Devletin «Ulusal Onuruna» Sahip Çıkmak Sosyalistlere mi Düştü?

0

Bu yazının orijinali Proleter Devrimci KöZ’ün Ağustos 2003 tarihli 10.sayısında yayımlanmıştır.

Çuval vakasını Türk burjuvazisinin «ulusal onur» konusundaki iki yüzlülüğünü sergilemek için değerlendirmek isteyen sosyalistler büyük bir yanlış yapmaktadır.

Türkiye emperyalist sisteme tabi bir burjuva diktatörlüğü olmanın yanı sıra, bir ezen ulus devletidir. Yani ulus kavramının ezen ulusun sosyalistlerin tarafından birkaç kez itina ile kullanılması gereken bir durumdadır.

Bu durum hem zaman zaman bağımsız hareket etme ihtiyacının, hem de sık sık emperyalist güçlerin müdahalelerde bulunmasının ardında yatan başlıca özgünlüklerden birini ifade eder. İçinden geçtiğimiz dönem bu iki eğilimin de son derece vurgulu bir hal aldığı bir dönemdir. Bu şartlarda hem bir ezen ulus devletinin onurunun korunmasından söz etmek, hem de Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak mümkün değildir. Nitekim Türkiye’nin bağımsız hareket etmesinden dem vuranlar giderek daha fazla şovenizme yönelmektedir; ki bu ezen ulus milliyetçiliğinin anti emperyalist bir içerik taşıyabileceği sadece şoven ve sosyal şoven gözlüklerden bakanların kuruntusudur. Öte yandan da Kürtlerin özgürlük yönündeki eğilimleri şu ya da bu emperyalist gücün manevra alanını arttıran bir zemin oluşturmaktadır. Çünkü hem Türkiye’nin emperyalizmden bağımsızlaşmasının, hem de Kürdistan’ın özgürleşmesinin temel koşulu olan devrimci bir önderlik mevcut değildir. Bu ortamda, besbellidir ki, Türk devletinin kendi ulusal onurunu korumak ve egemenliğini pekiştirmek için atacağı her adım, en büyük ve dinamik parçası bu devletin sınırları içinde hapis olan Kürdistan’ın tümünü kana ve gözyaşına boğacaktır. Türkiye’nin ulusal onurunun korunması adına atılacak her adım, yaşadığımız topraklardaki burjuva diktatörlüğünün bir ezen ulus devleti olarak varlığını sürdürmesine bir destek anlamına gelecektir.

Bu yüzden, ABD’ye karşı Türkiye’nin ulusal onurunu koruma iddiasıyla harekete geçenler, İşçi Parti’liler gibi meydanlarda nöbet tutmasalar bile, niyetlerinden bağımsız olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da, özellikle de Kürdistan’da, daha saldırgan bir politika izlemesinde çıkarı olan emperyalistlerin ekmeğine  katık sunmuş olacaklardır.

Bu çizginin önde gelen savunucularından birinin, sözümona Türk yargısının bağımsızlığına sığınarak Amerikalı dünya tekeli Motorola’yı 2 milyar dolar dolandıran Türk kapitalisti Cem Uzan ve onun partisi Genç Parti olmasında şaşılacak bir şey yoktur.

«Ulusal onura sahip çıkalım» diyenler sosyal şovenizmin yaygınlaşmasına hizmet etmektedirler. Bugün sosyalist akımların karşı karşıya bulundukları en büyük tuzak da budur zaten. Çünkü böylece Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik olarak, «ulusal onurun çiğnenmesi» üzerinden politika yapıp, milliyetçilik bayrağını burjuvazinin elinden almaya çalışan sosyalist akımlar, aslında kendilerini silahsızlandırmaktadırlar.

Ulusal Onuru Gözetenler Şovenizmle Nerede Buluşur, Nasıl Ayrılacak?

ABD Orta Doğu’da geçici değil kalıcıdır; tesadüfen değil uzun yıllardır şekillenen planlar çerçevesinde ve haylidir sürmekte olan bir krizin basıncıyla gelmiştir.

Bu nedenle hizaya gelinceye kadar Türkiye egemen sınıflarının ABD politikalarına itirazı olan kesimlerinin başına daha çok «çuval geçirilecektir». Bu «onur kırıcı» müdahalelere koşut olarak da şovenizmin boyutları artacaktır. Aynı zamanda bu gerilime müdahale edip arttıracak olan emperyalist aktörlerin çeşitlenmesine ve kendilerine yeni yeni işbirlikçiler bulmasına da şaşırmamak, bilakis hazır olmak gerekir.

Oysa  bilgiç edalarla duruma izahat getirmeye çalışan sosyalistlerin çoğu gözlerindeki merteği göremez haldedirler.

ABD hem Türk askerlerinin Irak Kürdistanı’ndan çıkmasını istiyor; hem de Türk askerlerinin gitgide zayiat veren kendi askerlerinin yerini almak üzere, Irak’ın diğer bölgelerinde inzibat görevi üstlenmesini istiyor.

«Çuvallama» olayının ardından sosyalistlerin neredeyse tamamı Türk ordusunun Irak’tan tamamen çıkması yönünde tutum aldı. Bu tutum bu haliyle, it dalaşının taraflarından hiçbirinin tutumunu yansıtmıyor. Ama bu tutumun burjuvazinin terimleri, değer yargıları ve özlemleriyle ifade edilmesi bir tuzağa işaret ediyor. Bu tuzak basit bir kurguyla belirginleşebilir. Yarın Diyarbakır’da sözümona «vatanı koruyan» Türk Askerleri şu ya da bu biçimde onur kırıcı bir duruma düşerse (bunun ilk provaları Irak Savaşı öncesinde yapılmıştı) ne olacak?

Bugün Türk ordusunun «ulusal onurunu çiğnetmemek adına» Süleymaniye’den Diyarbakır’a gelmesini isteyenler, yarın da aynı gerekçe ile Diyarbakır’ı boşaltmasını isteyecekler mi? Yoksa «vatan savunmasını burjuvaziye bırakmamak» ve «ulusal onuru korumak» adına hareket etmeye devam mı edecekler? Kaldı ki, işgal gücü olarak onursuz ve kirli bir işlevi görmekte olan Türk ordusunun Kürdistan’dan çıkmasını istemek, onurlu sıfatıyla anılabilecek biricik tutumdur. Bu tutumu göstermek için Süleymaniye pandomimini beklemeye yahut Diyarbakır’da vb. benzer bir oyunun sahnelenmesine kadar bir tutum almaya hacet yoktu. Üstelik «ulusal onur» konusunda iç gıcıklayıcı ajitasyonlar yaparak bir işgal ordusunun ve onu yönetenlerin böyle bir tutumu benimseyebileceğini beklemek ise büsbütün nafile ve yanıltıcıdır.

Böyle bir somutlukta devrimci hareketin geniş kesimlerinin burjuvazinin ve kemalistlerin milliyetçi şoven çizgilerinden ayrı durmaya devam edeceklerinden kuşku duyulmamalıdır. Ama bu konuda ciddi ve derin bir kafa karışıklığı olduğu da aşikardır.

Programatik sorunlarda, devrimci saflardaki kafa karışıklığını ortadan kaldırmak üzere, işçi sınıfının devrimci programını yaratmak isteyenler anti-emperyalizm adına sosyal şovenizm propagandası yapanların ipliğini pazara çıkarmak zorundadırlar. Türk devletini ve onun Orta Doğu’daki, özellikle de Kürdistan’daki politikasını karşıya almadan bu yönde bir adım bile atmak mümkün değildir. Komünistlerin parti birliği için mücadele edenlerin en önemli görevlerinden biri, ulusal onuru koruma bahanesiyle yükselen şovenist dalgaya karşı durmaktır. Temel ödevimiz ise, bu dalgaya karşı ideolojik mücadele vermekle kalmayıp, şovenizmin ve onun döl yatağı olan burjuva toplumunun temellerini kurutuncaya kadar devrimci tutumu sürekli kılacak partiyi yaratmaktır.

Burjuvazinin Vicdanına Hitap Ederek Burjuvaziyle Savaşılmaz

Çuval krizinin ardından solda ve sözümona demokratik kamuoyu denen bataklıkta alışılmış olan insan hakları söyleminin yerini «ulusal onur» ile başlayan bir söylem kapladı. Sözümona demokratik kamu oyu diye arlandırılan burjuva kamuoyunu «ulusal onur» hakkında iç gıcıklayıcı bir ajitasyonla tahrik edip anti-emperyalist bir tutuma çekmeyi hayal edenlerin sayısı bir hayli arttı.  

Şu ya da bu konudaki duyarlılıklarına hitap ederek burjuvaziyi teşhir etmek ve burjuvaların bir kısmını tahrik ederek yanlarına çekmek isteyenler burjuvazi ve proletarya tarih sahnesine çıktığından beri varlar; ve komünist Manifestoda «burjuva sosyalizmi» diye tarif edilen bu akımın temsilcilerinin o zaman olduğu gibi (Proudhoncu anarşistler örneğin) sonradan da oldukça radikal tutumları benimsedikleri de olmuştur. Ama bu onların bsurjuva sosyalisti diye anılmalarına engel değildir.  

Bugün ulusal onur üzerinden radikal bir anti emperyalizm çizgisi tuturanların da bu gözle değerlendirilmelerinde ve kendi kendilerini bu gözle değerlendirmelerinin sağlanmasında yarar vardır.

Çuval krizi karşısında «ulusal onur»un bekçiliğini üstlenen devrimci akımlar en azından zindan saldırıları karşısında izlenen benzer tutumun sonuçlarını gözden geçirmeli ve bu muhasebeden gerekli dersleri çıkarmalılar.  Bu dersin her eve lazım olduğu her geçen gün daha yakıcı bir biçimde kendini göstermektedir.

12 Eylül’den beri “faşist devlet”e karşı geniş bir “muhalefet cephesi” oluşturmak isteyen devrimciler hep demokratik kamuoyunun duyarlılıklarına hitap etmeye çalıştı. Taleplerini, eylemlerinin içeriğini ve hitap ettiği kitleyi bu kaygıları göz önünde tutarak belirledi. Seksenlerden beri sürdürülen bu mücadelenin en önemli meyvesi zindan saldırıları ve F-Tipleri oldu. Demokratik kamuoyunu tatmin edici reformların yapılması gündeme geldiği oranda devrimci örgütleri imhaya yönelik devlet terörü arttı. Şimdi de devrimci akımların önemli bir bölümü kamuoyunun bağımsızlık konusundaki “duyarlılık”larına hitap etmeye çalışıyor. Devletin kamuoyunun bağımsızlık konusundaki “hassasiyeti”ni gidermek için atacağı adımların sonuçlarıysa çok daha acı olacaktır. Demokratikleşme saldırısının hediyesi F-Tipleri olmuştu. Türk devletinin ulusal onuru korumak yolunda atacağı her adım Kürdistan’ı bir bütün olarak kana ve gözyaşına boğacaktır.

Paylaş