Amerikan Seçimleri: Seçimleri Kerry Kazansaydı ABD Demokratlaşır mıydı?

0

[Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesinin Kasım 2004 tarihli 23. sayısında yayımlanmıştır.]

Amerikan Seçimleri: Seçimleri Kerry Kazansaydı ABD Demokratlaşır mıydı?

Sol hareketin ezberi Amerikan seçimlerinde pek değişmez. Seçimleri kimin kazandığının önemli olmadığı, fili bayrak edinen cumhuriyetçilerin de eşeği bayrak edinen demokratların da Amerikan sermayesinin çıkarlarını savunan partiler olduğu belirtilir. Tekellerin çıkarlarını savunan partilerden hangisi iktidara gelirse gelsin Amerika’nın emperyalist politikaları değişmeyeceği yinelenir. Her dört senede bir yinelen bu görüşler kuşkusuz doğrudur.

Bush ve Kerry arasında zerre kadar fark olmadığını görmek için ince eleyip sık dokumaya gerek yok. Eşek demokratlar da fil Cumhuriyetçiler de Amerika’nın emperyalist politikalarına sadakatle bağlıdırlar, bu politikaların bir adım bile dışına çıkamazlar. Zaten şahin Bush’un karşısına rakip diye sürülen Kerry de seçim kampanyasında söz konusu Amerikan’ın Irak’taki işgalini desteklemek olunca ABD Başkanı’nın gerisinde kalmadığını bol bol gösterdi. Kampanya boyunca seçmenlerini Amerikan askerlerinin Irak’taki güvenliğini Bush’tan daha iyi sağlayacağına ikna etmek için aylarca dil döküp durdu.

Kerry, Amerika’daki başkan adaylarının tipik bir örneğinden başka bir şey değil. Zira Amerikan seçimlerinde başkan adaylarının seçim kampanyası sırasında bulundukları vaatlerle sonraki icraatları arasında öteden beri büyük bir açı bulunur. 1970 seçimlerinde Nixon “Amerika’yı Vietnam bataklığından çıkaracağım!” diyerek başkan seçilmişti, Amerika’yı bu bataklığın içine daha da itmekten başka bir şey yapamadı. Clinton “Amerika’ya sosyal adalet getireceğim!” diyerek seçimleri kazanmıştı. Sekiz yıllık başkanlığının sonrasında sonuç Amerika’daki sigortasızların sayısının katlanarak artması oldu-. Aynı Clinton baba Bush’un dünyayı askeri yöntemlerle yönetmesini eleştirerek iktidara gelmişti ama onun iktidarında Irak’a düşen füze sayısı Bush dönemindekinden az değildi. Daha da çarpıcı bir örnek oğul Bush’un 2000 seçimleri öncesinde yürüttüğü kampanyaya bakıldığında görülebilir. Bush, seçim döneminde Clinton hükümetinin azgelişmiş ülkelerde giriştiği demokratikleşme operasyonlarını, bu müdahaleler Amerikan devletinin mali sıkıntılarını arttırdığı için yerden yere vurmuş, seçimleri kazanırsa Amerika’nın dünyanın jandarmalığını yapmayacağını belirtmişti. Oysa Bush döneminde Amerika iki ayrı devlete savaş açmakla kalmadı, bütçeden askeri harcamalara ayrılan payı düzenli olarak arttırdı. Bu gidişle daha da arttıracak.

Ya Amerikan Komünist Partisi Kazansaydı?

Ancak Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin Amerikan tekellerinin çıkarlarını temsil etmesinden yola çıkarak seçimlerin önemsiz olduğunu belirtmek doğru olduğu kadar eksik bir görüştür. Tüm eksik görüşler gibi yanlış ve tehlikeli siyasi sonuçları vardır.  Daha doğrusu tüm yarım doğrular gibi oportünist siyasi akımların kılıfı olarak kullanılabilir. Nitekim, tekellere bağlı olmayan bir partinin seçimleri kazanması sonucunda Amerikan dış politikasının değiştirile-bileceğini savunanlar fikirlerini bu yarım doğruyla gerekçelendir-mektedirler. Seçimlere alternatif olarak katılan yeşiller, var olan partilerden hoşnutsuzluklarını sokaklarda ifade eden küreselleşme karşıtları Amerikan siyasi yaşamına ilişkin gerçeklerin bu kısımlarını sık sık karşımıza sürmektedirler zaten.

Amerikan seçimlerinin bir oyundan ibaret olmasının nedeni, seçime katılanların emekçilere bir alternatif sunmamasından çok Amerikan burjuvazisinin çıkarlarını bu siyasi partilerden bağımsız olarak savunan başka bir örgütlenmenin Amerikan devletinin mevcudiyeti ve siyasal alana da egemen olmasıdır. Yıllar içinde Amerikan sermayesinin müdahaleleri yoluyla etkinleştirilip, mükemmelleştirilen bu devlet aygıtı Amerikan burjuvazisinin çıkarlarını kendi has partileri dahil herhangi bir siyasi partiden çok daha güvenilir ve uzun erimli olarak savunmaktadır, savunacaktır da. Bu durum seçimleri Yeşillerin ya da yeşiller gibi seçimlere bağımsız olarak katılacak cesareti gösteremeyen Amerikan Komünist Partisi’nin kazanmasıyla da değişmeyecektir.

Bu nedenle seçimleri Bush’un yerine Kerry’nin kazanmasının ABD’nin tutumunda bir değişiklik yaratacağı yanılsamasını yayanlar aslında burjuva diktatörlüğü ve emperyalizm olguları hakkında yanıltıcı propagandalar yapmaktadırlar. Bu propagandaların ardındaki asıl siyasal güçler de elbette emperyalizmin ve burjuva diktatörlüğünün Bush’un arkasındakilerle rakip çıkarları olan savunucularıdır.

ABD Bush Bir Daha Kazandı Diye Saldırganlaşmadı

Dolayısıyla Amerika’nın daha barışçıl, uluslararası hukuka saygılı bir dış politika izleyebileceği iddiası ile Kerry’i destekleyenler sonuçta emperyalizmin değirmenine su taşırlar. Ama Bunlar ne denli büyük bir yanılgı içerisindeyseler, seçimleri Bush ikinci kez kazandı diye Amerika’nın iyice küstahlaşıp saldırganlaşacağını savunanlar da en az onlar kadar yanılmaktadırlar.

Yani Kerry seçilmiş olsaydı ABD’nin işgal kuvvetleri Felluce’de gül fidanları dikmeyeceği gibi, ABD Felluce’ye Bush bir daha seçildi diye saldırmadı.

Powell’ın istifa etmesini de Amerika’nın daha da şahinleşeceğine bir emare olarak görmek de doğru değildir. Tabii ki tam tersi doğrudur. İçte ve dıştaki güç dengeleri buna elverdiği ve gerektirdiği için seçimlerin hemen ardından ABD Felluce’ye nihai bir saldırıya kalkışmıştır.

Sözümona savaş karşıtı ve ılımlı olan Powell da bugün TV ekranlarını dolduran ve Abu Garib görüntülerine rahmet okutan görüntülerin karşısında hem savunma bakanı olup, hem de ılımlı güvercin rolü oynaması mümkün olmayacağı için ve güvercin maskesi fazla yıpranmasın diye geri çekilmiştir.  Adeta ben size ayak bağı olmayayım der gibi artık ailesi ile ilgileneceğini ilan ederek kenara çekilmiştir.

Yarın yeniden güvercin rolü oynayacakların inandırıcılığına halel gelmesin diye, Powell güvercin rolünü bırakıp iyi aile babası rolüne soyunurken, peşinen sertlik yanlısı olarak ilan edilen bir bakan iş başına gelmiştir.

Powel’ın istifasını bu biçimde yorumlamak gerekir. Bush yönetimi içindeki ve dışındaki sözümona güvercinler havlu atıp şahinler denen rakiplerine destek olmaya karar vermişlerdir. Tıpkı Eşek amblemli Kerry resmi sonuçlar daha açıklanmadan havlu atıp seçmenlerini Başkan Bush’un politikalarını desteklemeye çağırdığı gibi….

Aynı bakış açısıyla Kerry’nin seçimleri kaybetmesini de böyle yorumlamak yanlış olmaz. Yarın diyalog ve hukuktan yana görünen bir başkana ihtiyaç olduğunda Kerry yahut bir başkasının meydana çıkmasına ve inandırıcı olmasına imkan sağlamak üzere Demokrat parti bir devre daha yedek kulübesinde kalacaktır.

Bu bakımdan, ne Bush bir daha seçildi diye ABD daha saldırgan olmaktadır ne de Powel istifa ettiği için. Kerry seçilseydi de Powel yerinde kalsaydı ve yerine Condoleezza Rice gibi bir biçilmiş kaftan bulunamasaydı da olayların seyrinde esaslı bir değişim olmayacaktı. Ama yedeklerin alternatif olma iddiası ve inandırıcılığı yıpranmış olacaktı.

ABD’nin İçteki ve Dıştaki Yönelimlerini Seçimleri Kimin Kazandığı Değil Güç Dengeleri ve Egemen Kesimlerin Çıkarları Belirler

Önümüzdeki dönemde de Amerikan emperyalizmi elbette kimi zaman silahı kimi zaman da diplomasiyi esas alan, fakat her koşulda birbirini tamamlayan, taktikler izleyecektir. Ancak izlenecek bu taktikler seçimleri kimi kazandığından çok, Amerikan devletinin ve burjuvazisinin rakipleriyle arasındaki güç dengesine ve kendi bünyesindeki rakip sermaye kesimleri arasındaki dengeye bağlı olarak oluşturulacaktır. Başkanının kim olduğundan bağımsız olarak, ABD bu güç dengelerinin izin verdiği ve gerektirdiği kadar saldırgan yahut  barışçıl olacaktır.

ABD’deki son başkanlık seçimleri öncesindeki kampanyalar ender görülen bir biçimde ABD ile Emperyalist rakipleri arasındaki bir çekişmeyi yansıttı. ABD’nin rakipleri ve ABD burjuvazisinin çıkarları onlarla örtüşen kesimleri açıktan açığa Kerry’yi destekledi. Bush da Kerry’nin Avrupalıların adamı olmakla suçlayarak köşeye sıkıştırmaya kalkıştı. Ama buna bakarak seçimleri Kerry’nin kazanması halinde ABD emperyalizminin emperyalist rakiplerinin denetimi altına gireceğini sanmak elbette budalalık olur. Bu gelişme sadece emperyalistler arasındaki güçler dengesinin durumu ve bunun Amerika’ya yansıması hakkında bir fikir verebilecek bir veri oluşturur.

Sonuçta Bush’un seçimleri kazanması bu rekabet ve çekişmenin skorunu yeniden tescil etti. Irak saldırısıyla rakipleri karşısında bir üstünlük elde eden ABD emperyalizmi başkanlık seçimlerinde de bu savaşın sembolü olan Bush’un açık bir farkla seçilmesiyle hem uluslar arası alandaki manevra kabiliyetini arttırmış oldu; ki bu aynı zamanda yeri geldikçe esneme yeteneğinin artması demektir. Hem de Bush bu durumda içteki muhalefetle daha rahat baş edebilecek bir konuma gelecek demektir. Öte yandan yedek akçe olarak tutulan sözümona ılımlı ve makul muhalefet rolünü üstlenenler de yıpranmamış olacaklardır.

ABD’nin İç ve Dış Politikalarının Dış Güçlerin Müdahalesi İle Değişeceği Yanılsaması Sınıf Mücadelesini Hesaba Katmayan Bakış Açılarının Ürünüdür.

Uzun yıllardan beri ABD emperyalizminin geriletilmesi için ABD’de sınıf mücadelesinin yükselmesi dışında türlü gelişmelere bağlamak adeta yaygın ve yerleşik bir inanç haline gelmiş durumdadır. Oysa ABD işçi sınıfı geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğine kadar dünyanın en güçlü ve etkili mücadelelerinin başını çeken umut verici müfrezeleri arasında idi. Dünyanın pek çok ülkesinde nice devrimci kuşağın ufkunu açan romanlar arasında Amerika’daki sınıf mücadelesini anlatan örnekler eksik değildi.

Bu durum sanki hiç olmamış gibi unutuldu ve adeta nesnel bakımdan imkansız gibi hayallerden bile silindi. Özellikle ikinci Dünya savaşını izleyen ve soğuk savaş diye adlandırılan dönemde ABD emperyalizminin içerideki sınıf mücadelesinin yükselmesi ile değil SSCB’nin Uzay yarışını yahut nükleer silah yarışını kazanmasıyla, yahut diplomatik zaferlerle ABD’yi hizaya getirmesine bel bağlayanlar az değildi. Bu beklenin alternatifi gibi ortaya çıkan ve aslında aynı madalyonun öteki yüzüne yakışan bir beklenti de ABD’nin kırlardan kuşatılması ile çökeceği hayaline bel bağlayanlarınki idi.

Her iki ham hayalin ortak yanı ABD işçi sınıfının komünist bir önderlik altında örgütlenmesini dışlayan hatta akla bile getirmeyen seçenekleri ifade etmeleridir. Güya ABD emperyalizm karşıtı dış güçler tarafından kuşatılıp sıkıştırılacak ve bu da ABD halkının tepkiyle başındaki kötü yöneticilerden kurtulmaya yönelmesini sağlayacaktı.

Bugün ABD’yi bu yönde sıkıştıracak bir SSCB yok. ABD’yi kırlardan kuşatma umuduna esin kaynağı olan Vietnam vb. halk savaşlarından da eser yok. Ama eski dönemin hakim ideolojisi hüküm sürüyor ve bu boşluğu karikatürleri ile doldurma eğilimleri yayılıyor.

SSCB’nin ve onun güdümündeki siyasal hareketin yarattığı basıncın yerine ABD’nin emperyalist rakiplerinin yaratacağı basınçtan ve emperyalist metropollerde gelişen sözümona «küreselleşme karşıtı» hareketten medet umuluyor. Vietnam benzeri ulusal kurtuluş savaşlarının yerine, ABD’nin saldırıları sonucunda doğan ne idüğü belirsiz çoğu zaman arkasında ABD’nin kendi elleriyle yarattığı siyasal güçlerin bulunduğu tepki hareketlerinden medet umuluyor.

Doğrusu son ABD seçimleri de bu beklentilerin gölgesinde geçti. ABD’nin emperyalist rakiplerinin siyasal basıncı ile, pasifist hareketlerin yaratacağı bir etki ile veya «Irak direnişi» gibi gelişmeler sayesinde hizaya geleceği hayaline kapılarak beklenti için girenler inanılmaz derecede arttı ve beklenebileceği gibi hüsrana uğradılar. ABD’nin siyasal yönelişinin ABD’deki sınıf mücadelesinin yükselişi dışındaki gelişmelerle belirleneceği ütopyasını ifade eden gerici beklentilerin tümü de aynı kadere mahkumdur.

Amerikan devleti bir iç savaşla parçalanmadığı sürece Amerikan emperyalizminin önünü kesmek mümkün olmayacaktır. Bunun için Amerika’da işçi sınıfının yeniden örgütlenmesine öncülük edecek ve sınıf mücadelesinde Amerikan proletaryasına önderlik edecek bir komünist önderliğe gerek vardır. Ama hepsinden önce bunun bir hayal olduğuna dair gerici ve anti komünist yanılsamaları kırmak gerekiyor.

KöZ’ün arkasında duran komünistler başka ülkelerdeki komünistlerin yerine kendilerini koymadıkları gibi ABD işçi sınıfının örgütlenmesinin ve devrimci bir önderliğe kavuşmasının da esas olarak amerikan komünistlerinin altından kalkacağı bir ödev olduğunu akıldan çıkarmamaktadır.

Esas olarak yaşadıkları topraklardaki ödevlerin sorumluluğunu üstlendiklerini de unutmamaktadırlar. Ama yaşadığımız topraklarda bir komünist önderliği yaratma doğrultusundaki ödemlerimiz arasında ABD’de sınıf mücadelesinin ütopya olduğuna dair hayalleri besleyenlerle aramızdaki ayrımları çizmek ve bu yanılsamalarla mücadele etmek olduğunu da unutmuyoruz.

Paylaş