Barış Temennileriyle İç Savaşı Durdurmak İsteyenler İç Savaşın Kurbanı Olurlar

0

Bu yazı Komünist KöZ gazetesinin Eylül 2019 özel sayısında yayımlanmıştır.

1 Eylül’e Kayyımlarla Giriyoruz. Yerel seçim sürecinde “Her şey çok güzel olacak” hayalini yayanlara inat Erdoğan Van’a, Mardin’e ve Diyarbakır’a kayyımları atadı. Yerel seçimlerde zaten Kürdün adı yoktu, 31 Mart’ın hemen ardındansa HDP’nin kazandığı seçimler daha sandıklar sayılırken silah zoru ve özel harekatçıların marifetiyle AKP tarafından gasp edildi. Nisan ayında bir adım daha atıp Bağlar’da, Tuşba’da HDP’lilerin mazbatalarını iptal ettiler. Şimdi de HDP’nin kazandığı üç büyük belediyeye kayyım atandı.

“Halkın İradesine Darbe” Safsatasını Terk Edelim. Burjuva demokrasileri burjuva diktatörlüğüdür. Burjuva diktatörlüğünde seçimlerde halkın iradesi tecelli etmez. Burjuva diktatörlüğü altında en çok oyu kim alırsa alsın, seçimlerin galibi kim olursa olsun seçimleri kaybeden daima bu düzenin ayakta kalması için çalıştırılan ve sömürülen emekçilerdir. Erdoğan gerilemeye devam ederken ve Amerikancı rakipleri emekçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını temsil etme iddiasında olanların kendilerini geri çekmesiyle nispeten öne çıkarken, son seçimlerde emekçilerin ve ezilenlerin kutlayacağı veya paylaşabileceği bir zafer yoktur. Dahası Erdoğan İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerini tekrarlatınca olduğu gibi, Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyım atayınca bu rakiplerinin iddia ettiği gibi bir darbe yapmış değildir. Zira Erdoğan yıllardır gerileyen ve ayakta türlü türlü cambazlıklarla ve rakiplerinin zayıflığı nedeniyle duran bir politikacıdır. Darbe yapmaya mecali yoktur.

Kayyımlar İç Savaşın Bir Parçasıdır. Suriye’de şamar oğlanına dönen kof pehlivanın kayyımların gürültüsüyle ayıplarını örtmek istediği açık. Ancak nedensellik ilişkisini tersinden kurmalı. Hükümetin içerideki saldırgan politikaları dış politikadaki başarısızlıklarının sonucu değildir. Sınır dışındaki maceracı hamleler, hükümetin içerideki savaş politikalarının uzantısıdır; hatta bu politikaları başlatanların bekledikleri sonucu alamamış olmalarının bir sonucudur. Kayyımları bu nedenle yeni ortaya çıkmış bir gelişme olarak görmek yerine çaresiz bir biçimde gerileyişini durduramayan Erdoğan’ın başlatıp, umarsızca körüklediği iç savaşın bir parçası olarak değerlendirmeli.

İç Savaş 7 Haziran 2015’te Başladı. Türkiye’de iç savaş Erdoğan hükümetinin 7 Haziran 2015’teki seçim yenilgisinin ardından halka savaş açmasıyla başladı. 7 Haziran’la birlikte Erdoğan, bir daha tek başına seçim kazanamayacağını ve ayakta kalmasının yegane koşulunun emekçi ve ezilenlere, onların örgütlerine savaş açmak olduğunu anladı. Erdoğan’ın MHP’nin siyasi çizgisine teslim olması iç savaşın birinci nedeniydi. Bununla birlikte sanılanın aksine Devlet Bahçeli Cumhur İttifakı’nın pasif bir bileşeni değildi. Erdoğan’ı kendisine mecbur etmek ve onun önündeki alternatif ittifakları dinamitlemek için Bahçeli Erdoğan’ı içeride ve dışarıda daha saldırgan bir politika izlemeye zorladı. Bu da iç savaşı sürekli kılan ve şiddetlendiren ikinci etmendi.

İç Savaşın Başlamasının En Önemli Nedeni Soldaki İç Savaş Fobisidir. Yıllardır güç kaybeden Erdoğan, 7 Haziran’ın ardından bir iç savaş başlatmaya cesaret ettiyse bunun nedenlerini sadece Cumhur İttifakı’nın ihtiyaçlarında aramamalı. Erdoğan karşısında net bir siyasi konumlanışı ve eylem çizgisi olan özgüvenli bir halk muhalefeti görseydi bir iç savaş başlatmaya cesaret edemezdi. Oysa “Seni başkan yaptırmayacağız!” şiarıyla ilerleyenler seçimden sonra olası bir AKP-CHP koalisyonunu bozmamak için tüm eylem ve etkinliklerini iptal ettiler. Suruç ve 10 Ekim katliamlarından sonra iç savaş çıkmasın diye kitlelere evde oturun çağrısında bulundular. 15 Temmuz’un ardından yine bir iç savaşa geçit vermemek için darbeye karşı meşru hükümetin yanında olduklarını söylediler. Halbuki iç savaş çoktan başlamıştı ve derinleşiyordu. Muhalefetin bu ürkek tutumu Cumhur İttifakı’nın daha da pervasızlaşmasına yol açtı.

İç Savaş Sürerken Amerikancı Millet İttifakı İç Savaş Yokmuşçasına ve İç Savaş Fobisiyle Hareket Ediyor. Türkiye’de tutuklu sayısı 12 Eylül’dekinin üç katını geçmiş durumda. Denetimli serbestlikle dışarıda tutulan altı yüzbini aşkın kişi hesaba katılsa bu oran dokuza ona çıkacak. Tutuklu HDP’lilerin sayısı rekora koşuyor. İnfazlar, katliamlar diz boyu. Hükümetin hukuksuz uygulamaları katlanarak artıyor. Mazbatalar iptal ediliyor, kayyımlar atanıyor. Kısacası iç savaşın şiddetinde en ufak bir değişiklik yok. Ama sözümona Erdoğan’ın karşısında duran Amerikancı Millet İttifakı tüm bunları yok sayıyor. Hükümetin tüm bu saldırıları karşısında “toplumsal barışı bozmayacağız, iç savaşa geçit vermeyeceğiz.” açıklamaları yapıyor. Oportünizmin, yani burjuva siyasetinin zehirlediği solun ezici çoğunluğu da bu söylemi kısmen yahut tamamen tekrarlamakta beis görmüyor.

Amerikancı Muhalefetin Yaydığı Hayaller Temelsizdir. Bugün Millet İttifakı tüm umudunu Gül-Davutoğlu ikilisinin AKP’li huzursuzları peşinden sürükleyerek AKP’yi parçalamasına bel bağlamıştır. Sıkışan Erdoğan’ı kuşatarak yumuşatmak, onun karşısına İmamoğlu gibi bir aday çıkararak 2023’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmak hayalleri kurmaktadırlar. Bu hayallerin hiçbir inandırıcılığı yok, zira 7 Haziran’dan hatta öncesinden bugüne kadarki tablo açıktır: Erdoğan geriledikçe saldırganlaşmaktadır. Kayyımlar, “Ankara’yı, İstanbul’u kaybeden Erdoğan Amed’e daha zor kayyım atar” hayallerini tuzla buz etmiştir. Beklenenin aksine Babacan’ın parti girişimi AKP’yi parçaladıkça Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’na bağımlılığı büyüyecek, iç savaş şiddetlenecektir.

İç Savaştan Kaçanlar Onun Kurbanı Olurlar. Sınıflar mücadelesi tarihinden çıkarılacak ders ise basittir: “Ya devrimler savaşı durdurur ya da savaşlar devrime yol açar.” Tarihte barış kampanyalarıyla engellenmiş ya da durdurulmuş tek bir savaş örneği bile yok. Birinci paylaşım savaşından önce pasifizm propagandası yürüten tüm akımlar savaşta kendi hükümetlerinin yedeğinde yer aldılar, emperyalist savaşın bir parçası haline geldiler. Bu durumun tek istisnası savaştan önce de savaş sırasında da devrimi hedefleyen bir mücadele yürüten, bu mücadeleyi yürütecek devrimci bir partiye sahip olan Bolşevikler oldu. Bolşevikler savaşın barış temennileriyle değil devrimci bir ayaklanmayla son bulacağını biliyorlardı. O yüzden savaş sırasında da savaşı iç savaşı çevirme parolasıyla hareket ettiler. Bolşeviklerin dışında kalan akımlar ise ya işçi hareketlerinin ezilmesi sürecinin aktörü ya da karşı devrimci terörün kurbanı oldular.

Sol Akımların Ezici Çoğunluğunun Eli Kolu Bağlı Durumdadır. Çünkü neredeyse hepsi bolşevik-komünist siyasetle vedalaşmış, iktidar hedefi gütmeyen tasfiyeci projelerin içinde “toplumsal muhalefeti büyütme” bahanesiyle yer almıştır. Aynı çoğunluk yıllardır yarattığı iç savaş fobisi nedeniyle çoktan pasifist bir siyasi çizgiye geçmiş durumdadır. Önce 31 Mart’ta sonra da 23 Haziran’da parlamentarist, pasifist hayaller yayan Amerikancı Millet İttifakı’na destek vererek kendini iyiden iyiye silahsızlandırmıştır. Bu çizgiden kopmadan kayyımlara karşı devrimci bir çizgide mücadele etmek mümkün değildir.

Kayyımlara Karşı Birleşik Mücadele Sloganı Bugün İçin Yetersiz Ve Kafa Karıştırıcıdır. 31 Mart seçimlerinden önce kimse kayyımların adını ağzına almıyorken, kayyım tehditini püskürtmekten söz etmek kendi başına bir ayrım çizgisiydi. Bugünse İmamoğlu’su, Kılıçdaroğlu’su, Davutoğlu’su, Gül’ü, Karamollaoğlu’su hep beraber kayyım karşıtıdır. Öyle ki Iğdır’da HDP’ye karşı MHP’yi destekleyen Akşener bile kayyımların sebebi karşısında izahat beklemektedir. O halde bugün kayyımlara karşı birleşik mücadele sloganıyla yetinmek aslında Erdoğan’ın kayyım saldırısını CHP, Saadet ve AKP’den çıkacak yeni partiyle birlikte göğüsleme hedefini anlatır. Esas olarak tasfiyecilerin HDP’yi Amerikancı muhalefetin içine çivileme niyetiyle örtüşür. “Kayyım saldırısı asıl olarak İstanbul ve Ankara’yı hedefliyor” diyen CHP’liler HDP’nin kayyım karşısındaki mücadelesini CHP’nin önceliklerine uygun şekilde yedekleme amacını taşıyor.

Kayyımlar Ancak Hükümete Karşı Emekçilerin Bağımsız Kitlesel Seferberliği İle Püskürtülebilir. Kayyım saldırıları iç savaşın bir parçasıdır; Cumhur İttifakı ayakta kaldıkça iç savaş bitmeyecek. O halde kayyım karşıtı eylemlerin amacına uygun bir çizgide ilerlemesi için sadece kitlesel eylemler vurgusu yapmak yetmez; hükümeti cepheden karşısına almak şart. Hükümeti süpürecek bir seferberlikten söz etmeden kayyım karşıtı eylemleri Millet İttifakı’na verilecek oya tahvil etmeye, bu eylemleri siyasi iktidar hedefinden yoksun bir protestoya çevirmek isteyenlerin kösteğinden kurtulmak mümkün değildir.

Erdoğan’ı Geriletme Stratejisi Zaten Çoktandır Gerileyen Erdoğan’ın İktidarda Kalmasına Hizmet Eder. Bu şartlarda “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında Cumhur İttifakı’nın iktidarını tesis eden anayasa, tümüyle değişmeden mevcut durumu değiştirmek mümkün değildir. Çıkış yolunun ilk adımı mevcut anayasayı ve onunla tesis edilen siyasi iktidarı çöp sepetine atacak yeni bir anayasa yapmaktır. Yeni bir anayasa, mevcut anayasanın tarif ettiği Cumhurbaşkanı’nın hükmettiği parlamentodan çıkmaz. Yeni bir anayasa için sansürsüz, barajsız, engelsiz seçimlerle bir kurucu meclis hedeflenmelidir. Böyle bir kurucu meclis AKP/MHP ittifakının iktidarı altındaki seçim sandıklarından çıkmaz.

Emekçilerin ve Ezilenlerin Bağımsız Seferberliği ile Dayatılan Bir Kurucu Meclis Hedefi, Siyasi Tablonun Esaslı Bir Değişime Uğramasının Üzerinden Atlanamayacak Bir Kertesidir. Bu hedef için emekçilerin ve ezilenlerin siyasi seferberliği gerekir. Bu seferberliğin sağlanması, emekçilerin ezilenlerin çıkarlarını savunma iddiasında olanların, Cumhur İttifakı’nın Amerikancı rakiplerinin gölgesinden kurtarılmış bir siyasi çizgiyi takip etmesiyle sağlanabilir ancak. Bu güncel ve acil ödevin gereği, bu hedefi öne çıkaracak bağımsız ve birleşik bir siyasi seferberliğin sağlanmasıdır.

İç Savaştan Kaçarak İç Savaş Durdurulmaz!

Cumhur İttifakı Gitmeden Kayyımlar Bitmez!

Kayyımlara Karşı Emekçilerin Burjuva Siyasetinden Bağımsız Seferberliğini Örelim!

Demokratik Anayasa İçin Kurucu Meclis!

Paylaş