Gezi Ayaklanması ve HDK/HDP

0

KöZ Nisan 2014 sayısından alınmıştır.

Bu güne kadar DTP/BDP’nin Kürdistan’da olduğu kadar metropollerde de seferber ettiği kitle hareketiyle kıyaslanabilecek ve onu aşan yegane örnek Gezi Ayaklanması ve izleyen süreçte görülmüştür; bu eylemlikler içinde DTP/BDP kitlesi çok sınırlı biçimde yer almıştı; ve en kalabalık olduğunda önemli bir azınlıktan ibaret kalan bir varlık göstermiştir.

Ama buna karşılık tam da kitle kuyrukçuluğu alışkanlığının etkisiyle HDP bileşenlerinin geri kalanlarının hepsi, üstelik bir bileşeni oldukları HDP’nin kimliği ile değil kendi pankart ve kimlikleriyle bu hareket içinde kendilerine yer kapmak için birbirleriyle yarışmaya koyuldular. Adeta HDP pankartı da tek başına BDP’nin sırtına bırakılmış gibi idi.

Oysa BDP ise muhtelif nedenlerle HDP’yi diğer bileşenlerin omuzlamasını ve kendilerinin Kürdistan dışındaki örgütlerinin ve kitlelerinin görece daha pasif bir rol üstlenmesini tercih etmekteydiler. Zira açık seçik formüle edilmiş olmasa bile, 71/72 kopuşunu takiben şekillenmiş gerillacı bazı akımların bilhassa Halk Savaşı stratejisini benimseyenlerin “kırlarda stratejik saldırı/taktik savunma, kentlerde stratejik savunma/taktik saldırı esastır” ilkesi adeta Kürt hareketi bağlamında “Kürdistan’da stratejik saldırı, Türkiye’de stratejik savunma” önceliği ile bir tercüme bulmaktaydı.

Ne yazık ki Halk Savaşı stratejisini benimseyenler bakımından ağırlıklı faaliyet, kentlerde odaklanmaya ve yoğunlaşmaya başlayınca bu hareketlerin esas itibariyle “stratejik savunma” (bunu demokrasi mücadelesi veya “faşist saldırılara karşı demokratik çizgide savunma” diye okumak da yanlış olmaz) çizgisine doğru çekilmeleri durumunda olduğu gibi, Kürt hareketi bakımından da kentlerdeki görece pasifist mücadele çizgisinin giderek ağırlık ve belirleyicilik kazanması neredeyse kaçınılmaz hale gelmektedir.

Oysa HDP, hakkını vererek ve tüm bileşenleriyle aktif bir biçimde içinde yer alıp bu harekete damgasını vurmaya yönelmemiş olduğu halde, ilk kongresinde az çok öz-eleştiri üslubu içinde, Gezi’den başlayan hareket ile buluşma hedefini ilan etmiştir. O kongrenin iklimi Gezi ile bir tür akrabalık ilişkisi kuran ve o sırada sıcağı sıcağını varlığı hissedilen ODTÜ ormanını koruma hareketi tarafından büyük ölçüde belirlenmekteydi. Bu tesadüfi buluşma aynı zamanda Gezi hareketiyle gecikmiş bir buluşma için de oldukça elverişli bir kalkış noktası oluşturuyordu doğrusu. Bu bakımdan o kongrede dile getirilen perspektifler
katiyen lafzi ve suni değildi.

Ama bu elverişli kalkış noktasına rağmen Gezi Ayaklanması’nda seferber olan kitlenin çoğunluğu henüz/hala HDK/HDP kanalına akıtılabilmiş değildir. 30 Mart seçimlerinde BDP’nin hatalı tutumu nedeniyle bu ihtimal daha da zayıflamış durumdadır.

Bu buluşamamanın başlıca nedeni elbette ki zaman zaman yanlış biçimde yakıştırıldığı gibi, Gezi hareketine katılan kitlenin “ulusalcı” veya Kürtlere mesafeli duran bir kitle oluşu değildir. Zira zaten Gezi Ayaklanması gibi geniş yığınların içinde yer aldığı bir hareket içinde daima hakim ideolojiyi yansıtan bu tür fikir ve tutumların olmamasını beklemek bir ayaklanmadan ve geniş kitle hareketlerinden bihaber olmayı anlatır. Öte yandan HDP de ne programı ne de yönelimi itibariyle bir Kürt partisi değildir; en fazla içinde Kürt kökenli unsurların önemli bir yer tuttuğu ve esas olarak halkların kardeşliği çizgisinde demokratik haklar mücadelesi vermeye niyetli bir partidir.

Ama bu açıdan bakıldığı takdirde kendini AKP karşıtlığı ile sınırlamış olan Gezi eylemlerine katılanların da muhtemelen çok önemli bir kesimi Kürt kökenli idi. Bu bakımdan Gezi hareketinin HDP tarafından kucaklanamamış olmasının nedenini Kürt unsuru üzerinden izah etmek anlamlı değildir. Kaldı ki son günlerinde de olsa Gezi Parkı’nda HDP pankartı ile birlikte Abdullah Öcalan posterlerinin peydah olması karşısında sınırlı bir Kürt düşmanı militan kesimin tepki ve huzursuzlukları dışında eylemin bölünmesine ve
dağılmasına yönelik bir etki doğmamıştır.

Eğer bu buluşamamanın esas nedenlerini arayıp üzerinde düşünmek gerekiyorsa açıktır ki bu nedenlerden biri, HDP’nin bütün özgünlüklerine karşın düpedüz bir parti olmasından ileri gelir. Gezi eylemlerinin ana gövdesini oluşturan kitle ise, açıktır ki, siyasi yapı ve örgütlenmelerin dışında duran ve hala öyle durmaya niyetli unsurları ifade etmekteydi. Öte yandan Gezi hareketini oluşturan kitle ya eylemlerde, sokakta ve
alanlarda bir araya gelmektedir; yahut forumlarda. Bu nedenle belki HDK ve halk meclisleriyle Gezi’den doğan forumların buluşması ihtimali bu kitlenin doğrudan doğruya HDP’ye iltihak ederek onunla buluşması ihtimalinden daha yüksek olduğu bile söylenebilir. Açıktır ki HDK bileşenlerine bile HDP içine katılma basıncı uyguladığı açıkça bilinen HDP’nin Gezi Ayaklanması’na katılan kitle için bir cazibe merkezi olması çok zayıf bir ihtimaldi. HDP en iyi ihtimalle bu kitlenin unsurlarını kendi saflarına katmak için birbiriyle yarışan pek çok başka parti ve örgüt içinde en büyüğü olurdu ve söz konusu kitlenin bu partiye mesafesinin diğerlerinden daha az olması pek olası değildi.

Bununla birlikte, her şeye rağmen “Kepçenin önüne dikilen adam” olarak ve Gezi Ayaklanması’nın bir nevi simgesi olarak HDP adayı gösterilen Sırrı Süreyya Önder’in adaylığı belki geçici bile olsa böyle bir buluşmanın zemini olabilirdi. Bu olasılığın ne kadar yüksek olduğu seçim sürecinden kendiliğinden çıkabilecek ve oyların sayıldığı sırada görülmeyi bekleyen bir husus değildi elbette.

Zira sonuçta kastedilen siyasi bir terkiptir; ve bu kendiliğinden olacak bir şey değildir. İki taraftan gelişecek bir siyasi iradeyi ve buna uygun somut adımları gerektirir. Bu iradenin ne kadar güçlü olacağı ve gerekli adımların atılıp atılamayacağı ancak seçim kampanyaları içinde görülmesi gereken bir durumdu. Ne var ki daha baştan belli olan Sırrı Süreyya Önder’in konumu kadar, CHP İstanbul adayının niteliği ve AKP’nin durumu bu buluşma için müstesna bir elverişli iklim yaratmaktaydı.

Ne var ki seçim sonuçları üzerinde ayrıntılı bir irdelemeye gerek kalmadan söylenebilir ki, seçim çalışmaları çerçevesinde bile aktif bir AKP karşıtlığı çizgisi üzerinden kitleleri harekete geçirmeye niyetli bir çaba HDP ve bilhassa onun belirleyici bileşeni BDP tarafından ortaya konmamıştır.

Her ne kadar kimi yazılı ve sözlü propaganda faaliyetlerinin içeriğinde CHP’ye olduğu kadar AKP’ye de karşı olan bir söylem tartışmasız biçimde görülebilse de, zaten eksikliği duyulan ve olmasından kuşku duyulabilecek olan bu propagandanın içeriği değildi. KöZ’ün “AKP’ye aldanma CHP’ye yol verme!” şiarının bu propagandist tutumdan asıl farkı da tam bu noktada belirginleşmektedir. Seçim süreci boyunca bu fark ne yazık ki hep tersinden belirginleşti.

Zira KöZ’ün “AKP’ye aldanma CHP’ye yol verme” derken kastettiği hem AKP’ye hem CHPye karşı bir söylem benimsemekten ibaret değildi. Hele CHP’ye yol vermeme adına sadece ve özellikle CHP’yi hedef alan bir propaganda çizgisi tutturmak hiç değildi. Zira böyle bir tutumun CHP ve cemaate karşı AKP’ye razı olma tutumuna varması kaçınılmazdı. KöZ’ün kastettiği sokaklarda ve alanlarda kitlesel eylemlerle AKP’ye karşı mücadelenin başını çekme gereği idi. Böylelikle hem AKP’nin yedekleri ve eski destekçileri tarafından
alaşağı edilmesine fırsat vermeyip o gerici hükümeti emekçilerin ve ezilenlerin zoruyla alaşağı etmenin yolu açılmış olurdu. Hem de özellikle kitlelerin eylemlerinden ürken ve AKP’yi kasetler vb. tertiplerle istifaya zorlama çizgisinde durmaya niyetli olan CHP/Cemaat ittifakının önünü kesmenin en etkili yolu da budur. Buna karşılık Gezi Parkı’ndan başlayıp 30 Mart dönemecinde de kendini gösteren bunun tam tersi bir yönelim
olmuştur.

Bu yönelimin başlıca sonucu Roboski’nin faili AKP’ye karşı Rojava’dan güç alan serhildanların gelişmemesi ve bunlarla Gezi Ayaklanması’ndan doğan hareketin buluşamaması olmuştur. Zira her ne kadar Gezi hareketinin bir özelliği mevcut parti ve örgütlere güven duymayan ve onlara bağlı olmadıkları gibi onların etkisi altına girmek istemeyen unsurarın üzerinde yükselmiş olmasıysa bir diğer ve damga vuran özelliği ise gerici AKP hükümetine karşı bir başkaldırı olmasıydı. Bu itibarla bu hareketle CHP’ye karşı AKP’ye razı olma tutumunun buluşması mümkün değildi.

Tam tersine Kalekollara karşı mücadelede düşen Medeni Yıldırım’ın doğa bir biçimde Gezi şehitleri arasında yer alışının gösterdiği gibi, Rojava’ya kara harekatı planlayan ve “Tek din Tek devlet Tek bayrak” tekerlemesinin eşliğinde tek tip bir hayat tarzını herkese dayatan gerici AKP’ye karşı mücadelenin koşulları her zamankinden fazlaydı.

Paylaş