13 Haziran 1969; Unutulan Gün veya İşçi Sınıfının Yönetimden Gelen Gücü: ALPAGUT

0

[Aşağıdaki yazı KöZ gazetesinin 2003 Haziran sayısından alınmıştır.]

15-16 Haziran 1970 ayaklanmasına öngelen dönemde Kavel’den Sungurlar’a, Demirdöküm’den Berec’e kadar şiir ve romanlara konu olan direniş, grev ve eylem bolluğundan mıdır nedir, arada kaynayıp gitmiştir Alpagut. Diğer grev, eylem ve direnişler sınıf kavgasında çok öğretici olsalar da, Alpagut grevi bu topraklar üzerinde örneğine az rastlanır bir girişimi temsil eder. Bir hak arama mücadelesinin, işçi iktidarına sıçrama biçimi olarak, yani işçi sınıfının üretimden gelen gücünü belleyenlerin, bir de yönetimden gelen gücü olduğunu gördükleri ve sınıfın bunu gösterdiği bir deneyim olarak tarihte yerini almıştır Alpagut. Anket yapmadan genç kuşak devrimcilerin ve işçilerin Alpagut’u bilmediklerini bilmek zor değil. Geçmiş dönem deneyimlerini aktarmadıkları gibi, “solu belleksiz bıraktılar” diyerek eski kuşak devrimcileri kusurlu saymak, bu konuda işin kolayına kaçmak olur. Ne kadar bildikleri bir yana Alpagut’u bugüne taşımayan devimcilerin kusuru üzerinde durmak gerekiyor. Öyle ki bu kusur “beşer şaşar” kabilinden bir unutkanlık değildir. Bu unutkanlığın solun siyaset yapma tarzıyla ilişkili nedenleri vardır. Ama ondan önce soralım:

“Alpagut Olayı” Nedir?

Alpagut Çorum’un Dodurga ilçesine bağlı bir köy. Bu isimle anılan devlete ait kömür işletmesinde iki yüzü aşkın işçi çalışmaktadır. İki ayı aşkın bir süredir işçilerin ödenmemiş ücretleri her seferinde “işletme zarar ediyor” gerekçesiyle geciktirilir. “Olacak gibi değil” ama işçiler son çare maden ocağının yönetimini ele geçirmekte bulurlar. 35 gün süren üretim ve yönetim deneyimi (13 Haziran-17 Temmuz 1969) jandarmanın müdahalesiyle son bulur. 28 Ağustos’ta toplusözleşme yapılır. “Hepsi bu kadarsa ve iki saatlik tiyatro oyununa konu oluyorsa Alpagut edebiyatı yapılıyor” denebilir. Hakikaten böyle denilecekse ve diyenler olursa, bunlara karşı “Alpagut edebiyatı” yerine Çorumlu köylülerin (işçilerin değil) tarihle imtihanı demek daha doğru olur.

Yapanları Tarafından Ne Olduğu Bilinmeyen Alpagut

Doğrusu Alpagut’ta çalışanlar, ödenmeyen ücretlerin peşindeydi. Yönetime el koyduklarında tek düşünceleri birikmiş ücretlerini almaktı. Ne “şunlara işçi yönetiminin ne olduğunu gösterelim” diye ne de “işçi yönetiminin denenmesi” fikriyle harekete geçmişlerdi. Yaptıklarının sınıf siyaseti açısından ne manaya geldiğini bilmeden Alpagut deneyimi “kendisi için sınıf” merhalesine sıçramanın bir ifadesidir. Başka bir deyişle yeni tipte bir grev deneyimidir bu. Klasik iş bırakmaya dayanan grevler yerine, işi çabuklaştırma ve verimi arttırma mantığı üzerine kuruludur. Doğrusu bu tarz eylem de bilinerek tasarlanmamıştır, işçilerin devrimci yaratıcılığının potansiyeli olarak neler yapabileceğinin göstergesi olarak işçiler Alpagut’ta yönetime el koyarak hem öz-yönetim deneyimini yaşadılar, hem verimliliğe dayalı bir grev deneyimini hayata geçirdiler, hem mülkiyeti sorguladılar, en önemlisi devrimcilere bu topraklar üzerinde siyasal perspektiflerini gözden geçirmelerine fırsat tanıdılar.

Yapılanların Ne Olduğunu Bilen Devlet

Kuşkusuz burjuvazi, uzun zamandan beri süregelen grev ve direnişlerin ardından Alpagut’un ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Birçok grev ve direnişte “iktidar kim” sorusuyla sarsılan egemenler, bu kez “üreten biziz, yöneten de biziz” durumuyla karşılaştılar. Alpagut işçileri, maden ocağında “devleti” temsil eden ne varsa ilga ettiler. Müdürler, şefler, ocağa inip çalışmayı reddedince azledildiler. Hiyerarşi ve işbölümü yerini basit, herkesin yapabileceği işlere bıraktı. Zorunlu çalışma, isteyerek çalışmaya yerini bıraktı. Böylece verimlilik arttı, gereksiz kırtasiye ve bürokrasi, üretilen kömürün dolaysız tüketiciye ulaştırılması, dağıtımın belli normlara ve kurallara göre yapılması, ve diğer tedbirleri işçi demokrasisinin doğrudan sonuçlarıydı. Devrimcilerin kitaplardan öğrendiklerini Alpagut işçileri, deneyimleriyle öğretiyordu. Ama bütün bunlar, çoktandır dünyada dolaşan komünizm hayaletinin Türkiye’deki sureti olduğunu anlayan devleti önce harekete geçirdi. TİP’in parlamentosunun İçişleri bakanının talimatı ve MDD’cilerin “zinde gücü” askerin emriyle Alpagut “işçi yönetimi” yıkıldı.

Alpagut’tan Ders Çıkarılmadı

Devletin “işçi sınıfına örnek olur” korkusu ve can havliyle varlığına son verdiği Alpagut işçilerinin öz-yönetim deneyimi, devrimcileri ve diğer kesim solu (reformist, parlamentarist vs.) pek ırgalamadı. Geçmişten bugüne dek Alpagut’un zamanında kavranamaması ve bugün unutulmasının altında bu “ırgalamama” duruşu yatar. Solun farklı akımları farklı havalarda idi. Herkesin kendi türküsünü söylediği bir ahvalde, repertuarlarında işçilerin güfte ve bestelerine yer yoktu. Doğrusu bunun anlamı, bugün eski kuşak denilen, dünün ilk kuşak solcuların (68 ve öncülleri) herhangi bağışlanabilir kusurundan değil siyaseti algılama ve anlayabilme (strateji ve taktiklerine) tarzıyla ilgili olduğunu söylemiştik. Söylediğimiz bu tarzı siyaset kısmi değişikliklerle birlikte strateji ve taktik bağlamında bugünde devam ediyor. Bir tarafta MDD’ciler (ve türevleri) diğer tarafta sosyalist devrimciler. Her iki kesimin aynı helvayı ayrı malzemelerle (somut durumun somut tahlili) yapmaya kalkışması yenilmezi türden bir bulamaç üretmiştir. Ne Alpagut işçisinin yaptığına benzemekte ne de proleter devrimcilerin tarifine uymaktadır. Alpagut işçilerinin öğrettiklerini unutanların, unutturmak isteyenlerin ve hatta görmezlikten gelenlerin mücadeleye bakışı etkili olduğu kadar, bununla bağlantılı olarak ve bundan beslenen solun başka bir çizgisiyle de ilişkisi vardır.

Sol Tarihe Kendi Ayak İzinden Bakıyor

Bir kez sol Türkiye’de lekeli doğduktan sonra, gerekli müdahale yapılmadıkça yeni neslin lekeli olmaması beklenemez. Çünkü, başka topraklarda olduğu gibi, bu topraklar üzerinde de sol ancak ayak izlerinin olduğu tarihsel kesit ve süreçleri önemser. Aslında bir bakıma doğal ve anlaşılabilir bir şeydir bu. Tamamıyla dışında olduğunuz veya müdahalede bulunmadığınız olgular pek cazip gelmez. Sizi içine alan veya katıldığınız olguların takipçisi olursunuz. Bu bakış açısının verdiği nesnel “haklılık” solun kendi renginin ve gölgesinin düşmediği tarihsel olayları kendi dışında algılamasına yol açar. Muhtelif ölüm yıldönümlerinin ve içinde solun az veya çok yer aldığı kitlesel kalkışmaların anılması dışındaki eylemleri unutmanın nedeni budur. Alpagut ve benzeri işçi sınıfının dolaysız girişimleri “kendiliğindencilik” veya “uvriyerizm” eleştirisi altında silikleşmesinin başka bir boyutu da solun, sınıf siyasetinde parti-sınıf ikiliğinde diyalektik olmayan bir üslupla, sınıfın devrimci yaptırımlarının önemsenmesi ve vurguyla öne çıkarılması yatar. Kaldı ki bu olgu da, sade bu topraklara özgü değildir. Çok daha evrenseldir ve kökleri eskilere dayanmaktadır. Kendiliğindencilik, bir devrimci partinin müdahalesi olmadan sınıfın veya kitlelerin gücüne ve yaratıcılığına dayanan eylem biçimlerine kapılmaya dayanır. Bir devrimci partinin müdahalesi ve öncülüğü yok diye o eylemin devrimci muhtevasından bir şey eksilmez. Burada devrimci partinin önemi ve işlevi kendiliğinden olan ve gelişen olayı, bir plan dahilinde sınıfsal devrimci özünü boşaltmadan, sürekli ve büyüterek gelişme istikameti vermekle görevli olmasıdır. Bir başına, bir parti kitle eylemlerinden daha devrimci yani, yıkıcı ve kurucu olamaz. Sınıf mücadelesinde, geçmişten beri devrimcilere sinen sınıf-parti ilişkisinde sınıfın özgür faaliyetiyle ortaya koyduğu devrimci çizginin üzerinden, ancak devrimcilerin yaptıklarının devrimci olduğu iddiasıyla atlamak, “halka rağmen halk için” formülündeki burjuva içeriğin, devrimciler tarafından ödünç alınmasına vesile oldu. Bu anlayışın temelinde, devrimciliği kendinden ibaret, siyaseti de kendi tarihlerinden başlatanların zihniyeti yatar. Burada devrimcilik nesnel dünyadan kopartılıp oyuna, öznesi olan sınıf da oyuncağa çevrilmiştir.

Proleter İzden Bakmak

Devrimci sınıf siyasetinde, telafisi olacak durumlar yoktur. Tren bir kere kaçtı mı kaçar. Aynı alışkanlıklarla aynı hatalar tekrarlanır. Her seferinde burjuva trenlere binmekte gecikmezsiniz. Doğrusu burjuva devlet bundan gocunmaz. O nedenle kapitalist devlet bir Alpagut’la karşılaşmak yerine onu unutanlarla, güçleri ne olursa olsun, kapışmaktan imtina etmez. İçinde devrimcilerin etkileri ne olursa olsun, 15-16 Haziran, Gazi ayaklanması gibi işçi sınıfının kendini ifade ettiği devrimci sınıf duruşları her zaman burjuvazinin yüreğine bir korku salmıştır.

Paylaş