Neden HDP ana muhalefet rolünü üstlenebilecek tek partidir? Niçin bu sorumluluğu üstlenmek istemez?

0

Bu yazı Eylül 2018 tarihli KöZ Gazetesinin 18. sayısında yayımlanmıştır.

KöZ sayfalarında yıllardır HDP’nin ana muhalefet rolünü üstlenmesine elverişli koşullar olduğuna ve bu partinin AKP’ye karşı ana muhalefet rolünü oynamak zorunda olduğuna dikkat çekiliyor. Bununla birlikte her seçim döneminde bunun bir dilek değil bir zaruret olduğu ortaya çıktığı halde, HDP ısrarla bu sorumluluğu üstlenmekten uzak durmuştur. Hala da bu ödevden kaçma eğilimindedir.

Oysa çarpıcı bir biçimde 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin AKP’yi gerekli meclis çoğunluğundan mahrum edip iktidardan düşürme yeteneğinde olduğu görülmüştü. Son seçimlerin ardından da HDP neredeyse bütün parti ve kurumların dışlayıcı tutumuna ve esas olarak kendisine engel olarak çıkarılmış OHAL koşullarına rağmen tek başına 12 Eylül barajını bir kez daha aşıp, neredeyse 7 Haziran’dakine yakın bir sonuç elde ederek mecliste yerini almıştır.

Üstelik CHP bu seçimlerden cumhurbaşkanı adayının CHP’nin tarihinde görülen en yüksek oy çıtasına yaklaşan bir sonuç aldığı koşullarda büyük ölçüde oy kaybetmiş olarak çıkmış. Abartılı propagandalarla şişirilen İP de meclise Millet ittifakı sayesinde girip HDP’nin altında bir vekil sayısıyla parlemento sıralarına yerleşmiştir. Seçimlerin en büyük sürprizini yaparak Cumhur ittifakını yüzde 50 barajının üstüne taşıyan ve 7 Haziran’dan beri HDP’yi meclis dışına atmak için en önde çaba sarfeden MHP de HDP’nin altında vekil sayısı ile meclise girmiştir.

Böylece HDP kendisi bu konuma erişmek için gerekli gayreti göstermekten ısrarla kaçındığı halde meclisin üçüncü partisi olarak TBMM sıralarındaki yerini almıştır. Dahası hem CHP hem de İP seçimlerin ardından kendi içlerinde patlak veren krizlerle yerel seçimlere giderken bir bakıma topal durumdadırlar. Bu topallığın yanısıra AKP’nin artık alışılmış manevralarıyla devletin ali çıkarlarının tehlikede olduğunu dile getirdiği her durumda hem CHP hem de İP “söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır” çizgisinde hükümete payanda olmaya devam ederek muhalefet alanını sık sık boş bırakmaya devam etmektedirler.

Üstelik 24 Haziran seçimlerinde bir yanda Cumhur ittifakı bir yanda da Millet ittifakı birbiriyle yarışan iki sağ blok olarak seçimlere girerken siyaset sahnesinin sol kanadının tamamen boş kalmasından da yararlanan HDP sol kulvardaki tek siyasi aktör durumundaydı. Aslında kendisini meclise taşıyan oyların soldan giden ve gerçekten bir muhalefet çizgisini yürütebilecek olan yegane seçeneğin HDP olduğuna yönelik beklentiyi ifade ettiğini düşünmek de yanlış değildir.

Nitekim KöZ bu boşluğu HDP’nin ağırlık merkezinde olacağı bir sol blokla doldurmanın mümkün ve şart olduğunu öne sürerken de aslında kendini sola konumlandıran bir muhalefet çizgisine olan ihtiyacı işaret etmişti.

Bu bakımdan HDP’yi meclise taşıyan faktörlerin başında siyaset sahnesinde soldan gelen ve siyasetin meclis kulisleri dışındaki alanlarından güç alan bir muhalefet özlem ve ihtiyacı olduğunu söylemek gerekir. Buna rağmen şimdiye kadar HDP hala meclisteki yegane muhalefet odağı olduğunu idrak ettiğini belli eden bir duruş göstermiş değildir.

Hiç kuşkusuz bu durumu meclisin tatilde olmasıyla izah etmek, meclisin çalışmaya başlamasıyla HDP’nin daha aktif bir muhalefet hattına oturacağını düşünmek kof bir iyimserlik olur. Zira sorun mecliste bir parlamenter muhalefet rolü oynamak yahut oynamamak değildir. Kendini solda tanımlayan ve soldaki tüm güçleri etrafında toplaması gereken bir muhalefet açıktır ki, esas olarak parlamento dışındaki dinamikleri harekete geçirmelidir. Bunları kendi etrafında toplayıp parlamentodaki konumunu buradan güç alarak kullanan bir muhalefet hareketi lazım ve mümkündür. HDP’nin üstlenmekten kaçındığı asıl sorumluluk budur.

HDP’nin AKP karşısında yegane ana muhalefet odağı olması durumu HDP’nin yönelimlerinden veyahut kimi özelliklerinden çok burjuva siyasetinin ana muhalefet locasının boş durmasından ileri gelmektedir. Zira yine KöZ sayfalarında döne döne vurgulanmakta olduğu gibi resmen ana muhalefet partisi olarak takdis edilen CHP Amerikancı muhalefetin yapısal açmazları nedeniyle AKP’nin yedek olmanın ötesine geçememektedir.

Bu tarif dosdoğru kavrandığı takdirde CHP’nin AKP’yi alaşağı edip yerini almaya talip bir parti olmadığı anlaşılmalıdır. CHP bir kaza halinde AKP’nin yerini almayı beklemektedir. Bu nedenle ana muhalefet rolünü CHP’ye bırakmak AKP’yi dolaylı yoldan desteklemekten başka bir anlam ifade etmez. Boşlukta kalan bu rolü üstlenmek yerine CHP’nin kuyruğuna takılmak ise daha beterdir. Bu nedenledir ki KöZ uzun zamandan beri “AKP’ye kanma; CHP’ye yol verme!” şiarıyla HDP’ye ve destekleyenlere hitaben alternatif olarak öne çıkma ödevini hatırlatmaktaydı. Bugün AKP’ye kanma eğiliminde olanlar giderek azalmaktadır. Buna karşılık CHP’nin yolunu açmaya mail olanlar iyice artmaktadır.

Bugün AKP/MHP koalisyonu 24 Haziran öncesinde ne kadar işlerine yaradığı belli olmasa bile yeniden Suriye/Rojava’da işgal hareketlerine girişmektedir. Besbelli ki bu cüret muhalefet boşluğundan ileri gelir. KöZ Afrin’i işgal harekatının Afrin’e müdahale etme ihtiyacından ziyade iç siyasete dönük bir hamle olduğuna dikkat çekmişti. Buna rağmen bu hamleyle şovenizmin şahlandırılamadığının da altını çizmişti. Mamafih şovenizmi körüklemek üzere yapılan hamlelerin azami getirisinin CHP İP gibi sözde muhalefet partilerinin siyaseten sıkıştırılması olduğu da ortaya çıkmıştır. Kaldı ki bu sözde muhalefet partilerinin hükümeti cepheden karşılarına alamadıkları için sınır ötesi harekatlara bile gerek olmadığı rahip Brunson olayı ve ABD’nin ambargo yahut vize kısıtlaması gibi tehditleriyle de görülmüştür. Bu itibarla AKP’nin muhalefeti yedeğine almak için yaptığı bu hamleler muhalefet kulvarının daha da boşalmasına yol açmaktadır. Bu da HDP’nin doldurması gereken boşluğun çırılçıplak görülmesine vesile olmaktadır.

Her ne kadar daha çok vakit var gibi gözükse de önümüzde yerel seçimler vardır. KöZ’ün daha 24 Haziran öncesinde dikkat çektiği gibi AKP ile MHP arasında baştan beri bir çatlak vardır ve bu çatlak daha şimdiden derinleşme istidadındadır. Hiç kuşkusuz yerel seçimlere yaklaştıkça daha da derinleşecektir. Bu demektir ki, AKP ve Erdoğan CHP ve İP’yi etkisiz bir muhalefet çizgisine hapsetmek için daha fazla hamle yapmak zorundadır. Bir başka deyişle muhalefet kulvarı giderek daha da boşalacaktır. Bu itibarla HDP’nin yegane muhalefet odağı olarak öne çıkmasının koşulları giderek daha da olgunlaşacaktır. HDP’nin yerel seçimlerde hiç değilse bazı illerde cumhurbaşkanlığı seçimlerinden daha iddialı olma eğiliminde olacağı da sır değildir. Bu bakımdan HDP’nin asıl muhalefet olduğu iddiasını ortaya koyması için koşullar iyiden iyiye olgunlaşmaktadır.

Ne var ki HDP’nin ana muhalefet rolünden kaçması sadece olanakları yanlış değerlendirmesinden veya ana muhalefet sorumluluğunu üstlenmekten kaçınma eğiliminden ileri gelmekte değildir. Bu tutumun zamanla daha da somut göstergeleri ortaya çıkmakta olan ideolojik/politik nedenleri de vardır. Bu nedenle HDP bakımından sadece ana muhalefet rolünü üstlenmekten kaçındığını söylemek yetmez. Yanlış bir muhalefet çizgisini benimsediğine de dikkat çekmek gerekir.

Doğrusu HDP de içindeki/arkasındaki güçler de bir tür muhalefet çizgisi izlediklerini düşünmekte ve savunmaktadırlar. Söz konusu olan 12 Eylül sonrasından beri Türkiye solunu ve bir müddet sonrasından itibaren de Kürdistan’daki hareketi de etkisi altına alan bir “muhaliflik hali”dir.

Açıkçası 1980’lerin ikinci yarısından itibaren “sivil toplumculuk” diye adlandırılan “toplumsal muhalefeti örgütlemek/güçlendirmek” diye savunulan ve bu yönde türlü hareket ve eylemlerle kendini gösteren bir eğilimin az çok solun çeşitli bölmelerinde etki yarattığı ve yayıldığı sır değildir. Feminizm, çevrecilik vb. akımlar da bu çizgide muhalif hareketler olarak boy vermiş ve itibar görmüştür. Bu çerçevede “muhalif olmak” başlı başına bir duruş ve neredeyse meziyet olarak görülmeye de başlamıştır. Bu apolitik “siyaset” anlayışı yayılıp itibar gördükçe soldaki tasfiyeci eğilimlerin de önü iyice açılmıştır.

Bugün bütün bu akımlar HDP’nin içinde ve etrafında toplanmış durumdadır. Hiç kuşkusuz kadınların kurtuluş mücadelesinin yahut ekoloji sorunlarına duyarlılığın vb. hangi biçim ve kisve altında olursa olsun meşru ve olumlu bir içeriği vardır; en azından bizatihi olumsuz yönelimler olarak görülemez. Bununla birlikte siyaseti iktidar hedefinden kopartarak ele alan bir muhaliflik duruşunun da esasen siyaset alanının dışında bir muhaliflik anlamına geldiğinin altını çizmek gerekir.

Bu bakımdan asıl sorun HDP’nin veya ona bakan akımların muhalefet konusunu ele alırken muhalif olmaktan kaçtıklarını söylemekten ziyade, iktidara ilişkin bir perspektiften yoksun olarak, “toplumsal muhalefet” odakları oluşturmaya yönelik bir muhalefet çizgisini benimsemelerine ışık tutmaya ihtiyaç vardır. Önümüzdeki seçimlerin yerel seçimler olması bu konunun önemini daha da arttırır. Zira yerel seçimleri AKP/MHP koalisyonunu alaşağı etme yolunda bir siyasi merhale olarak ele almak yerine belediyecilik, sivil toplum örgütlenmeleri vb. konuları öne çıkaran bir çizgide kavramak, yer yer yerel başarılara ve seferberliklere vesile olsa bile, AKP/MHP koalisyonuna darbe vuracak bir dönemeç olmasına fırsat vermeyecektir.

Bu bakımdan KöZ’ün arkasında duran komünistler yerel seçimlerin yerel seçimler olduğunu akıldan çıkarmadan ve bu çerçevede somut adaylara yönelik kampanyalar yürütüp bu tür kampanyalarda yer almaya devam ederek hareket edecektir. Bununla birlikte yerel seçimlerin sadece yerel mevziler kazanmak ve yerel ölçekte “sivil toplum” deneyimlerine zemin hazırlamakla sınırlı olmadığını ve AKP/MHP koalisyonuna siyasi bir darbe indirme amacıyla ele alınması gerektiğine vurgu yapan bir çizgi benimseyecektir.

HDP de önümüzdeki seçimlere kısmi kazanımlar ve yerel mevziler kazanma hedefinin ötesinde AKP/MHP koalisyonuna karşı yegane ana muhalefet odağı olduğunu göstermek üzere katılmadığı takdirde ve yerel seçimlerin siyasi sonuçlarını CHP’nin değirmenine su taşımaya odaklanmış bir çizgi izlediği takdirde, asıl sorumluluğunu omuzlamaktan bir kez daha kaçınmış olacaktır.

Paylaş