Libya’da 32 bin adet ilk ve orta düzeyli okul ve meslek okulları açılmış; 1969 darbesi öncesinde %90 olan okuma yazma bilmeyenlerin oranı, 1973’de %61’e düşmüş ve giderek azalmaya devam etmiştir. Libya’daki eğitim reformları üniversite düzeyinde de yapılmış ve Kaddafi sonrasındaki 10 sene içerisinde hem kız hem de erkek öğrencilerin üniversiteler katılımı büyük ölçüde artmıştır.

1987 yılına gelindiğinde Libya’da eğitim her seviyede bedava olmuştu, hatta üniversite seviyesinde öğrenciler maaş da almaktaydı.

Libya’da eğitim seviyesinin artmasının yan etkilerinden bir tanesi de Kaddafi’yi eleştiren akvitist öğrenci sayısının da artması olmuştur. 1975’ten itibaren öğrenci grupları Kaddafi rejimine karşı çıkmaya başlamıştır. 2 Mart 1975’te patlayan öğrenci protestosu dalgalarının en büyüğü 1976’ın Ocak ve Eylül aylarında binlerce öğrencinin Kaddafi’nin devletçi baskı rejimini protesto etmesiyle yaşandı. Kaddafi bunun üzerine, üniversiteler üzerinde devlet otoritesini artırmaya başladı, ve önce öğrencilere yakınlaşmaya çalışsa da daha sonradan bu öğrenci gruplarını karşı devrimci ilan edip Yeşil Kitap’ta anlattığı özgürlükçü eğitim teorilerinden de uzaklaşmaya başladı. 1984’de El fetih üniversitesinden iki öğrencinin idam edilmesiyle ve devrimci komite üyesi öğrencilerin öldürülmesiyle öğrenci protestosu daha da büyüdü.

Kaddafi’nin Parasız Sağlık Hizmetleri ve Daha İyi Çalışma Koşulları

1969 öncesinde Libya’da sağlık hizmetleri yok denecek kadar azdı. 1969 darbesinden sonra Kaddafi, Arap ülkelerinden ve Doğu Avrupa’dan doktorlar getirmiş (Chavez’in Küba’dan doktor getirmesi gibi) ve Libya’yı sistematik bir planla on yıllar boyunca Libya’ya hakim olan tifo, sarılık, sıtma ve Libyalıların %10’unu kör ve kısmen sağır bırakan trahoma gibi hastalıklardan kurtarmıştır.

1965-1974 yılları arasında Libya’daki doktorların sayısı beş kat artmıştır. 1970’de 783 olan doktor sayısı 15 sene içerisinde 5450’ye çıkmıştır. Petrol rantı sayesinde, bu dönemde hastaneler de geliştirilmiş, doktorlar gelişkin bir sağlık ağına bağlanmıştır. Sağlık sistemi parasız hale getirilmiştir.

Benzer bir şekilde çalışma koşullarında da belirli reformlar yapılmış. Aslında Libya’da petrolün bulunma­sından hemen sonra, daha 1957’de kapsamlı bir sosyal güvenlik yasası yürürlüğe girmişti. 1980’lerde daha da genişletilen sosyal güvenlik yasası işçileri her türlü iş kazasına, her türlü hastalığa ve engele karşı sigortalamıştı.

1970’ten bu yana, Libya hükümeti 1500 büyük su kuyusu ve 900 su deposu açarak ve 9 bin kilometrelik bir sulama ağı kurarak, Libya’nın su sorununun çözümünde çok büyük adımlar atmıştır.

Herkese Konut Hakkı

Kaddafi’nin sosyalizminin sloganlarından bir tanesi de herkesi kendi kalesinin efendisi yapmaktır. Kaddafi’nin darbesi öncesinde 3 milyonluk Libya nüfusunun 65 bini evsiz, 150 bini ise son derece kotu durumdaki evlerde, nüfusun yaklaşık %40’ı da çadırlarda yaşamaktaydı. Kaddafi darbe sonrasında, petrol gelirinin kırıntılarını kullanarak, “kendi evine sahip olmayan özgür olamaz, kiracılık köleliktir” sloganı ile herkese konut sağlamaya başlamıştır.

1970’te hükümet devletin sahip olduğu ve inşa etmeye başladığı toplu konutları halka düşük fiyata satmaya, düşük gelirli ailelere ise maliyetinin %10’una vermeye başladı. 1970 ile 1986 arasında hükümet 2.8 milyon Lübnan Dinarı ayırarak 277 bin 500 adet konut yapımına başladı. Bu inşaat yapımı için sadece Libya kaynakları kullanılmadı; Avrupa’dan (İtalya, Bati Almanya, Fransa, İspanya basta olmak üzere) ve Asya’dan (Çin, Güney Kore, Türkiye) ve Küba’dan firmalar getirildi, çalıştırıldı.

Kaddafi’nin Anti-Emperyalizmi

Bütün bunların yanı sıra, Kaddafi’de bugün Chavez gibi ABD başta olmak üzere birçok emperyalist lidere kafa tutan bir liderdi. Kaddafi’nin antiemperyalizmi Chavez’den biraz daha farklıydı. Çünkü Kaddafi bir taraftan emperyalist liderlere laf atıyor, diğer bir taraftan da konspiratif aktiviteleri ile de ABD’ye ve bazı emperyalist devletlere karşı sıcak bir çatışmayı da destekliyordu.

Kaddafi 1969 darbesinin ardından Libya’yı Amerikan ve İngiliz askeri üslerinden temizledi. Başından beri anti-Amerikan bir söylem içerisinde olsa da, bir taraftan da ABD’yle olan ticari ilişkilerini koruma isteğindeydi. 1973’te dünyanın diğer petrol kartelleri (OPEC) ile birlikte petrol arzını kısınca ABD ile ilişkileri iyice gerildi. Bunun üzerine ABD, Libya’nın sipariş ettiği C-130 uçaklarını vermeyince, ABD-Libya ilişkileri iyice gerildi.

Bu dönemde Kaddafi, ideolojisini açıkça reddettiği Sovyetler Birliği’ne (Tu-22 bombaları, MiG23 uçakları, helikopterler ve T-62 tankları karşılığında) yaklaşmaya başladı. 1980’lerde Kaddafi ABD’nin İslam dünyası içerisindeki bir numaralı düşmanı olmuştu. Bir taraftan 1972 Münih Olimpiyatlarına yapılan saldırıları finanse etmekten diğer taraftan IRA’ya finansal destek vermekten suçlanıyordu. 1980’lerde ABD Libya’ya ambargo koyarak, Libya’yı bombalayarak, Kaddafi’ye suikastlar düzenleyerek Kaddafi’yi koltuğundan indirmek istiyordu. ABD karşıtlığı konusundaki ünü, bugün Chavez’i sosyalist yapıyorsa, bu kriterlere göre Kaddafi Chavez’den daha fazla sosyalistti.

Birçok alanda Kaddafi’nin sözde sosyalizmi, burjuva sosyalist standartlara göre Chavez’den aşağı değildi. Petrol gelirleri sayesinde Libya halkının gelir seviyesinde 1969 sonrasında özellikle 1973 sonrasında çok ciddi bir artış gözlendi. Kaddafi önderliğindeki Libya sosyalist hükümeti büyük kalkınma projelerine (tarımda yeşil devrim, sulama projeleri vesaire) girişti. İslam devletleri içerisinde kadın haklarına en duyarlı devletlerden bir tanesi durumuna geldi. Bugün Chavez’in Latin Amerikan ittifakı projesine benzeyen bir proje olan Arap Sosyalist Birliği projesi ile Kuzey Afrika, Arabistan ve Ortadoğu’daki devletleri ortak bir platformda birleştirmeye çalıştı. Peki, bütün bunlara rağmen neden Kaddafi dünya solu tarafından, bugün Chavez’e yapıldığı gibi baş tacı edilmedi? Kısacası Kaddafi’nin günahı neydi?

Burjuva Sosyalist Reformların Asıl Yüzü:

KöZ’ün arkasında duranlar için Chavez, Kaddafi, Castro, Lula, Arafat ve daha nice sözde sosyalistin günahları birbirlerine çok benzer. İster darbeci cuntacı olsunlar isterse de seçimler yoluyla iktidara gelsinler amaçları değişmez. Devletin burjuva aygıtını yıkmak yerine onu ele geçirip kullanmak isterler. Devleti “halk adına” ele geçirerek aslında proleter devrimin önüne geçer ve devrimi boğarlar. Bulundukları topraklardaki sınıf mücadelesini yürütecek devrimci bir partinin bulunmamasını fırsat bilerek, proleter devrimin önüne geçen sözde sosyalist liderlerdir bunlar.

Komünist Manifesto “işçi sınıfının özgürleşmesi, işçilerin kendi eseri olacaktır” der. Ezilenlerin silahlanıp bir sınıf savaşımı sonunda ve Komünist Parti öncülüğünde yıkmadığı bir burjuva devlet, elbette işçi sınıfını yine esir alan bir devlet olacaktır. Böyle bir iktidar asla kendi sınırları içerisindeki ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayacak, ekonomik reformlar yaparak, kültürel haklar tanıyarak, “halkların kardeşliği” adı altında sınırlarını korumaya çalışacaktır.

Hatta Kaddafi’nin 3 milyon nüfusu olan Libya’da bulunan 500 bin yabancı işçiye, Libya işçi sınıfına tanıdığı hakları tanımaması ve yeri gelince yabancı işçileri sınır dışı etmesi gibi, kendi sınırları içerisinde de milliyetçileşecek, sosyal şovenleşecek ve dünya proleterlerini bölecektir.

Üstelik bu liderler proletarya diktatörlüğünden ve komünizmden kaçmakta ve sosyalizmi “kapitalist olmayan bir kalkınma yolu” olarak seçmektedirler. Devleti ele geçirince, adil dağıtım sloganlarıyla topraklarındaki emekçilere devlet kapitalizminin gelirlerini dağıtmaktadırlar. Tabi ekonomik sorunları aşmaları kolay değildir. Kaddafi’nin ve Chavez’in avantajı zengin petrol kaynaklarına sahip olmaları ve bu rantın gelirlerini dağıtabilmelerindedir.

Bu sayede eğitimde, sağlıkta, çalışma koşullarında iyileştirmeler ve önemli atılımlar yapabilirler. Hatta petrol gelirlerine bağlı olarak kendi ülkelerinin kalkınmamışlık sorununu da çözebilirler. Ama işçi sınıfını özgürleştiremezler.

Sınıf çelişkilerini bir sınıf savaşına dönüştürmek söyle dursun sınıfları barıştırmak ve aralarındaki çelişkileri uzlaştırmak isterler. Aslında sosyalizm adını verdikleri bu modeller, Avrupa’daki refah devleti modellerini üçüncü dünya ülkelerinde uygulama modelleridir. Bu konudaki başarıları ancak dünyaya pahalı petrol satabildikleri sürece devam eder. Petrol gelirleri azalınca, bu ülkelerin kalkınma projeleri de biter, anti-emperyalist saldırganlıkları da. O vakitten sonra gelişme sağlayabilmek için liberal kalkınma programlarına dönmek zorunda kalırlar.

1990’larda Kaddafi’nin geçirdiği değişim ibret vericidir. Filistin konusunda zamanında göz açtırmayan, hatta 1979’ta Mısır İsrail ile barış anlaşması imzaladı diye Mısır’ı karşısına alan Kaddafi nedense petrol gelirlerinin düştüğü, Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı 1990’lardan sonra İsrail ile iki halklı tek devletli uzlaşma politikaları önermeye başlamıştır. Kaddafi, yaptığı ve desteklediği terörist saldırılar için özür dilemeye ve tazminat ödemeye başlamış ve konuşmalarında emperyalist devletleri artık bir tehlike olarak görmediğini söyleyebilmiştir.

Sınırlarını Birleşmiş Milletler’in nükleer silah gözetimi için sonuna kadar açan Libya’yı artık ne ABD ne de Avrupa ciddi bir tehlike olarak görmektedir. Daha ilginç olanı Kaddafi son zamanlarda yaptığı görüşmelerde ABD başkanı Lincoln’un aslında hep idollerinden birisi olduğunu itiraf etmiştir.

Bugün Libya ekonomik olarak gerileyen, geriledikçe kapitalizme daha fazla entegre olan, Dünya Bankası’na bağımlı hale gelen, sosyal olarak İslam-sosyalizm sentezinin çelişkilerini yaşayan, içinde bulunan halkların bir taraftan başta ABD olmak üzere dünya emperyalist­lerine, diğer taraftan da kendi hükümetlerine karşı mücadele ettiği, uyguladığı kalkınma projelerinin meyvelerini de alamamış bir devlettir. Proletarya diktatörlüğü kurma hedefinden uzak olan reformist sosyalist projelerin hepsinin sonu da aşağı yukarı Libya’ya benzeyecektir.

Kısacası tarihte Libya gibi “sosyalist” devletler, devletçi kalkınma modelleri farklı şekillerde var olmuştur. Bu devletlerden bazıları ise Enternasyonal devrimci özne eksikliğini fırsat bilerek, özellikle de emperyalist rekabette rakip emperyalistlerin işine yaradığı ölçüde, dünya solunu etkisi altına almayı başarabilmiştir. Devrimci bir komünist partinin sorumluluk almadığı topraklarda, bu modeller sınıf mücadelesini de boğar ve emperyalist rekabetlerin de piyonu olular. Eğer Araplara yönelik kökü derinlerde olan aşağılamaları bir kenara bırakırsak, burjuva sosyalistlerinin Kaddafi’ye, Chavez’e olduğu gibi muhabbetle yaklaşmamalarının nedeni Kaddafi’nin darbesini arkasına Avrupalı emperyalist devletleri alabileceği bir tarihsel dönemde yapmamış olmasıdır. Ancak KöZ’ün arkasında duranlar için ise sınıf mücadelesiyle burjuva devletini yıkmayan, proletarya diktatörlüğünü kurmayı hedeflemek şöyle dursun, sınıfsız ve sınırsız yani komünist bir dünya kurma mücadelesinin önüne bir set olarak dikilen Chavez’in, Kaddafi’nin, Castro’nun, Nasır’ın ve diğer “sosyalist” liderlerin günahı hep aynıdır. Bu bakımdan proletaryanın devrimci eylemiyle gönderilmeleri gereken bu “cehennem”lerin de burjuva diktatörlüklerinin diğerlerinden farkı olmamalıdır.

Kaddafi’nin Reformlarının İlk Beş Yılı (1969-1975)

1969

1 Eylül: Askeri darbe ile Kral İdris’in düşürülmesi

29 Ekim: Kaddafi İngiliz askeri üslerinin boşaltılmasını istedi

30 Ekim: Kaddafi Amerikan askeri üslerinin boşaltılmasını istedi.

14 Kasım: Özel bankalar ve hastaneler millileştirildi.

 

1970

1 Mayıs: Sendikalar kapatıldı, yerine Libya Arap Cumhuriyeti İşçiler Birliği kuruldu

21 Haziran: İtalyan mülklerine el koyuldu

1 Ağustos: Petrol şirketlerinin iş dağıtım ağları millileştirildi.

10 Aralık: İsrail’le mücadele için Cihat Fon’u oluşturuldu

Aralık: Tüm bankalar millileştirildi

 

1971

15 Ekim: Tüm sigorta şirketleri millileştirildi.

7 Aralık: Biritish Petroleum petrol şirketi millileştirildi.

 

1972

4 Mart: Sovyetler Birliği ile Libya arasında dayanışma anlaşması imzalandı

10 Nisan: İşçilerin grev hakkı kaldırıldı

 

1973

2 Haziran: Libya’nın televizyon ve radyo istasyonlarına el konuldu

11 Haziran: Kültür Devrimi komitesi eğitim, tarımsal ve kültürel reformlara başladı

11 Haziran: Bunker Hunt Oil millileştirildi.

11 Ağustos: Occidental Petrol’ün 51%i millileştirildi.

18 Ekim: Libya’nın petrol fiyatları iki katına çıktı.

26 Ekim: Libya Amerika’ya Israil’e destek verdiği için petrol ambargo koydu

 

1974

1 Ocak: Petrol fiyatları iki kat daha arttı.

11 Şubat: Libya üç Amerikan petrol şirketini millileştirdi.

31 Mart: Hollandalı Royal Ducth Shell millileştirildi.

Paylaş