İhtiyaç Duyulan Tek Bir Yeni Parti Var!

0

[Aşağıdaki yazı Köz Gazetesi’nin Ağustos-Eylül 2001 sayısında yayımlanmıştır.]

Geride bıraktığımız ay burjuva siyasetinin yeniden yapılandırılması yolunda önemli mesafelerin kat edildiği bir ay oldu. Refah Partisi’nin kapatılması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından onaylandı. Eşzamanlı olarak tekelci sermaye yıllar süren çabasının sonunda RP/FP çizgisini örgütsel olarak ayrıştırmayı becerdi. Sosyal demokratların küskünleri yeniden partileşme gayreti gösteriyorlar. Yeni bir tüzük, yeni bir program hazırlıyorlar; benzer bir biçimde ANAP’ta üzerindeki pısırıklığı atarak «kendini yenileme», «Türk siyasi yaşamında tabuları yıkma» gayretinde olduğunu son kongrede ilan etti. Tüm bu gelişmeler yaşanırken aynı zamanda yeni bir Kürt partisinin kurulması yolundaki
çalışmalar da hız kazandı.

Yeni partiler, yeni programlar, yeni tüzükler, yeni yüzler… Tüm bu gelişmeler elbette burjuvazinin çok renkliliğe olan düşkünlüğünden, «yüz çiçek açsın yüz fikir birbiriyle yarışsın» düşüncesini benimsemesinden kaynaklanmıyor. Burjuvazinin kendisi için yeni fikirlere ihtiyacı yok. Benzer bir biçimde yeni kurulan siyasi partiler tekelci burjuvazinin çıkarlarını daha iyi bir biçimde temsil etmek için de kurulmuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet aygıtının işleyişi zaten burjuvazinin hakim fraksiyonu olan tekelci kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. ANAP kongresinde görüldüğü gibi fraksiyonlar arası dalaşmalarda kendi dediklerini daha iyi yaptıracak bir partiye ihtiyaç duysa da yeni parti girişimlerinin hız kazanması asıl olarak bu ihtiyacın ürünü değil.

Türkiye burjuvazisinin bugün için temel problemlerinden biri halksız demokrasidir. Emekçi yığınlar yaşadığımız topraklarda siyasal mekanizmaların tümünün dışına itilmiş durumdalar. Bugün uygulanan gerici reformların hiçbiri emekçi yığınların onayını alarak, onlara benimsetilerek yürürlüğe girmiyor. Reformların uygulamaya konmasında burjuva diktatörlüğünün göstermelik siyasal mekanizmalarının işlevli olmasından çok emekçilerin devlet
örgütlenmesinin çekirdeğini oluşturan zor aygıtları karşısındaki çaresizliği yatıyor. Üstelik söz konusu durum sadece işçiler, emekçiler açısından değil kapitalistler arasındaki fraksiyon çatışmalarının mağlupları için de geçerlidir. Sessiz sedasız ana muhalefet partisi FP’nin üç maymunu oynamasına rağmen kapatılması bugüne kadar sürmüş TÜSİAD-MGK ittifakının kendileri dışında herkese siyaset yapmayı yasakladığını doğrulayan bir örnektir.

Ancak hiç bir toplumsal sınıf diğer sınıflar üzerindeki hakimiyetini sadece baskı ve zor aygıtlarıyla çözemez. Süngünün iktidarı kısa ömürlü olur. Öyleyse burjuva diktatörlüğünün siyasal mekanizmaları sermaye sınıfının diğer fraksiyonlarına da, emekçilere de tekrar açılmalı, göstermelik demokratik kurumlar yoluyla hakim sınıf dışında kalan kesimler de düzene eklemlenmelidir.

İşte sosyal demokratından muhafazakarına kadar yeni partiler burjuvazinin bu problemini çözme iddiasındadırlar. Solcusundan sağcısına bütün bu partilerin ortak özelliği bölücü değil kucaklayıcı olmalarıdır. Kucaklarını halka açmış bu partilerin tümü kitleleri küstükleri, uzaklaştırıldıkları burjuva siyasetiyle tekrar barıştırmayı hedefliyor. Tam da bu yüzden adları sol, sağ, aydınlık, karanlık ne olursa olsun tüm bu partiler kendilerini merkez partisi olmaya hazırlıyorlar. Ancak kitleleri düzene eklemeyi hedefleyen partilerin 90’ların başından ortasına kadar olan dönemdeki pratiği sergileyebilecekleri sanılmamalı. Yeni partilerin hiç biri Fazilet gibi «Tamam inşallah!» diyemez, Demirel gibi kürsülerden ev ve otomobil anahtarlarını sallayamaz. Yeni dönemdeki burjuva siyasetinin sınırları 28 Şubat ve IMF tarafından çizilmiştir. «Laik ve üniter devleti» savunmadan, Avrupa Birliği’ne göz kırpmadan, piyasanın kanunlarını tanımadan Türkiye’de siyaset yapmak, kitleleri kucaklamak mümkün değildir. Elbette 28 Şubat’ın ve piyasanın sınırları kabaca çizilmiş olsa da tam anlamıyla netleşmiş değil. ANAP kongresi vesilesiyle ortaya çıkan TÜSİAD’la MGK arasındaki uyuşmazlık tekelci burjuvazinin içinde de bu sınırların nerede başlayıp nerede bittiği konusunda
uyuşmazlıklar olduğunu gösteriyor. Ancak kesin olan şey yeni partilerle halka açılsa da burjuva siyasetinin çok daha
sınırlı olacağıdır.

Düzenin yeni partilerinin en büyük açmazı da bu olacak. Her türden tumturaklı yenilik iddialarına karşın IMF, Avrupa Birliği, özelleştirmeler, reel ücretlerin gerilemesi, sendikasızlaşma hakkında söylenecek şeyler bugün söylenenlerden hiç farklı olmayacak.

Düzenin açmazlarına, yeni partilerin bugünden belli olan kısırlıklarına bel bağlayanlar, yeni partilerin başarısızlıklarını «Gördünüz mü yapamadılar!» diyerek teşhir edenler, bu teşhiri devrimci politikayla karıştıranlar elbette çıkacaktır. Ancak düzeni teşhir etmekten, düzen partilerinin basiretsizliğinden söz etmekten başka bir şey bilmeyenlerin akıbeti de pek parlak değil. Bu yolu izleyenler emekçi yığınların sadece burjuva siyasetinden değil bir bütün olarak siyasetten soğumalarına yol açacaktır.

Devrimci partinin eksiği ise tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Düzenin krizinin ağırlaşmasına, krize deva bulmak için gelenlerin krizi derinleştirmesine, «biz yeniyiz!» diye ortaya çıkanların cilasının uçmasına karşın kendini kendi hedefleriyle tarif eden, emekçi yığınlara izleyebilecekleri bir yol öneren bir önderlik yok. Böyle bir önderliğin olmadığı koşullarda kendi örgütsel sorumluluklarını savsaklayıp «düzenin krizleri» ve «yeni partiler» hakkında tahliller ve öngörülerde bulunmakla yetinenlerle televole siyasetçileri arasındaki fark giderek belirsizleşecektir. Komünist parti yolunda yürüyenler bu belirsizliği reddedip bolşevik ayrışma yolunda devrimci çizgileri kalınca çizerken ihtiyaç duyulan tek bir yeni parti olduğunu belirtiyorlar: İşçi sınıfının bolşevik partisi.

Paylaş