Troçkizm Dosyası 5: Troçki’yi 20 Ağustos 1940’ta Öldüren Ramon Mercader Bir Katil miydi?

0

Ramon Mercader 20 Ağustos 1940 günü Troçki’nin korunduğu Meksika Coyoacan’daki malikaneye tek başına girip, onu öldürdükten sonra, Troçki’nin korumaları tarafından teslim edildiği polis merkezinde verdiği ifadede şunları söyledi:

Yağmurluğumu cebindeki buz baltasını rahatça alabileceğim şekilde masanın üzerine bıraktım. Karşıma çıkan mükemmel fırsatı kaçırmamaya karar vermiştim. Troçki kendisine verdiğim makaleyi okumaya başladığında beklediğim fırsat doğdu. Buz baltasını yağmurluğun cebinden aldım, sıkıca kavradım, gözlerimi yumup kafasına muazzam bir darbe indirdim. Troçki hiç unutamayacağım bir çığlık attı. Bitip tükenmeyen uzun bir ‘aaaa’ idi bu çığlık; hala beynimde yankılanıyor. Troçki ani bir sıçrayışla ayağa kalktı, üzerime atlayıp elimi ısırdı. Bakın dişlerinin izi hala belli oluyor. Onu üzerimden ittim; yere düştü. Sonra ayağa kalkıp sendeleye sendeleye odadan çıktı.” (Harper Collins Publishers yayınlarında ingilizcesi yayınlanan ‘Ebedi Devrimci Troçki’ başlıklı biyografisinin 466. sayfasında aktaran Dimitri Volkogonov)

Bu darbenin ardından ameliyata alınan Troçki bir gün kadar komada kaldıktan sonra hayata veda etti. Troçki’nin korumaları tarafından Meksika polisine teslim edilen Ramon Mercader de yargılandıktan sonra ölüm cezasının olmadığı Meksika’da müebbet hapse mahkum edildi.

Mercader, SSCB’nin gizli polis teşkilatının da bağlı olduğu NKVD’nin (İç İşleri Halk Komiserliği) o zamanki en önemli elemanlarından olan Naum Eitington’un emrinde çalışıyordu. Beş yılı tek kişilik hücrede olmak üzere, 20 yıl hapis yattıktan sonra salıverildi. Yakınlarının aktardıklarına göre yaptığı işin doğruluğundan ve gerekliliğinden hiç bir zaman kuşkuya düşmemişti. Üstelik sorgusu ve uzun mahkumiyet yılları boyunca sorumluluğu hep kendi üzerine almış ve bağlı olduğu örgüt yahut birlikte çalıştığı kimseler hakkında herhangi bir bilgi vermeye hiçbir zaman razı olmamıştı.

Gorbaçov döneminde Glasnost uygulaması çerçevesinde o güne kadar gün ışığına çıkmamış olan arşiv belgelerinden alabildiğine yararlanarak Troçki, Stalin ve Lenin hakkında geniş kapsamlı biyografiler yayınlayan ve kendisi de eski bir gizli servis (KGB) elemanı olan Dimitri Volkogonov’un ve başkalarının aktardıkları, Mercader’in NKVD (SSCB İçişleri Halk Komiserliği) için çalıştığı konusunda tereddüt bırakmıyor. Bu olgular oldukça aşikar olduğu halde, resmi ifadelerinde bundan söz etmemesinin de yaptığı eylemin açıkça SSCB’ye mal edilmemesi yönünde bir tutumun ifadesi ve bir militan tavrı olduğu besbelli. Kaldı ki, annesinin serüveni de bu saptamayı doğrulayan bir seyir izlemiştir.

Ramon Mercader’in annesi Eustacia Maria Caridad del Rio iç savaş yıllarında İspanyol Komünist Partisi’ne katılmıştı; sonra ölene kadar bu partinin militanı olduğu gibi, pek çok başka komünist parti üyesi gibi, NKVD için de çalıştığı biliniyor. Caridad, oğlu ve yoldaşı Ramon henüz Meksika’da hapiste iken, Troçki’nin öldürülmesinde oynadığı rolden ötürü, Stalin’in elinden Lenin nişanı ile ödüllendirilmişti. Öte yandan, Troçki’nin öldürülmesine varan planların uygulanmasında önemli bir rol üstlendiği kuşkusuz olan ünlü Meksikalı ressam Squieros da 27 yaşından itibaren ve ölene kadar Meksika Komünist Partisi üyesi idi. O da Mercader’den önce, 1940 Mayısında Troçki’ye başarısız bir suikast planında bizzat yönetici rolü üstlenmiş olması nedeniyle, Troçki’ye siyasi sığınma hakkı tanımış olan Meksika hükümeti tarafından ülkesinden sınırdışı edilmişti. Daha sonra Squieros da, 1966’da, SSCB Lenin Barış Ödülü’ne mazhar olmuştu.

Ramon Mercader’in kendisi de 1960’ta bir afla hapisten çıktıktan sonra, Havana’da Fidel Castro tarafından bir yoldaş olarak karşılanmıştı. Bir yıl sonra SSCB’ye vardığında, orada sivillere verilen en yüksek madalya olan Sovyetler Birliği Kahramanlık Madalyası ile ödüllendirilmişti. Bir süre SSCB’de yaşadıktan sonra, tekrar Küba’ya geçen Mercader, 1978 yılında Havana’da eceliyle öldükten sonra, Moskova’daki Kuntsevo mezarlığına defnedilirken, adı Lubyanka meydanındaki Gizli Servis müzesinin şeref listesine kazınmıştır. Asıl ilginç olan şudur ki, Mercader ‘destalinizasyon’ kampanyalarının olduğu ve Stalin dönemine ait kimi dosyaların açılıp, kimi ifşaatların ortaya saçıldığı Kruşçev döneminde, SSCB’de bir resmi görevli gibi karşılanıp, ağırlanmıştır. Demek ki Stalin zamanında yargılanan kimilerinin itibarlarının iade edildiği ve kimi kahramanların da itibarsızlaştırıldığı bu dönemde, Mercader itibarsızlaştırılanlar arasında değildir; keza öldürdüğü Troçki’nin itibarı da iade edilmiş değildir.

Mercader Brejnev döneminde de, SSCB ve ona yakın ülkelerde ve kurumlarda yaşamı boyunca aynı itibarı görmeye devam etmiştir. Ölümünden sonra dahi bu itibarını yitirmemiştir; adı hala Lubyanka’da kazılıdır büyük ihtimalle aynı servisin elemanlarından olan Vladimir Putin’inki de oraya eklenecektir. Bu durum, pek çok siyasi alt üst oluşa rağmen, Mercader’in SSCB ve aynı çizgideki devlet ve kuruluşlar nezdinde bir süreklilik içinde sahiplenildiğini göstermektedir. Bu tablo aynı zamanda onun misyonunun Stalin dönemiyle sınırlı olmadığına ve bu bakımdan Stalin dönemi ile sonrası arasında bir süreklilik olduğuna da delalet eder.

Troçki’nin öldürülmesi ve bunun yol ve yöntemleri hakkında ne düşünülürse düşünülsün, olayın bu tarafında yer alan başlıca figürlerin sıradan katiller gibi değerlendirilmesine mahal olmadığı besbellidir. Bu eylemin Soğuk Savaş döneminde örnekleri görülen gizli ajan/casus faaliyetlerine benzetilmesi de doğru değildir.

Öte yandan Troçki’nin öldürülmesi müstesna ve tekil bir durum değildir. Ailesinin neredeyse tüm fertleri şu ya da bu biçimde benzer bir akıbetle karşılaşmış, pek çok yoldaşının da başına gelen farklı olmamıştır. İkinci eşi Natalya Sedova eceliyle ölen ender aile fertlerindendir. Troçki’nin siyasetle hiç ilgisi olmamış olan ablası Liza eceliyle 1924’te ölmüştür. Kardeşiyle hemfikir olmadığını kamuoyuna ilan etmiş olmasına rağmen, yine siyaset içinde olmayan ağabeyi Alexander ise 1938’de kurşuna dizilmiştir. Gençliğinden itibaren bir Bolşevik ve aynı zamanda Lev Kamenev’in eşi olan kızkardeşi Olga, kocasının ardından 1941’de kurşuna dizilmiştir; onların oğullarından Yuri 1938’de, Alexander 1939’da kurşuna dizilmiştir; bir tek ortanca oğlu Vladimir sağ kalmış ve eceliyle ölmüştür. Troçki’nin ilk eşi ve aynı zamanda Troçki’yi RSDİP’e kazanmış olduğu gibi, hep Bolşeviklerin saflarında yer almış olan Sokolovskaya, devrimin ardından Nadejda Krupskaya ile birlikte eğitim alanında çalışırken tutuklanıp Kolyma toplama kampına götürülmüş ve en son orada canlı görüldükten sonra kaybolmuştur. Onun Troçki’den olan kızlarından biri, Nina 1928’de veremden ölmüş, diğeri Zinaide ise, 1935’te SSCB dışına çıkmasına izin verildikten sonra Avrupa’da iken intihar etmiştir. Onun oğlu olan ve halen Meksika’da sanatçı olarak yaşamını sürdüren Esteban Volkov ise hayatta kalan tek aile ferdidir. Natalya Sedova’dan olan iki oğlundan Sergey Sedov, bilim ile uğraşmak istediğinden ailesi ile birlikte sürgüne gitmeyi reddetmiş ve Rusya’da kalmayı tercih etmiştir; ama o da siyasetle ilişkisi olmadığı halde, 1937’de tutuklanarak hapiste öldürülmüştür. Troçkinin Sedova’dan olan ikinci oğlu ve Uluslararası Sol Muhalefet’in önde gelen yöneticilerinden olan Leon Sedov ise Paris’te bir ameliyat sırasında muhtemelen bir beyaz Rus olan cerrahın elinde şüpheli bir biçimde 1938’de ölmüştür.

Troçki’nin yakın aile fertleri gibi pek çok başka yoldaşı da yargılanıp mahkum edilerek veya yargılanmadan öldürülmüşlerdir. Troçki hakkındaki yargılar ne olursa olsun, bunun aile fertlerine kadar uzatılıp onun soyundan gelenlerin neredeyse hepsinin suçlu muamelesi görmesinin haklı gösterilecek bir tarafı olmadığı açıktır. Ne var ki, bu olayların adi cinayetler ve faillerinin sıradan katiller olduğunu düşünmek abestir. Bunların James Bond türü ajan hikayeleri ile veya Agatha Christie’ninkiler gibi polisiye roman konularıyla karıştırılması da yersizdir. Bu bakımdan açıktır ki, Troçki’nin öldürülmesini beyaz perdeye aktaran ünlü yönetmen Joseph Losey’in de kısmen yaptığı gibi bir polisiye olay çerçevesinde görmek doğru ve mümkün değildir. Olaya insan hakları ve hukuk kuralları çerçevesinde yaklaşıp bu çerçevede çözüm aramak da komünistlerin değil, liberallerin meşrebine uygundur.

Troçki herhangi bir devletin gizli servisi hesabına çalışan bir ajan olmadığı gibi, onun ölümünü organize edenler ve bizzat bu eylemin içinde yer alanlar da gizli servis memurları değildirler. Onlar uluslararası planda sürdürülen bir siyasi davanın militanlarıdır ve aynı davanın taraftarları tarafından da kahraman olarak kabul edilmiş ve benimsenmiştirler. Söz konusu olan devrim ve komünizm davasına bağlı olma iddiasını taşıyan militanların eylemlerdir. Onların bu eylemleri amaçları uğruna herhangi bir görev gibi üstlendikleri ödevler olarak görülüp yerine getirildiğinden şüphe olmamalıdır. Nitekim Ramon Mercader’in hayat hikayesi bu olaylar zincirinde yer almış olan kimselerin hangi saiklerle ve hangi çerçevede hareket ettiklerini anlamak için yeterince öğreticidir.

Ramon Mercader polise verdiği ifadede Troçki’yi öldürmesini onunla arasındaki bir kişisel sorun çerçevesinde izah etmeye özen göstermiştir. Ama ne kişisel bir sorun ne de kelimenin gerçek anlamıyla bir cinayet söz konusudur. Bu siyasal bir tutumun sonucudur. Bu tutum da Mercader gibi daha nicelerinin temel eğitiminin nasıl şekillendiği ile yakinen ilgilidir. Bunun için dünyanın pek çok yerinde ve uzun yıllar boyunca temel eğitim kitaplarından biri olarak başvurulan SBKP (B) Tarihi kitabına bir göz atmak yeterlidir. Orada ‘1937 duruşmalarının açığa çıkardığı gerçek’ şöyle tarif edilir:

1937’de Buharin-Troçki çetesinin canice suçlarıyla ilgili yeni gerçekler gün ışığına çıktı. Piatakov Radek ve ötekilerin mahkemesi, Tuhaçevski, Yakir ve ötekilerin mahkemesi ve nihayet Buharin, Rikov, Rozengolds, Krestinski ve ötekilerin mahkemesi, bütün bu mahkemeler, buharincilerle troçkistlerin çoktandır ‘sağcılar ve troçkistler bloku’ olarak bir halk düşmanları çetesi halinde birleşmiş olduklarını gösterdi.

Mahkemeler bu insan süprüntülerinin halk düşmanları Troçki, Zinovyev ve Kamenev’le birlikte, Ekim Sosyalist Devrimi’nin ilk günlerinden bu yana Lenin’e karşı, partiye karşı, Sovyet devletine karşı gizli faaliyetler yürütmüş olduklarını gösterdi. 1918’in başlarında, Brest-Litovsk barışı aleyhine girişilen gizli faaliyetler. Lenin’e karşı düzenlenen suikast ve 1918 ilkbaharında Lenin’in, Stalin’in ve Sverdlov’un tutuklanmaları ve öldürülmeleri için ‘sol’ sosyalist devrimcilerle yapılan gizli ittifak. 1918 yazında Lenin’i yaralayan hain kurşun. 1918 yazında ‘sol’ sosyalist devrimcilerin ayaklanması. Lenin’in liderliğini baltalamak ve yıkmak amacıyla, 1921’de parti içindeki anlaşmazlıkların kasıtlı olarak derinleştirilmesi. Lenin’in hastalığı sırasında ve ölümünden sonra parti liderliğini devirme girişimleri. Devlet sırlarının ifşa edilmesi ve yabancı casusluk örgütlerine bilgi verilmesi. Kirov’un alçakça öldürülmesi; yıkıcılık, saptırma faaliyetleri ve sabotajlar; Menjinski’nin, Kuybişev’in ve Gorki’nin alçakça öldürülmeleri. Bütün bunların, yirmi yıldan fazla bir zamandır yapılan benzeri hainliklerin, burjuva devletlerinin casusluk örgütlerinin emirlerini ve işaretlerini yerine getirmek üzere, Troçki, Zinovyev, Kamenev, Buharin, Rikov ve uşaklarının katılmasıyla, ya da doğrudan doğruya bunların yönetimi altında işlendikleri ortaya çıktı.” (Bolşevik Parti Tarihi, Bilim ve Sosyalizm Y., s.413-414)

Moskova duruşmalarının savcısı Vişinski de iddianamesinde Troçki hakkında pek çok komplo suikast hazırlığı vb. suçlamaların yanısıra, ‘Troçki ve troçkistlerin… her zaman işçilerin, köylülerin ve sosyalizmin düşmanı, kapitalizmin sadık uşağı’ olduğunu; Troçkizm’in “varlığının 30 yılını faşizmin saldırı birliği haline gelmek için harcamış olduğunu” iddia ediyordu.

Besbelli ki, bu iddianın onda birine inanan ve ‘terörizm komünizm için mücadelede gereklidir’ diye düşünen herhangi bir militanın Troçki’yi öldürmek için kendince haklı sebebleri var demektir. Açıktır ki Squieros da böyle düşünmüştür ve Mercader 20 Ağustos 1940 günü Coyoacan’daki malikanede iken dışarıda araba içinde onun çıkmasını beklemekte olan annesi Caridad da öyle… Nitekim Mercader Moskova’da yaşadığı sırada Kolombiya’daki gelişmeleri değerlendirdiği bir röportajda ‘terörizm komünizm için mücadelede gereklidir’ (Aktaran Volkogonov age., s.467) demekte tereddüt etmemiştir. Buna bakılırsa, Mercader hiç bir zaman pişmanlık duymadığı gibi, hayatının son döneminde de yaptığı işin ve yönteminin doğruluğundan tereddüd duymamıştır. Ama Mercader’in terör ile ilgili sözlerinin benzerlerini Troçki’nin ‘Terörizm ve Komünizm’ başlıklı kitabında da bulmak mümkündür: “Terör tarih sahnesini terketmemekte ısrar eden gerici bir sınıfa karşı çok etkili olabilir.”

Söz konusu kitap Troçki’nin iç savaş yıllarında Kautsky ile polemik yapmak üzere yazdığı ve Kautsky’yi muhatap alarak İkinci Enternasyonal’in liberal-demokrat geleneğiyle hesaplaşmayı hedefleyen bir polemiği içerir. Bu polemiğe bakan pek çok İkinci Enternasyonal artığı ve liberal, Troçki’nin görüşlerinin bir bumerang gibi gelip kendini vurduğu sonucuna varabilir; varanlar çoktur. Ama soruna bir proleter devrimi hedefiyle ve bu devrime önderlik edecek devrimci partiyi yaratıp yaşatmak amacıyla yaklaşanların ölçü ve değerlendirmeleri elbette farklı olmalıdır. Troçki’nin yaşamından ve ölümünden çıkartılabilecek daha önemli ve değerli dersler var.

Ama bunun için evvela bir de Troçki ve taraftarlarının gerçekten SBKP (B) tarihi kitabında ve Vişinski’nin iddianamelerinde öne sürülen tertiplerin içinde olup olmadığını sorgulamakla başlamak lazım. Nitekim bu iddianamede öne sürülen iddiaların çürüklüğünü görmek için yalnız Troçki ve taraftarlarının yahut onları doğrulayan kimi tarihçilerin yazdıklarına bakmaya da gerek yoktur. Bunlar resmi olarak kısmen Kruşçev döneminde ortaya çıkarılan belgelerle çürütülmüştür ve nihai olarak da Perestroyka çerçevesinde ortaya çıkan belgelerle safsatadan ibaret oldukları ortaya çıkmıştır.

Troçki öldürülmesinden bir kaç ay önce yazdığı ve vasiyetnamesi olarak da bilinen notlarında şunları söyledi:

‘‘Bilinçli hayatımın kırk üç yılını bir devrimci olarak geçirdim; kırk iki yıl marksizm bayrağı altında dövüştüm. Eğer yeniden yaşasaydım şu ya da bu hatayı yapmaktan kaçınırdım. Ama hayatımın ana akışı değişmezdi. Bir proleter devrimci, bir marksist bir diyalektik materyalist ve iflah olmaz bir ateist olarak öleceğim. İnsanlığın komünist geleceğine olan inancım bugün gençlik günlerimdekinden daha az değil, daha da sağlam…. Tansiyonum yüksek olduğu için çevremdekiler benim gerçek durumumu anlamıyorlar. Aktifim ve hala çalışabiliyorum. Ama sonum elbette yakın… Ölüm zamanını kendi kendime tayin etme hakkını muhafaza ediyorum. Ama durum ne olursa olsun… komünist geleceğe sarsılmaz inancımla öleceğim. İnsanlığa ve insanlığın geleceğine olan bu inancım bana bugün bile hiç bir dinin veremeyeceği bir direnmeyi sağlıyor.”

Açıktır ki, ölüsü yakılıp küllerinin üzerine mezar taşı niyetine dikilen sade taşın üzerinde Troçki’nin adının yanıbaşında orak-çekiçin bulunması tesadüf değildir. Onun gibi pek çok başka yoldaşı da aynı davaya bağlılıklarını kararlılıkla tekrarlayarak ölmüş veya öldürülmüşlerdir. Ama hiç kuşkusuz Ramon Mercader ve onunla aynı davaya inanan pek çokları da ölmeden önce veya eylemlerini yaparken Troçki gibi bir iman yemini etmekte tereddüt etmeyeceklerdi.

Besbelli ki söz konusu olan birbirlerini davalarının düşmanı saymakla beraber, aynı davaya bağlılıklarını ilan etmekten geri durmayan iki akım arasındaki bir çatışmadır. Bu tür çatışmalar da gerek uluslararası hareketin gerekse de Türkiye sosyalist hareketinin uzak veya yakın tarihinden az çok haberdar olan kimsenin yabancısı değildir.

Bu bakımdan Troçki’nin öldürülmesi de dahil pek çok benzer olayın ardında esasen bir adi cinayet veya gizli servis komplosu değil, bir siyasi kavga olduğunu tespit etmekle işe başlamak gerekir ama orada kalmak da yeterli değildir. Bu gibi konularda bolşevizmin izinden çıkıp, liberalizmin dümen suyuna karışmamak için yanlış bir şey olup olmadığını ve bu yanlışın nerede olduğunu ve neden kaynaklandığını titizlikle ele alma gerekliliği var.

Genellikle Troçki’nin öldürülmesi ve benzeri olayları ‘sol içi şiddet’ ve bu bağlamda şiddete karşı çıkma çerçevesi içinde ele alma eğilimi yaygındır ve son zamanlarda bu kavrayış giderek daha çok yaygınlaşmaktadır. Oysa bu tehlikeli bir tuzağı barındıran bir yönelimdir çoğunlukla. Zira bir kez sol içinde teröre karşı çıkma yola çıkıldığında siyasi mücadelede şiddet yöntemlerine baş vurmamak gerektiğini terennüm etmeye ramak kalır. Evvela kitlelerin terörü ile karşı karşıya getirerek bireysel şiddete karşı çıkma tarzında başlayan bu düşünce sistemi ekseri kısa zamanda (önce ‘bazı koşullarda’ diye başlayarak) barışçıl mücadele yöntemlerini esas almaya varır. Örneğin Avrupada’kiler gibi sözümona ‘demokratik ülkelerde’ silahlı mücadelenin zorunlu olmadığından başlayarak sonra bu koşulların az çok geçerli olduğu her yerde veya her dönemde aynı anlayışın benimsenmesi gerektiğine varmak işten bile değildir. Bunun örnekleri dünyada olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da az değildir. Bu bakımdan asıl sorun ister bireysel veya kitlesel diye ayrılsın ister başka kılıflar altında sunulsun sorunu şiddete hangi koşullar altında ve nasıl başvurulur diye bir soruyu meşru kabul etmek yanlıştır. Bunun farklı ülkelere ve koşullara göre farklı devrim stratejileri vazeden Komünist Enternasyonal’in 1928’de kabul edilen programıyla da alakası pek yakındır.

Oysa Lenin’in ve bolşevizmin bakış açısı böyle değildir. Bolşevikler sınıf düşmanına karşı mücadelede her yol ve yönteme başvurulabileceğini esas alarak işe başlarlar. Bunun da kağıt üzerinde reçeteleri yoktur; bu tercihi belirleyecek olan devrime önderlik etme iddiasını ortaya koyan partinin iradesidir. Öyle bir parti için de böyle ahlak normları mertebesine yükseltilen normlar yoktur; biricik ahlak sınıf mücadelesinin ahlakıdır. Yani sınıf mücadelesinin gerektirdiği her yol ve yöntemin meşru kabul edilmesidir. Ramon Mercader örneğinde ve başka sayısız ve çeşitli örnekte görülen yanılgı da esasen bu doğru tespitin kabulünden itibaren başgösterir.

Bir kez siyasal mücadelede, mücadelenin gerektirdiği her yöntem meşru kabul edildikten sonra; işçi hareketi içinde rakip akımlara veya bilhassa burjuva siyasetinin bu hareket içine sızmasını ifade eden oportünistlere karşı mücadeleyi de siyasal mücadelenin önemli bir bileşeni olarak gördükten sonra; sınıf düşmanına karşı meşru görülen her yol ve yöntemin meşru kabul edilmesi doğal görülmektedir. İşçi hareketi ve sol içinde oportünist olarak kabul edilen akımlara tıpkı karşı devrimci burjuva siyasi kuvvetlerine ve devlete kuvvetlerine karşı meşru görülen her yol ve yöntemle mücadele etmenin meşruluğu tescil olduktan sonra artık ipin ucu kaçmış demektir. Zira bu durumda kendi örgütünün içindeki türlü muhalif veya aykırı eğilimleri de oportünist, karşı devrimci olarak tanımlayıp bunlara karşı sınıf düşmanına karşı benimsenen tüm araç ve yöntemlerle mücadele etmenin önünde bir engel kalmaz. Nitekim bu yöndeki örnek ve gelişmeleri görmek için kimsenin fazla bir zahmet etmesine hacet yoktur.

İşte Troçki’ye yapılan suikast eyleminin ve buna benzer tüm örneklerin ardındaki asıl yanılgı bu noktadan ileri gelmektedir. Burada söz konusu olanın sadece suikastler değildir elbette. Yalan, komplo vb. tertipler vs. de bu kapsama girer burjuvaziye ve faşistlere karşı meşru olan yol ve yöntemlerin hiçbiri sol ve işçi hareketi içindeki siyasi kavgalarda ve hele hele örgüt içi çatışmalarda sırf bunlar da siyasi mücadelelerdir diye otomatik bir biçimde meşru kabul edilemez. Hele sınıf mücadelesinin parti içinde de sürdüğüne dair bir anlayış benimsendiğinde bu yanlışa düşmemek için hiçbir engel kalmamış demektir.

Bu yanılgı esasen sınıf mücadelesinin mahiyet ve hedefinin yanlış anlaşılmasından ileri gelir. Sınıf mücadelesi iki karşıt sınıf arasındaki somut ve kesin olarak da burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadeledir. Herhangi bir sınıfın herhangi bir sınıfa karşı mücadelesi bile değildir. O nedenle proletaryanın örneğin küçük burjuvaziye köylülüğe karşı bir mücadelede burjuvaziye karşı mücadelenin yol ve yöntemlerle mücadele etmeyeceği ne kadar doğruysa işçi hareketi veya parti içindeki burjuva siyşasetinden esinlenen akımlara karşı da bu yol ve yöntemlerle mücadele etmemesi gerektiği de o kadar açık olmalıdır.

Ramon Mercader ve onun gibi hareket edenlerin karıştırdığı yer burasıdır; ve ne yazık ki o yalnız değildir ve bu yanılgı geçmiş bir dönemde kalmış değildir. Ama bu karışıklığı Stalin dönemine mahsus bir yanılgı olarak görenler, veya bu yanılgıyı bolşevizme mal edenler de yanılmaktadırlar ve haksızdırlar.

Her şeyden önce bu konuda ilk örneğin Stalin zamanında ortaya çıkmadığı veya Bolşevikler tarafından ortaya konmadığı besbellidir. Sovyet hükümetinin Lenin zamanından itibaren bir devlet olarak aldığı tedbir ve uygulamalar dahi (bunların ayrı tutulması gerekir) ilk değildir. Hatta bu konuda devlet olarak Sovyet hükümetinin kimi baskı tedbirleri almasını tetikleyen olaylar da esas olarak aynı bakış açısıyla suikast eylemleri düzenleyen sosyalist devrimcilerin eylemleridir.

SSCB’nin SBKP ile içi içe geçmiş özgül yapısından ötürü başka devlet kurumlarında olduğu gibi, (esasen 1917’de İç İşleri Halk Komiserliği olarak kurulmuş olan) NKVD’ye bağlı unsurlar rastgele memurlar değildir. Troçki’nin öldürülmesi gibi eylemlerde söz konusu olan genellikle Çeka elemanlarıdır. Rusça da Olağanüstü Komisyon deyişinin baş harflerinden hareketle kısaca ‘çe ka’ diye telaffuz edilen bu kurum, Ekim devriminin ardından çarlık ve emperyalizm taraftarlarının sabotaj, komplo vb. tertiplerine karşı Halk Komiserlikleri bünyesinde kurulmuş özel bir birimdi. İlk başta kimlere ekmek karnesi verilip verilmeyeceğini, hangi binaların boşaltılıp boşaltılmayacağını belirlemek, spekülasyonu önlemek ve ‘halk düşmanları’nı belirleyip listelerini çıkarmak ve casusluk faaliyetlerine karşı tedbir almak gibi misyonlarla teşkil olmuştu bu özel birim. Zamanla, özellikle de Brest-Litovsk görüşmeleri sırasında ve onu takiben etkinlikleri artmaya başladı. Bu çerçevede söz konusu olan alman ajanlarının sızmasına ve işbirlikçilerine karşı, yahut barış görüşmelerini sabote etmeye veya bir çatışmayı provoke etmeye yönelik eylem ve etkinlikler Çeka’nın alanına girmeye başladı. Bu konuda ilk belirleyici dönüm noktası Alman büyük elçisi Kont Mirbach’ın Sol Sosyalist Devrimci Parti’nin kararıyla Blumkin adlı militan tarafından öldürülmesi ve Alman ordusunun tekrar savaş haline geçmesiyle oldu. Bu noktadan itibaren sol sosyalist devrimcilerin ve genel olarak bolşeviklere muhalif sol grupların Çeka’nın alanına girmesi giderek öne çıktı. Bilhassa Bolşevik bir gazeteci olan Volodarski’nin bu kez bir sağ SR militanı tarafından öldürülmesi onun hemen ardından Sol SR’lerin Çeka yöneticilerinden Ouritski’yi öldürmeleri ve nihayet onun peşinden de Lenin’in yaralı olarak kurtulmasına rağmen sonradan ölümüne neden olacak olan kurşunu sıkan sol SR Fanya Kaplan’ın suikast girişimi ile birlikte Çeka’nın genel olarak anarşistlerden Menşeviklere ve sosyalist devrimcilere kadar bütün Bolşevik karşıtı akımlara yönelik bir etkinlik göstermesi gündeme geldi.

Bu dönemecin ardından başlayan İç Savaş ve Menşeviklerle SRlerin bilfiil beyaz orduların saflarında bu savaşa katılmalarıyla birlikte Çeka doğrudan doğruya bu alanda faaliyet yürüten bir kurum oldu. İç savaşın sona ermesiyle birlikte 1922’den itibaren de İç İşleri Bakanlığı olan NKVD’ye bağlı bir özel birim haline geldi. Ama İç Savaşı takiben bilhassa Ukrayna’daki Maknovist hareketin de ezilmesinin ardından muhalif akımların hemen hemen tümüyle tasfiye olmuş veya ülke dışına çıkmıştı. Kornstadt ayaklanmasının peşinden de parti içindeki hizip ve eğilimlerin geçici olarak yasaklanması yolunda bir karar çıkmasıyla birlikte de SBKP ülkenin tek siyasi örgütlenmesi olmuştu. Bu noktadan itibaren Çeka’nın etkinlikleri de giderek ve bilhassa 1920’lerin sonuna doğru, parti içi muhalefet eğilimlerini ve muhalifleri takip etme noktasında yoğunlaşmaya başladı.

İşte Troçki’nin ölümüne varan ve orada kalmayan olaylar zincirinin özünde bu yanılgı vardır. Bütün bu deneyimlerin ışığında, komünistlere düşen sınıf mücadelesinin taraflarını karıştırmadan ve mücadelenin berisindeki siyasal mücadeleleri ayrı usul ve yöntemlere göre, sınıf düşmanına karşı mücadeleleri de ayrı yöntem ve araçlarla yürütme kılavuzunu şaşırmadan bolşevizmin kopan kızıl ipini yeniden yakalamak üzere mücadele etmektir.

Paylaş