Hücreler Dışarıdan Yıkılacak

0

Bu yazı Ekim 2004 Tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 22. sayısında yayımlanmıştır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden günümüze cezaevleri sorunu ve devrimci tutsaklara yönelik saldırılar yaşadığımız topraklardaki devrimcilerin gündeminden düşmemiştir. O gün bugündür devletin devrimci harekete yönelik saldırıları dışarıda olduğu gibi, içeride de aralıksız biçimde sürmüş; devrimci tutsaklar da bu saldırılara çeşitli düzeylerde ama kesintisiz olarak yanıt vermişlerdir. Öyle ki son yirmi yılda devrimci mücadeleye katılan birkaç kuşak için cezaevi olgusu ve zindan direnişleri hayatlarının olağan bir parçası olarak yer etmiş durumdadır.

Kuşkusuz dünyanın her yerinde zindan saldırıları ve tutsak düşmek devrimciler için her zaman söz konusu olmuştur. Dünyanın her köşesinde ve tarih boyunca devrimci akımların zindan deneyimleri daima devrimcilerin kolektif hafızasında önemli bir yer tutmuştur. Zindanların simgelediği sınıf diktatörlüğü tümüyle yıkılıncaya kadar da bunun değişmesini hayal bile etmek doğru değildir.

Bununla birlikte, 1980 dönemecinden önce de yaşadığımız topraklarda zindanlara tıkılan devrimciler sosyalistler olmuştur. Ama cezaevleri hiçbir zaman 80’den sonra olduğu kadar kalabalık olmamıştır. 12 eylül öncesinde cezaevlerinde yatan devrimciler neredeyse isim isim hatırlanacak kadar azdırlar. Bunlar arasında 10 yıldan daha uzun süre zindanda kalanların sayısı daha da azdır. 80 öncesinde 10-15 yıl hapis yatan devrimci sayısı neredeyse parmakla sayılırken 80 sonrasında «yardım yataklık»tan yargılananlar bile çoğunu bilfiil yatmak üzere 10-15 sene cezayı göze alarak yaşamaktadır. Bilfiil 10 yılın üzerinde hapis yatan devrimcilerin haddi hesabı yoktur.

Üstelik 80’li yılların sonlarından itibaren peşpeşe kısmi aflara ya da infaz yasası değişikliklerine rağmen binlerce hatta onbinlerce devrimci tutsak cezaevlerinden eksik olmamaktadır. 80 dönemecinden beri sayısız cezaevi inşa edilmiş cezaevlerinin statü ve koşullarını değiştirmek üzere bir dizi girişim devlet tarafından yapılmış devrimciler de bunlar karşı sayısız direnişle ve sayısız kayıpları göze alarak direnmişlerdir. Daha önce hiç 80 sonrasında görülen zindan direnişleri ölçüsünde direnişe tanık olunmamıştır. Bu direnişlerin bir çoğu dünya ve sınıf mücadeleleri tarihi bakımından da müstesna örnekler oluşturmaktadır.

Aynı şekilde devletin 80’li yıllardan itibaren zindandaki devrimcilere yönelik saldırıları da müstesnadır. Buu çap ve kapsamda zindan saldırıları yaşadığımız topraklarda görülmüş değildir; dünya çapında da bunları aşan çapta saldırılar enderdir. Burdur, Ulucanlar ve 19 Aralık saldırıları bir devletin güya en çok kendi hakimiyeti altında olması gereken kendi zindanlarına karşı eşi dünyada ve tarihte görülmemiş araç ve yöntemlerle yaptığı en büyük saldırılardır (Nazilerin toplama kampları ayrı tutulursa).

Keza 12 eylül öncesinde ve 12 eylül döneminin ilk yılları içinde gözaltında ya da zindanda katledilen devrimcilerin adları bir bir hatırlanabilecek kadar iken, 80’li yılların ikinci yarısından bu yana göz altında veya zindanda katledilenlerin isimlerini tek tek saymak imkansıza yakındır; olsa olsa yaklaşık olarak sayıları hatırlanabilmektedir.

Sadece bu örnekler hatırlandığı takdirde, son 20 yılda devrimci mücadeleye katılan kuşaklar açısından cezaevleri olgusunun ve zindan direnişlerinin ayrı bir önem taşıması ve ağırlıklı bir yer tutması gayet tabiidir. Bu durum hem Türkiye’nin devrimci hareketinin tarihi bakımından hem de dünya genelinde alelade bir durum değildir.

Ama bu kadar uzun bir dönem boyunca devrimci siyasal mücadele­nin gündeminin ağırlıklı yanının hala zindanlar merkezinde olması o kadar anlaşılır ve kabullenilmesi gereken bir durum değildir.

Ne var ki, yaşadığımız topraklarda 80 sonrasının devrimci kuşaklarının tanık oldukları tablo sıradan ve her yerde her zaman rastlanan türden bir tablo da değildir. En sondan başlarsak; şu anda dünya tarihinin en uzun ölüm orucu direnişi 117 devrimcinin aramızdan ayrılması ve yüzlercesinin sakat kalması pahasına yaşadığımız topraklarda sürmüştür. Üstelik bu en uzun ve en çok kayıpla süren eylem olmakla birlikte ne ilk ne de tek eylemdir. 80’li yılların başından beri kesintisiz bir biçimde süren açlık grevi ölüm orucu direnişleri zincirinin sonuncu halkası­dır sadece.

Zira bu dönem baskıların olağanüstü yoğun olduğu bir dönem olsa da devrimci mücadelenin en yüksek seviyelerde olduğu bir dönem değildir. Aksine zindanların kalabalıklaşması ve zindan saldırılarının artmasına paralel olarak zindan direnişlerinin çapı büyüse de, bu yaşadığımız topraklarda devrimci mücadelenin doruk nokta­larına yakın olduğu bir döneme karşılık düşmemektedir. Her ne kadar baskıların şiddetinin artmasını devrimci mücadelenin yükselişinin bir işareti olarak görme eğilimi yaygın olsa da tam tersi doğrudur. Zindan duvarlarının dışındaki müca­de­le­nin ve örgütlerin zaafları yüzün­den zindanlar kalabalıklaşmak­tadır; dışarıda hakkıyla bir mücadele verilemediği için, direniş içerideki­lerin omuzuna kalmaktadır. İçeri­dekilerin direnişine bağlı kaldığı için zindan saldırıları geri püskürtüle­me­mektedir. Dışarıdaki mücadele zindan direnişlerine endeksli kaldığı müddetçe içerisi hem kalabalıklaş­makta hem de zindan duvarları ve bu duvarlar arkasında tecrit artmakta­dır.

Bu kısır döngünün aşılması içerideki direnişin daha sert ve kararlı biçimde yürütülmesi sayesinde olacak değildir. Zira içeride zaten görülebilecek en fedakar ve kararlı direnişlerden biri sürmektedir. Bu kısır döngü ancak zindan duvarları­nın dışında sınıf mücadelesinin yükselişi ile kırılabilir ve ancak o takdirde zindan direnişlerini sürdürenler herkesten çok layık oldukları özgürlüğe kavuşabilirler. Bu aynı zamanda bugüne kadar zindan direnişlerinde düşenlerin anısına layık olmanın da biricik koşuludur.

Paylaş