Faşizm ile ABD Arasındaki İlişkiye Dair Efsaneler

0

(Bu yazı Proleter Devrimci KöZ’ün 2002 yılı Ağustos ayında çıkan 1. sayısında yayımlanmıştır.)

Faşizm ile ABD Arasındaki İlişkiye Dair Efsaneler

Besbelli ki ABD ile MHP arasında genellikle sanıldığı ve savunulduğu gibi bir ilişki yoktur. Zaten MHP’nin faşist bir parti olup olmadığını anlamak için bu ilişkiye bakmak da gerekli değildir. Çünkü faşizm ile ABD arasındaki ilişki hakkındaki efsaneler sosyalistlerin zihnine yer etmiş en saçma ve yanıltıcı efsanelerdendir. 

Kaldı ki sanki çok normal ve üzerinde düşünmeye bile gerek olmayan bir hakikat gibi benimsenen bu ilişki hakkındaki yanılsamaları bertaraf etmek için MHP’nin AB’ye karşı tutumunun netleşmesini beklemeye gerek yoktur. MHP’nin faşist bir parti olup olmadığını saptayabilmek için Türkeş’in nerede eğitim gördüğünü araştırmaya gerek olmadığı gibi.

Belki de en yaygın ve üzerinde en az kafa yorulan bu özdeşleştirmenin saçmalığını görmek için dünyaya çıplak gözle bakmak, tarihi kabaca hatırlamak bile yeterlidir. 

Faşizm ile ABD arasında zorunlu olarak bir ilişki olduğunu düşünenlerin tamamı aynı zamanda İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın faşizmin yenilgisiyle sonuçlandığını iddia etmektedirler. Ama bu savaşı kazanan tarafın Reichstag’a SSCB bayrağını dikenler olmadığı da sır değildir. Aksine ABD olmasaydı Hitler-Mussolini-Mikado ittifakının alt edilmesinin o kadar kolay olmayacağını bilmeyen yoktur. Ama bu sözüm ona anti-faşist ittifakın neden eli değmişken İspanya ve Portekiz’deki faşist diktatörlükleri de yıkmadığını pek sorgulayan yoktur. Sakın bu, İtalyan ve Alman faşizmlerini gözünü kırpmadan harcayan ABD’nin gerçekte faşizmin hamisi olduğuna dair bir belirti olmasın? Bunu bugüne kadar iddia eden çıkmamıştır. Faşizmin ilk örneklerinin hüküm sürdüğü dönem boyunca faşizm ile ABD arasında bir özdeşlik kuran olmamıştır. 

Aksine, ABD «faşizm karşıtı», «özgürlüksever ülkeler»in başında sayılmaktaydı. Komünist Enternasyonal’in tasfiye edilmesine gerekçe olarak da gösterilen bu safsatayı hala sorgulamaktan kaçınanların ABD’nin ne zaman ve nasıl bu durumdan çıkıp, bütün faşist hareketleri yaratan, sevk ve idare eden bir mihrak haline geldiğini izah etmesi de mümkün değildir. Zaten bu gibiler bu ve benzeri soruların sorulmasına bile tahammül edememektedirler. 

Halbuki bu tuhaflığın nedeni gayet açıktır: bu safsata SSCB’nin diplomatik manevraları için yaratılan teorik kılıfların marksizmin yerine geçirilmesiyle ilgilidir. Bu at gözlüğünden tamamen kurtulmaksızın ne tarihsel olayları ne de güncel gelişmeleri kavramak ve izah etmek mümkün değildir. 

Eğer faşizm sorunu bazılarının sandığı gibi geçmişte kalmış ve bir daha tekrarlanmayacak bir olay olsaydı bu konuyu akademisyenlere bırakmakta bir mahsur olmazdı. Keza faşizm bütün burjuva diktatörlüklerine yakıştırılabilecek ve bu diktatörlüklerin hepsinin temel özellikleri olan baskı ve şiddet ölçüleriyle tarif edilen genel bir koddan ibaret olsaydı da bunun üzerinde kafa yormaya hacet olmazdı.

Ama öyle değildir. Üstelik dünyada faşist bir parti diye tanımlanabilecek sayısı çok olmayan partiler arasında en büyüklerinden birinin parlamentoda birinci parti haline gelmiş olduğu bir ülkede, devrimcilerin bu ihmalkarlığa asla kapılmaması gerekir. Çünkü faşizm proleter devrimlerinin önünü kesmeyi başaran en etkili karşı devrim yollarından biridir. Asıl önemli özelliği ise, proletaryaya önderlik etme iddiasında olanların hatalarını kendine bir silah edinebilmesidir. Clara Zetkin’in «faşizm işçi sınıfının iktidarı almayı başaramadığı çekmek zorunda olduğu bir cezadır» deyişi bu olguya işaret eder.

Çoktan beri orijinal faşist hareketlere tıpatıp benzeyen hareketlere rastlanmamasının, yahut pek çok devrimci hareketin burjuva diktatörlüklerinin  geleneksel kurumlarıyla önleniyor olmasının asıl nedeni bu olasılığın sınıf mücadelesinin gündeminden çıkmış olduğuna delalet etmez. Zira çoktan beri orijinal proleter devrimlerine benzeyen gelişmeler de yoktur; çoktan beri bolşeviklerinkine benzeyen devrimci partiler de mevcut değildir. Buna bakarak proleter devrimlerinin tarihe ait bir şey olduğuna ve bolşevik parti gibi partilere ihtiyaç olmadığına mı hükmetmek gerekiyor? 

Faşizm olasılığı proleter devrimleri kadar olasıdır. Buna karşılık, proleter devrimleri için nasıl bir devrimci partinin varlığı şart ise, bir karşı devrimin faşizm biçiminde gerçekleşmesi için de bir faşist partinin önceden mevcut olması şarttır. MHP böyle bir partidir ve mevcuttur. Ama bir proleter devrimine önderlik edecek bolşevik bir önderlik mevcut değildir. 

Ancak bu hakikat kavrandığı zaman hem MHP’nin bir faşist parti olduğu hem de finans kapitalin yerli veya uluslararası belli başlı kurumlarının MHP’yi zaman zaman karşılarına alışı birlikte anlaşılabilir. 

Buna karşılık, bütün sermaye partilerine faşist sıfatı yakıştırarak; faşizmi her burjuva devletinin asli görevlerini vurgulayan tariflerle tanımlayarak; yahut faşizmi «ABD emperyalizminin maşası» vb. tanımlarla tanımlayıp diğer maşalardan ve paşalardan ayırt edilmesini önleyerek, bugün olup bitenlerin anlaşılması da anlatılması da mümkün değildir.

Paylaş