Adalet Sandıktan Çıkmayacak – Adalet Yürüyüşü Sandığa Gömülmemeli

0

Referandumdan İstanbul Yürüyüşüne Sol’da Şiddetlenen Kuyrukçuluk

[Bu yazı Köz gazetesinin Temmuz 2017 tarihli özel sayısında yayımlanmıştır.]

Geride bıraktığımız süreçte KöZ sayfalarında sola ve döneme dair aralıklarla yaptığımız değerlendirmeleri şu şekilde özetlemek mümkün: Devleti temizleme/ele geçirme, eş zamanlı olarak da muhalefeti çıplak zor ve tehditle sindirme yolunda Erdoğan’ın attığı adımlar idari olarak merkezîleştirdiği devleti işlemez hale getirirken aynı zamanda da kendisinin toplumsal meşruiyetini zayıflatıyor. Dahası Erdoğan’ın karşısında duran Amerika, kuşatmasını uluslararası düzlemde Erdoğan’ın altını oyacak şekilde kademeli olarak arttırıyor. Erdoğan’ın uluslararası ilişkilerin kaygan zeminindeki fırsatçı girişimleri ise onun şu ya da bu blokla kalıcı bir ilişki kurmasını imkânsız hale getiriyor. Dolayısıyla gerileyişi süren Erdoğan, siyasi varlığını ancak çıplak şiddetle sürdürebiliyor.. Devletin yepyeni bir kurumsal yapıya kavuşmadığı, Erdoğan’ın dışarıda kalıcı bir ittifak kuramadığı, içerideyse hasım sermaye gruplarını mülksüzleştiremediği koşullar altında bu baskı politikaları kendisine karşı olan muhalefeti sindirmek şöyle dursun Türkiye’deki siyasallaşmayı arttırıp, halk kitlelerinin kendisine yönelik öfkesini büyütüyor. Emekçi katmanların bugün için hareketsiz olmasının nedeni bir yönüyle karşı devrimci teröre karşı nasıl konulacağına dair donanımsızlığın yarattığı ürküntü ise diğer ve asıl nedeni ise oportünist tasfiyecilerin kitle hareketinin önünü kesen, onu boşa çıkaran tutumlarıdır.

Soldaki yaygın değerlendirme ise tam aksi yönde Erdoğan’ın kendi kişisel diktasını yahut faşist bir rejimi inşa ettiği yönündedir. Teorik bir kavrayıştan yoksun, olguların yüzeysel bir değerlendirmesine bağlı olarak yapılan bu değerlendirme eş zamanlı olarak kitle hareketine yönelik ayakları yere basmayan beklentileri de beraberinde getirmekte ve solu bir uçtan diğerine savurmaktadır. Derinleşen bir diktatörlük tespiti yapan akımların sık sık “Yeni bir Gezi geliyor.” hayaline kapılması da bu anlamda şaşırtıcı değil.Referandum kampanyaları sırasında, 1 Mayıs ve sonrasında yaşananlar bizim sürece dair değerlendirmemizi doğrulamıştır: 12 Eylül Anayasası iyiden iyiye yamalı bohçaya çevrilmiş, kurumların ve kadroların kaldıramayacağı bir merkezîleşme süreci hız kazanmıştır. Referandum hileyle kazanılmış, meşruiyet sorunu daha da artmıştır. Merkezîleşme Erdoğan’ın dertlerine derman olmamış, bürokrasideki atama/görevden alma dalgası hızını kesmemiştir. Erdoğan’ın kendi partisindeki sular durulmamış, kendisi de bu kavgayı bitirecek büyük bir tasfiye operasyonuna girecek cesareti de gösterememiş, AKP herkesin herkesle savaşının sürdüğü bir hizipler koalisyonuna dönmüştür. ABD ile ilişkilerdeki gerilimler daha da artmış, YPG’nin ağır silahlarla donatılması hız kazanmıştır. Erdoğan’ın Suriye politikaları Katar-Suudi Arabistan uyuşmazlığıyla iyice zayıflamıştır. Katar’ın kuşatılması operasyonunun, Erdoğan’ın kuşatılması operasyonunda yeni bir adım olarak görülmesi gerekir. Kısacası Erdoğan’ın zayıflamasına paralel olarak rejim krizi derinleşmeye devam etmektedir.

Bununla birlikte Devlet Bahçeli’nin referandum kararını büyük bir karamsarlıkla karşılayan sol akımların aksine, sürecin kendisi 15 Temmuz sonrasında yaşanan geçici durgunluğun izlerini silmiş, yeni bir toparlanmanın önünü açmıştır. Referandum sonrasında gerçekleşen protesto gösterileri bunu göstermektedir. Sonrasındaki 1 Mayıs’ın yaygın ve önceki seneye kıyasla özellikle İstanbul’da kitlesel ve coşkulu bir şekilde kutlanması da aynı durumun bir sonucudur. Hükümetin, normal koşullar altında tasfiyeci ve kitleleri pasifliğe iten bir karakter taşıyan açlık grevine dahi engel olmaya çalışması, Semih ve Nuriye’yi tutuklaması, buluşmalara izin vermemesi Sarayın kitlelerin buluşma ihtimalini somut bir tehdit olarak görüp buna karşı tedbir alma mecburiyetini göstermektedir. Kendine bir vesile, bir çıkış yolu arayan kitle hareketini engellemek için Erdoğan’ın başvurabileceği tek yol artık daha fazla baskı, daha fazla ürküntüdür.

Hareketin Önünü Tıkayan Tasfiyecilerin 2019 Hayali

Bununla birlikte referandum süreci ve sonrasında yaşananlar aslında kitle hareketinin önünü tıkayanın hükümetin çıplak zorundan daha çok reformistlerin engelleri olduğunu bir kez daha göstermiştir. HDP miting fikrinin içini boşaltmak için, yerini ve zamanını kendi kadrolarının dahi bilmediği, göstermelik mitinglerle günü kurtarmaya çalışmış, HDP dışında kalanlar ise kendi Hayır çalışmalarını yürütme bahanesiyle ortak bir eylem girişiminden ısrarla kaçınmışlardır. Nihayetinde referandum sonrasında CHP bilinçli bir şekilde protesto eylemlerinin önünü kesmiştir. HDP’nin tutumu da farklı olmamıştır. 1 Mayıs’a doğru tablo değişmemiştir. Tıpkı referandum sonrasındaki eylemler gibi 1 Mayıs mitinglerindeki kalabalık da, CHP yahut HDP sayesinde değil onlara rağmen harekete geçmiştir.

Reformistlerin bu tutumu kuşkusuz onların başka hesapları/hayalleri olmasından kaynaklanmaktadır. Referandum sonuçları devrimci bir göz açısından Erdoğan’ın ne kadar sıkışmış olduğunu gösterirken, liberaller aynı tablodan Erdoğan’dan parlamenter yollarla kurtulmanın mümkün olduğu sonucunu çıkarmıştır. Tüm tasfiyeci yıkıma karşın Türkiye’de sokağın ve kitle eylemlerinin sahibinin, örneğin Venezuela’ya kıyasla, sol ve devrimci akımlar olduğundan hareketle Amerika’nın Türkiye’deki rejim krizini parlamenter yollarla çözmek istediğini daha önceden belirtmiştik. Bu nedenle 7 Haziran öncesinde ve sonrasında ABD’nin izlediği stratejinin esas olarak AKP’yi zayıflatıp, parçalayarak Erdoğan’ı kuşatmak ve tecrit etmek olduğunu öngörmüştük. Aynı nedenden ötürü 15 Temmuz’un Amerika’nın başarılı olduğu takdirde hoş karşılayabileceği ama Amerika tarafından tezgahlanmamış bir darbe girişimi olduğunu da ifade etmiştik. Kuşatma stratejisi hâlâ sürmektedir. Tam da bu nedenle Amerika’nın dümen suyundaki akımlar –ki bundan sadece CHP ve HDP’yi değil bu iki partinin yörüngesindeki tüm liberal ve reformist kesimleri anlamak gerekir- kitleleri seferber eden bir çalışmadan kaçındı.. Saadet Partisi seçmenlerinden Meral Akşener hayranlarına uzanan geniş bir yelpazenin oyunu kazanmaya yönelik, dolayısıyla onları ürkütmeyecek, bir referandum çalışması yürüttü.

İşte 16 Nisan’ın ardından liberaller her türlü olumsuz koşula, hileye/hurdaya karşı alınan yüzde 48,6 Hayır oyuna bakarak Erdoğan’a karşı bir Hayır blokunun oluştuğu sonucunu çıkarmışlar, önlerine “provakitif eylemlerden” ve “kutuplaştırıcı söylemlerden” kaçınan bir çizgide ilerleyip bu bloğu büyüterek Erdoğan’dan kurtulmak görevini koymuşlardır.

Bu bakış açısına sahip olanlar elbette 16 Nisan’ın ertesinde referandumu tanımadıklarını açıklamayacaklar, hileli referandumu protesto eylemleri ile 1 Mayıs arasında bir süreklilik kurmaktan kaçınacaklardır.

CHP-HDP İttifakı ve Bindiği Dalı Kesen HDP

Daha somut konuşmak gerekirse Amerikancı muhalefetin ana odağı olan CHP’nin gündeminde 2019 seçimleri vardır. CHP 2019 seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına tüm Hayırcıların desteğini alan bir adayla çıkıp onu alt etmek istemektedir. Önümüzdeki iki sene boyunca CHP’nin tüm hareketleri esas olarak bu kaygı tarafından belirlenecektir. Gelgelelim öyle bir koalisyonun ortaya çıkması tek başına CHP’nin yönelimiyle belirlenemez. Zira böyle bir koalisyonun küçük ortakları arasında yer alması gereken HDP’nin özel bir durumu vardır. Amerikancı muhalefetin başarılı olması için bir yandan HDP’nin tabanının fire vermemesi gereklidir, ama diğer yandan da bu tabanın hareketlenip Hayır Bloku’nun diğer bileşenlerini ürkütmesinden endişelenilmektedir. Bu ihtimalin engellenmesi için HDP’nin merkezinin kendi tabanı üzerinde denetim kurması şarttır. Bunun için de söz konusu bloğun her ne kadar merkezinde CHP bulunsa da, HDP-CHP’nin uyumlu hareketi olmaksızın böyle bir bloktan söz etmek mümkün olmayacaktır. Doğrusu referandum öncesinde Tuncay Özkan-Demirtaş ziyaretlerini, Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesini değil de onun hikayeci sanatçı yönünü öne çıkaran haber sayısındaki artışı, Demirtaş’ın referandumun hemen ardından yaptığı “Her türlü ittifaka açık olmak gerekir.” açıklamasını, sonrasında Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi ziyaretini bu eşgüdümün adım adım örüldüğünü gösteren olgular olarak değerlendirmek gerekir.

Pek çokları HDP-CHP arasındaki eşgüdümün HDP ve CHP’nin kitlesinin ortak mitingler düzenlediğinde gerçekleşeceğini sanıyorlar. Halbuki HDP’nin sokağa çıkardığı kesimler üzerindeki denetimin zayıflığı akılda tutulduğunda ittifaktan tam tersini anlamak gerekli. CHP önderliğinde ve HDP’nin kuyruğuna takıldığı bir Hayır blokunun bir önkoşulu HDP’nin CHP’nin AKP karşıtı kuşatma hareketine siyasi bir destek vermesi ise diğer koşulu tabanının her türlü seferberlikten uzak durmasıdır. Dolayısıyla bugün HDP kitlesinin hiçbir şekilde sokağa çıkartılmamasını asıl olarak CHP’ye HDP tarafından verilmiş bir destek olarak görmek gerekli. Aslına bakılırsa bu destek 7 Haziran öncesinden beri sürmektedir. Gezi’den sonra Türkiye’de ezilenlerin mücadelesine önderlik etmek isteyenlerin mücadelenin merkezine Kobâne’yi oturtması platformumuz tarafından tasfiyecilik olarak tanımlanmıştı. Zira o zaman Kobâne’deki mücadeleyi vurgularken emekçileri Kobâne’ye destek olmak için AKP’ye karşı mücadeleye çağırmıyordu. Tam aksine aynı kesimler tek adam rejimi/diktatörlük ifadeleriyle Erdoğan’ın Türkiye’de devrilemez olduğu fikrini yayarken aynı zamanda asıl mücadelenin Kobâne’de verildiği propagandasını yapıyor, devrimcilik yapmak isteyen kesimleri Kobâne’de mücadele etmeye çağırıyordu. Söz konusu tasfiyeci tutum bugün derinleşerek sürmektedir. Devrimcilik yapmak isteyenler Türkiye’deki tasfiyeci anlayışla sorun yaşadıkları için ya da yaşamasınlar diye Rojava’ya davet edilmektedir. Bu tasfiyeci anlayış Türkiye’de devrimciliğin kriterini Erdoğan’a karşı bir kitle seferberliği örmek olarak değil Rojava’da çarpışmak olarak tarif etmektedir.

Bu tasfiyeci tutuma “Denizler de zamanında Filistin’e giderek Filistin için çarpışmışlardı” çarpıtması ile kılıf arayanlar az değil. Halbuki Denizler Filistin’e Filistin halkı için mücadele etmeye değil silah kullanmayı öğrenip savaşı Türkiye’de yürütmek için gitmişlerdi. Nitekim kısa bir süre sonra Filistin’den dönerek THKO’yu kurdular ve Türk Devleti’ne ve Amerika’nın Türkiye’deki askeri uzantılarına karşı savaşı başlattılar. Bugün yapılansa tam tersidir. Türkiye’de devrimcilik yapılamayacağına inanan unsurlar Rojava’ya gitmekte, üstelik orada halihazırda Rakka operasyonlarında görüldüğü gibi planlarını ABD’li generallerin çizdiği bir operasyonda askeri birlik olarak yer almaktadırlar.

Aslına bakılırsa bugün CHP ve HDP arasında ortaya çıkan bu uyumu HDP açısından bir intihar olarak değerlendirmek gerekir. Doğrusu bugün HDP’ye hayat veren dinamikler bir anlamda 2007 seçimlerinde başlamıştı. Türkiye’de derin bir muhalefet boşluğu yaşandığı, Deniz Baykal’ın kliğinin AKP’ye karşı etkili ve birleştirici bir muhalefet yapılmasını engellediği bir sırada DTP seçimlere parti olarak değil bağımsız adaylarla girerek, Türkiye siyasetinde bağımsız bir muhalefet odağı olma yolunda bir adım atmıştı. DTP’nin ve onu takip eden BDP’nin bu doğrultudaki girişimleri Türkiye’deki kitle hareketinde bir toparlanmaya hizmet ettiği gibi, tasfiyeci-reformistlerin de burjuva siyaset zemininde güçlenmesine yol açmıştı. Türkiye böylelikle iki partili sistemden tekrardan üç (MHP de katılırsa dört) partili ve HDP’nin kilit rol oynadığı yeni bir döneme doğru ilerlemişti.

Derinleşen rejim krizi ve burjuva partileri arasındaki kutuplaşmanın sonucunda MHP çoktan giderek gereksizleşen bir partiye dönüştü. Devlet Bahçeli’nin koltuğunu kurtarmak için attığı adımlarla birlikte zaten MHP siyasi intiharını gerçekleştirmişti. Bununla birlikte tüm bu süreçten, nispeten bağımsız siyasi varlığı nedeniyle, güçlenerek çıkan HDP içinden geçtiğimiz dönemde CHP’nin dümen suyunda bir çizgi benimsedikçe kendisini doğurup, güçlendiren dinamiklerin aksi yönünde hareket ettiği için bindiği dalı kesiyor HDP’nin bu tarzı AKP-CHP bloklaşmasına kan taşımakta, iki partili bir Türkiye’nin yolunu döşeyerek HDP’nin varlık nedenini ortadan kaldırmaktadır.

Bununla birlikte AKP’nin kendi içindeki çekişmeler ve parçalanma dinamikleri, Türkiye ve Ortadoğu’daki sürprizli devrimci gelişmelerin CHP’yi kilitleyerek tutarlı bir muhalif hat oluşturmasını imkânsız kılması, herşeyden önemlisi Erdoğan’dan parlamenter olarak kurtulmanın mümkün olmaması bu tasfiyeci girişimin başarıya ulaşmasını Türkiye’nin 2007 öncesi iki burjuva partili zaman dilimine dönmesini engellediğini de not etmek gerekir.

CHP’yi Kâh Alkışlayıp Kâh Arkadan İttirerek Erdoğan’a Karşı Mücadele Örülemez

HDP-CHP ittifakının 7 Haziran’dan sonra pekişmesi Birleşik Haziran Hareketi’nin sol içindeki konumunu da değişikliğe uğratmıştır. Birleşik Haziran Hareketi Gezi’de harekete geçen kesimleri ortak bir platforma devşirmek, bir anlamda doksanların sonunda tutmayan ÖDP projesini bu sefer başarılı kılmak için kurulmuş bir girişimdi. Gelgelelim, 7 Haziran öncesinde Erdoğan’ın masayı devirmesi sonucunda tüm nesnel dinamikler HDP’yi adeta bir ana muhalefet partisi pozisyonuna getirince Birleşik Haziran Hareketi bileşenlerinin altındaki toprak da kaydı. Birleşik Haziran Hareketi’ni içinde bulunduğu felçten çıkaran sokaktan koşaradım kaçan HDP’nin meclisteki kilitlenmiş ve toplanamayan durumu oldu. HDP’nin etkisizleşmesi Birleşik Haziran Hareketi’nin önünü açtı. Gerçi bu süreç de hendek savaşları ve 15 Temmuz nedeniyle kesintisiz bir şekilde gerçekleşmedi ama derinleşen rejim krizinin AKP’ye karşı sert bir muhalefet ihtiyacını arttırmasına paralel olarak HDP tasfiyeciliği kitlelerin önüne set oldukça Birleşik Haziran Hareketi çapı ve iddiası ile hak ettiğinden çok daha fazla önem kazanmaya başladı. 16 Nisan öncesi ve sonrasında adeta sokak hareketlerinin merkezi olarak dikkatleri üzerine çekti.

Eğer HDP’nin CHP ile girdiği ittifakı teşhir edip, Amerikancı muhalefetin Erdoğan’ı kuşatma stratejisinin karşısına “Erdoğan gitmeden barış, demokrasi ve özgürlük yolunda tek bir adım bile atılamaz” çizgisini çıkarıp cepheden hükümet karşıtı bir pozisyonda yer alsaydı, Birleşik Haziran Hareketi bu gerilimli süreçte ilgi çekmenin ötesine geçip, gördüğü ilgiye kıyasla kat be kat güçlenebilir, hızla Erdoğan’a karşı muhalefetin merkezi haline gelebilirdi. Ancak bunun için CHP’den bağımsız bir çizgi izlemek gerekirdi. Birleşik Haziran Hareketi’nin açmazı da tam da bu noktada. Zira bu hareket kendi siyasi misyonunu, CHP tabanına ve onun hassasiyetlerine seslenmek, CHP’yi ittirerek CHP içindeki muhalif kesimlerin söz ve inisiyatif sahibi olmasını sağlamak olarak tanımlamıştı. Dolayısıyla Birleşik Haziran Hareketi, CHP’nin çizdiği siyasi çerçevenin dışına çıkamayan, tek iddiası bu çerçeveyi sokakta ve daha kararlı bir şekilde savunmak olan bir akım oldu. CHP’ye soldan muhalefet etmek istediği için CHP kuyrukçuluğunun ötesine geçemedi.

2019 1 Mayıs’ından Adalet Yürüyüşü’ne

Düne kadar allem edip kallem ederek 1 Mayıs’ta bir mitingin önünü kesmek isteyen CHP bugün Hayır blokuna zeval gelmesin diye miting olarak kutlanan bir 1 Mayıs’a mecbur kalmıştır. Bu mecburiyet Erdoğan’a karşı öfkesini göstermek için bir platform arayan emekçilerin miting alanına akmasına, bir önceki seneyle kıyaslanamayacak bir kalabalık ve coşkuda bir 1 Mayıs’ın kutlanmasına yol açmıştır. Tasfiyecilerin “kitleler mitinglere gelmiyor” yalanı boşa çıktığı gibi, emekçilerin ancak pankartsız, slogansız eylemlere itibar edeceği safsatası da çürütülmüştür. Ajitasyon ve propaganda özgürlüğünün bir eyleme katılımı düşürmeyip arttırdığı, yeri zamanı öncesinden duyurulmuş hükümet karşıtı bir mitinge on binlerce emekçinin katılacağı ortaya çıkmıştır.

1 Mayıs’ta görüldüğü üzere Erdoğan’ın ayakta kalmak üzere dozunu arttırdığı saldırılar halkta bir yılgınlık ve teslimiyet yaratmamakta bilakis kitlelerin seferberliğini tetiklemektedir. Bu durum Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından bir kez daha görüldüğü gibi kontrollü bir muhalefet yapmak isteyen CHP ve müttefiklerinin işini güçleştirmektedir. Sol içinde muhtelif kanallardan pompalanan yaygın görüşe göre Berberoğlu’nun tutuklanması Kılıçdaroğlu’nu endişelendirmiş, bıçağın kemiğe dayandığını, sıranın yakında kendisine geleceğini düşündürtmüştür. Kılıçdaroğlu’nun endişesi onun hükümete karşı bir yürüyüş başlatmasına yol açmıştır.

Güvenpark’tan Maltepe’ye uzanan bu yürüyüşün Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimini endişlendirdiği doğrudur. Ancak bu endişenin nedeni CHP’nin hükümetin gadrine uğrayacağı korkusu değil ataletleri ve uzlaşmacı siyaseti nedeniyle kendi seçmenlerini denetleyememe endişesidir.

Ankara’dan İstanbul’a yürümek emperyalist merkezlerde ama özellikle de Amerika’da yaygın olan farkındalık yaratma/kamuoyunu duyarlı hale getirme eylemlerinin tipik bir örneğidir. Ancak Türkiye’de dozu gittikçe artan devlet saldırganlığı farkındalık yaratılması gereken bir konu değildir. Aksine yapılmak istenen kitlelerin fazlasıyla haberdar oldukları bu durum karşısında onların dikkatlerin başka bir noktaya –adaletsizliğe uğrayanların sesi bir genel başkana ve onun günlük yürüyüş rotasına- çevrilmesidir. İstanbul’a yürüyüş eylemi tastamam buna yaramaktadır.

Kılıçdaroğlu bu eylemle birlikte bir taşla en az üç kuş vurmak istiyor. Her şeyden önce öfkeli bir kabarmanın önünü “mücadele ediyormuş” görüntüsü vererek kesmek, böylelikle büyük şehirlerde tutuklamalara karşı toplu gösterilerin olmasını engellemek amacında. İkincisi, kendisine karşı yürütülen parti içi muhalefeti bitirmeye niyetlidir. Üçüncüsü solun geniş kesimlerini kendisini desteklemeye alıştırmak, böylelikle 2019 Başkanlık kampanyasına şimdiden başlamak arzusundadır. Bu amaçlarına da şimdilik ulaşmış gözükmektedir. Deniz Baykal’ın sesi kesilmiş; Erdoğan gündem belirleme kapasitesini yitirerek ikinci plana düşmüş, yürüyüş boyunca 7 Haziran’dan sonra ikinci kez tepkisel savunmacı bir hatta çekilmiştir.

Ancak en önemlisi Kılıçdaroğlu’nun üçüncü kazanımıdır. HDP bir yandan yürüyüşü desteklemekte ama diğer yandan da sudan bahanelerle yürüyüşe ve büyük şehirlerdeki nöbetlere kitlesel katılım göstermekten kaçınmaktadır. Aynı şekilde sembolik olarak destek verdiği yürüyüşe bir alternatif örgütlemekten de uzak durmaktadır. Böylelikle HDP’nin kitlesi pasifleştirilirken CHP, AKP’ye karşı tek muhalefet odağı haline gelmekte, solun geri kalan kesimlerinin CHP’nin peşine takılmasının yolu döşenmektedir. Başını Birleşik Haziran Hareketi’nin çektiği odak açısından, böyle bir konjonktür gökte aranırken yerde bulunan bir fırsattır. Bu kesimler de “CHP’nin tabanı bildiğiniz gibi değil”, “Bu eylemlerin sonunda yeni bir Gezi doğabilir” hayalini yayarak bu eylemlere verdikleri siyasi desteği gerekçelendirmektedir.

Bununla birlikte daha önceden belirttiğimiz üzere derinleşen rejim krizinin yarattığı dinamikler bu eylemlerin tümüyle CHP’nin istediği gibi ve onun kontrolünde gerçekleşmesini zorlaştırıyor. Kılıçdaroğlu yolun yarısına yaklaşmışken kalabalık on binleri bulmuş, hükümetin provokatif girişimleri ters tepmiştir. Yürüyüşün Kocaeli’nden itibaren CHP seçmenin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yeni bir aşamaya geçmesi, Maltepe’de CHP’nin büyük bir miting düzenlemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Dahası böyle bir mitingden sonra CHP’nin söyledik ve günahlarımızdan kurtulduk demesi de güçleşecek, güçlü bir miting daha sert bir muhalefete yönelik yeni beklentiler ve arayışlar yaratacaktır. Bu nedenle Birleşik Haziran Hareketi’nin yaptığı gibi bu eylemlerde CHP desteklenerek bir Gezi yaratılamaz. Tersine CHP’nin planları boşa çıkarılarak kitlesel eylemlerin önü açılabilir.

Paylaş