12 Eylül Rejimi ve Yaşadığı Siyasi Kriz

0

Bu yazı Ağustos 2014 tarihli KöZ Gazetesinin 37. sayısında yayımlanmıştır.

KöZ bürosunda düzenli olarak yapılan KöZ söyleşilerine 1 Haziran tarihinde “12 Eylül Rejimi ve Yaşadığı Siyasi Kriz” konulu söyleşiyle devam edildi. Saat 19:00’da başlayan söyleşi 21:00’de sona erdi. Söyleşiye 30 kişiye yakın bir katılım oldu. Söyleşinin sunumunu yapan yoldaş şunları anlattı:
“12 Eylül Rejimi derken bu rejim dediğimiz şeyden kastımız nedir; 12 Eylül Rejiminin yıkılmasıyla T.C. Devletinin yıkılması aynı şey midir? Bu sorulara yanıt verdikten sonra, 12 Eylül Rejiminin nasıl bir kriz içinde debelendiği ve emekçilerin ezilenlerin çıkarları doğrultusunda bu rejimden kurtulmanın devrimci çözümüne ilişkin soruları yanıtlamak gerekiyor.

REJİMLE DEVLET ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Bugün tüm dünyada kapitalist burjuva devletleri hakim. Ancak çok çeşitli iktidar etme biçimleri mevcut. Örneğin ABD Başkanlık sistemi ile, Fransa yarı başkanlık sistemiyle, İngiltere krallıkla yönetilir. Avrupa’nın bir çok ülkesinde de hala krallık rejimi hakimdir. Tüm bu devletlerin -özünde burjuva kapitalist olmalarına rağmen- farklı farklı iktidar etme biçimlerine ve işleyişlere sahip olduğunu görüyoruz.

Lenin Çarlık Rusya’sında Anayasa Sorununu irdelerken iki şeye parmak basar. Bir anayasanın nasıl yapıldığını belirleyen şey hakim sınıflarla prolatarya ve ezilenler arasındaki ilişki ile hakim sınıfların kendi arasındaki ilişki ve mücadeledir, yani güç dengesidir; der. Bu açıdan rejim dediğimiz zaman aklımıza ilk gelen o ülkenin anayasası olmalıdır. Rejim değişikliği egemen güçlerin el değiştirmesiyle o rejim yerine (devlet aygıtı yıkılmadan) başka bir iktidar etme biçiminin geçirilmesidir. Oysa devrim, eski devlet aygıtını paramparça edip, yeni bir devlet aygıtını getirmektir.

12 EYLÜL REJİMİNİN YAŞADIĞI KRİZ
Şimdi 12 Eylül Rejiminin krizinin nasıl ortaya çıktığını ve giderek nasıl şiddetlendiğini anlamaya çalışalım. 12 Eylül Rejiminin getirdiği anayasa ve rejim değişikliğinin o güne kadar gerçekleşen tüm rejim/anayasa değişikliklerinden daha şiddetli olduğunu görürüz. Bunun nedeni burjuvaziye karşı emekçilerle ezilenlerin mücadelesinin çok şiddetli bir hale gelmiş olmasıdır. Sol hareketi, işçi hareketini ve Kürtlerin mücadelesini ezmek için yeni bir rejim değişikliğine ihtiyaç duyulmuştur.

12 Eylül Rejimi Türkiye sol ve devrimci hareketiyle işçi sınıfına önemli darbeler indirmiş olsa da Kürtlerin mücadelesini ezememiştir. Ezmek bir yana 12 Eylül’den sonra geçen birkaç on yıl içinde Kürt halkının verdiği mücadele 12 Eylül Rejimi’nin kendileri için getirdiği önlemleri ve yasaları işe yaramaz hale getirmiştir. Örneğin %10 seçim barajı güya istikrarı sağlama görüntüsünün ardında Kürtlerin parlemantoya girmelerini engellemek için konmuş bir yasaktı; bağımsız adaylarla delindi. Demek ki 12 Eylül Rejiminin krizini derinleştiren en önemli neden Kürtlerin mücadelesinin geldiği boyuttur; yani ulusal bir sorunun varlığıdır.

12 Eylül Rejiminin krizini derinleştiren diğer önemli etmenler ise şunlardır:
Türkiye Ortadoğu gibi emperyalist paylaşım savaşlarının yoğun olarak yaşandığı bir coğrafyada bulunmaktadır. 12 Eylül 1980’den bu yana 34 yıl geçmiştir. Özellikle 90’larda Doğu Bloku ve SSCB’nin yıkılmasının ardından, emperyalist paylaşım savaşının biçimlerinde de değişiklik olmuştur. ABD Türkiye’yi bir nevi Truva atı vazifesi görmek üzere Avrupa Birliğine girmesi için ittirirken; diğer yandan Amerikancı 28 Şubat Darbesi’nin ürünü olan AKP eliyle, 2000’lerden sonra Ergenekon, Balyoz vb. davalarda yapılan operasyonlarla ordunun etkisini kırmaya yönelik hamleler yapmıştır. ABD, AKP’nin -PKK’nin etkisini ciddi biçimde kırmasının ardından- Kürtlere verilen bir takım haklarla Kürt sorununun çözülmesini istemiş; fakat AKP bu sorunu çözmeye mezun olmadığını ve olamayacağını göstermiştir. İşte tüm bunlar 12 Eylül Rejiminin krizini derinleştirmektedir. Aslında 12 Eylül Anayasası 27 Mayıs Anayasası’nın eksik bıraktığı kimi şeyleri tamamlamaya çalışan bir takım düzenlemeler getirirken, diğer yandan 27 Mayıs Anayasası’nın getirdiği bir takım özgürlükleri hakları budayan bir rol oynamıştır.

12 Eylül Anayasası’nın 27 Mayıs Anayasası’na dair bu ikili rolünü şöyle görmek gerek: 27 Mayıs Darbesi sonucu oluşan anayasa işçi sınıfı ile ilgili kağıt özerinde bir takım haklar getirirken esas olarak parlamentonun siyaset kurumunun denetlenmesi için Anayasa Mahkemesi gibi, üniversiteler, TRT gibi kimi kurumların özerk olmasını sağlamıştı. 12 Eylül Anayasası bir taraftan 27 Mayısın işçi hakları ve özgürlükler alanında 1961 Anayasası’nın getirmiş olduğu hakları budarken, bir taraftan da 61 Anayasası’na kıyasla siyaset kurumunun denetlenmesi işini daha da merkezileştiren kanunlar getirmiştir. % 10 seçim barajı, partiler kanunu ile ‘lider sultası’ denen bir yapı, tüm bunların üzerinde Başbakan ve Cumhurbaşkanının yetkilerini güçlendiren düzenlemeler getirmiştir.

12 EYLÜL REJİM KRİZİNİN DEVRİMCİ   ÇÖZÜMÜ NEDİR?
AKP’nin ve Erdoğan’ın atacağı her adım kısa vadede bu krizi ötelemiş olsa da, esasında bu krizin daha da derinleşmesine yol açmaktan başka bir şeye yaramıyor, yaramaz. AKP’nin hem Kürtlerin bir takım taleplerini yerine getirip onları memnun etme, hem de Orta Anadolu gibi yerlerde yaşayan Türkleri aynı anda memnun etme gibi sihirli bir formülü yoktur. Dolayısıyla AKP ve Erdoğansız da düşünsek her türlü burjuva iktidarın uygulayacağı politikalar bu rejimin krizin belki kısa bir dönem çözüyor gibi görünse de aslında daha da içinden çıkılmaz bir biçimde krizi derinleştirmekten başka bir şey yapamaz.

12 Eylül Rejiminin yaşadığı krizi emekçilerin ve ezilenlerin lehine devrimci çözümü ve 12 Eylül Rejimini çöpe atmak ancak “Demokratik Anayasa İçin Kurucu Meclis Kurucu Meclis İçin Yasaksız Barajsız Demokratik Seçimler” gibi bir şiarın bütün demokrasi ve devrim güçlerinin ete kemiğe büründürerek arkasında durduğu koşullarda mümkündür. Bu yönde emekçilerin ezilenlerin mücadelesi yükseldiği zaman, sovyet tipi iktidar organlarının ortaya çıkmaması işten bile değildir. Bir yıldır yaşanan gelişmelerde bunu görebiliriz.

Gezi Ayaklanması’ndan sonra forumlar ortaya çıktı. Bu forumlarda Gezi’de yer alan kesimler bir araya gelerek birçok gündem konuştu, kimi mekanizmalar oluşturmaya çalıştı. Yarın kitle mücadelesinin çok daha yükseldiği ve hemen kısa zamanda sönümlenmediği durumda bu forumları kat be kat aşan Sovyetler ortaya çıkacaktır.

Tabi ki bu mücadeleyi başarıya ulaştırmak için devrimci komünist bir parti şarttır. Biz de KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak böyle bir partinin yaratılması için mücadele ediyoruz.”

Yoldaş sunumunu bu sözlerle bitirdi. Verilen kısa aranın ardından konuyla ilgili sorular soruldu ve sunumu yapan yoldaş bu soruları yanıtladı.

Sorulan sorular şunlardı:
• Erdoğan’ın BDP ile anlaşarak cumhurbaşkanı olması ve ardından gelen genel seçimlerde
yine BDP ile anlaşarak Anayasayı değiştirmesi, Başkanlık sistemini getirmesi ve bunun karşılığında Kürtlere yerel yönetimler, eyalet sistemine geçmek gibi bir takım haklar vererek bu krizi çözmesi mümkün değil mi?
• Bizim kurucu meclis çağrımız sadece emekçilere ezilenlere yönelik mi bir çağrıdır? Yoksa
madem 12 Eylül Anayasası’ndan herkes rahatsız, bu çağrılar rahatsız diğer tüm kesimleri de kapsar mı?
• 27 Mayıs 1961 Anayasası’nın % 60 evet oy alırken, 12 Eylül Darbe Anayasası’nın % 92 evet alması bir çelişki değil midir?
• AKP’nin zayıflaması rejim krizini zayıflatmaz mı?
• Var olan anayasanın değiştirilerek yeni bir anayasayı savunmakla, yani kurucu meclis talebiyle bir devrim mi bekliyoruz?
• Çözüm/müzakere süreciyle Kürtlerin mücadelesinin bir uyuklama dönemine girmesi bu
krizi ne yönde etkiler?
• CHP AKP’ye karşı neden kendi kitlesini sokağa çıkarmıyor? KöZ’ün kurucu meclis şiarıyla komünistlerin birliği yönünde nasıl bir ilişki vardır?

Soruların ardından ikinci tur konuşması başladı:
“‘Erdoğan’ın BDP ile anlaşarak cumhurbaşkanı olması ve ardından gelen genel seçimlerde yine BDP ile anlaşarak Anayasayı değiştirmesi, Başkanlık sistemini getirmesi ve bunun karşılığında Kürtlere yerel yönetimler, eyalet sistemine geçmek gibi bir takım haklar vererek bu krizi çözmesi’ teorik olarak mümkün ama pratikte gerçekleşmesi zor. Çünkü AKP/Erdoğan Kürtleri de memnun edecek bir takım adımlar atmaya başladığında, AKP ve seçmen kitlesi içinde buna kararlı bir biçimde karşı duran milliyetçi kesimler olacaktır. Ama diyelim ki böyle bir şey gerçekleşirse, oturur söylediklerimizi ve yeni durumu gözden geçiririz.

Kurucu Meclis çağrısı ilk İngiltere’de Krala karşı burjuvazinin dillendirdiği bir talep oldu.
Biz, madem bu 12 Eylül Rejiminden rahatsız olduğunuzu ve yeni bir anayasanın gerekli olduğunu söylüyorsunuz; o zaman gelin yasaksız, barajsız, demokratik bir ortamda yeni bir anayasa nasıl yapılır bunun için bir kurucu meclis oluşturalım, deriz.

Biliyoruz ki bu şiarlar etrafında kendi çıkarları doğrultusunda bir araya gelen emekçiler, ezilenler ve Kürtler yeni bir anayasayı tartışacakları araçlar ve organlar yaratırlarsa; yani en basitinden herkesin özgürce sözünü söyleyeceği ve karar sürecine katılacağı halk toplantıları ve bunu kat be kat aşan Sovyetlerde bu sorunun tartışılması sağlanırsa; işte o zaman görülür ki güya yeni anayasa isteyen kimi burjuva kesimlerin yeni anayasayı tartışacakları araçlarla organlar emekçi ve ezilenlerinkine benzemeyecektir. Böylelikle burjuva kesimlerin maskesi düşecektir.

AKP’nin zayıflaması krizi hafifletmez. AKP zaten git gide zayıflamaktadır; ama görüldüğü gibi rejim krizi çözülmek yerine git gide daha da derinleşmektedir. Aynı zamanda AKP zayıfladıkça daha da gericileşerek saldırılarını artırmaktadır. Bu 12 Eylül rejim krizini çözebilir mi; Kürt sorununu çözebilir mi? Elbette çözemez.

Teorik olarak yeni bir demokratik bir anayasa için kurucu meclisin, düzeni yıkmadan sadece rejim değişikliği ile olması mümkün mü? Teorik olarak mümkün. Ama pratik olarak mümkün değildir. Çünkü emekçilerin ve ezilenlerin ciddi olarak arkasında durduğu böyle bir talebin ortaya çıktığı durumda, emekçilerin ve ezilenlerin nasıl bir anayasa yapılacağı ve bu anayasanın nasıl yapılacağı düzen güçlerinin yöntemlerinden tamamen farklı olacaktır.

Bir kere müzakere süreci denilen süreçte Kürtlerin mücadelesinin uyuklama dönemine girdiğini söyleyemeyiz. Silahlı çatışmaların durması Kürtlerin mücadelesinin uykuya daldığı anlamına gelmez. Kürtler kendi talepleri doğrultusunda kitlesel eylemlerden geri durmuyor. BDP Kürtlerin kısmi talepleri için mücadele ediyor. Bizim BDP’ye yaptığımız eleştiri BDP’nin AKP’ye karşı bir bütün olarak muhalefet odağı olmaktan kaçınmasıdır. Diğer yandan Kürt sorununun bir türlü çözülmeyerek ‘uyuklama’ya girmesi şimdilik AKP’yi rahatlatmış olsa da, bu sorun çözüme kavuşturulmadığı müddetçe krizi çok daha derinleştirecek bir potansiyel taşıdığı ortadadır.

CHP bir burjuva partisi olduğu için AKP’ye karşı olduğunu ne kadar söylerse söylesin kitlesini sokağa dökerek AKP karşıtlığı yapmaz. Çünkü kitlelerin sokağa çıkarak politikleşmesi sadece AKP’nin değil; kendisinin de altını oyan gelişmelere yol açtığı için, CHP sokakta eylemli bir biçimde AKP’ye karşı kitlesel eylemlerden kaçınır. Bu sadece CHP’ye has bir şey de değildir. Bütün düzen partileri kitlelerinin sokakta politikleşmesini, sorunların kitlelerin eylemiyle çözülmesini istemez. Hele de Türkiye gibi kitle eylemlerini istismar edebilecek güçlü bir sol geleneğin ve iyi kötü bir sol hareketin olduğu bir yerde hiçbir düzen partisi buna tevessül etmez.

KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak bizim bu şiarı tek başımıza emekçilere ezilenlere mal etmemiz mümkün değil; hiç bir siyaset de tek başına bu işi yapamaz. Biz sol harekete sadece AKP’den değil bütün düzen güçlerinden kurtulmamız için hitap ediyoruz. 12 Eylül Rejimini çöpe atmak için tutulacak halkanın ‘hükümet istifa’ değil, tüm emekçilerin ezilenlerin ve solun bir araya gelip, ‘demokratik bir anayasa için kurucu meclis’ şiarı için mücadele etmesiyle olur. Aksi durumda sol harekete ‘12 Eylül Rejimini çöpe atacak politik çözüm önerini sormak gerekir. Komünistlerin birliğini sağlama yolundaki mücadelemizin bir parçası olduğu için bu perspektif önemlidir.”

Soruların yoldaş tarafından yanıtlanmasının ardından, bir sonraki söyleşide buluşmak üzere söyleşi sona erdi.

Paylaş