Troçkizm Dosyası 1: Tasfiyecilik Dalgasıyla Yükselen Troçkizm Hakkında

0

Bu yazı KöZ gazetesi Aralık 2011 sayısında yayımlanmaya başlayan Troçkizm Dosyası’nın sunuş yazısıdır. Bu sunuş yasızıyla beraber 8 bölümden oluşan Troçkizm portresi her bölümü ayrı yazı şeklinde KöZ Arşiv’de bulunabilir.


1980’li yılların sonundan itibaren, SSCB ve kopyalarının tarih sahnesinden ayrılmalarınınyanı sıra, Çin ve Arnavutluk’un da isim ve sembollerini değiştirmeksizin kapitalist yola girmelerini takiben, uluslararası sosyalist hareketlerin belli başlı referans kaynakları da ortadan kalkmış oldu. Böylece kendilerini birbirlerinden bu referanslara göre ayırd eden pek çok akım arasındaki ayrım çizgileri de giderek belirsizleşti. Bu sürece paralel olarak SBKP ve ÇKP veya AEP taraftarları arasındaki gerilim ve çatışmalar da hızla söndü. Bu vaziyet alışlara göre birbirleriyle çatışma halinde olan akımlar arasındaki mesafeler yavaş yavaş kapanmaya başladı. Sosyal faşizm, sosyal emperyalizm tanımlarıyla birlikte ‘Maocu bozkurt’ türü tarifler çarçabuk rafa kalktı. Modern revizyonizm ve maoizm konusundaki ayrımlar da esasen teorik alanın birer sorunu olarak ‘ideolojik mücadele’ alanına havale edilerek doğrudan politik mücadelenin birer alanı olmaktan büyük ölçüde çıktı. Böylece geçmişte birbirleriyle açık ve sert bir mücadele içinde olan akımların zaman zaman yan yana gelmeye ve ortak eylem ve etkinlikler yapmaya başlaması da giderek olağan bir şey gibi görülmeye başlandı ve geçmişin üzerine sessiz sedasız bir sünger çekildi. Tabii eskiden bu eksene göre ayrışan kutuplarda yer almadıkları için orta yolcu kabul edilen kimi akımlarla diğerleri arasındaki ayrımlar da haliyle silinmekteydi.

Bu süreç dünya çapında ve istisnasız dünyanın her köşesinde ilerlerken, elbette Türkiye de bundan müstesna kalmadı. Oysa Türkiye esasen bu eksen üzerinden ayrışan akımlar arasındaki gerilim ve çatışmaların dünyanın pek çok ülkesine kıyasla görece keskin ve yoğun bir biçimde cereyan ettiği bir ülkeydi. Bununla birlikte, bir bakıma Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin şekillenişine damga vuran bu ayrımlar hızla silindi. 12 Eylül diktatörlüğünün devrimcilerle faşistler için öngördüğü ‘karıştır barıştır’ politikası sökmemişti; ama adeta bu seksenli yılların sonundan itibaren gelişen sürece katkı yapan bir işlev görmüştü.

Kuşkusuz SBKP, ÇKP ve AEP taraftarı akımlar arasındaki ayrımlar silinirken benzer bir süreç bir başka alanda da görüldü. 1920’li yılların sonlarından itibaren komünist hareket ve işçi hareketi içinde dünya çapında bir ayrışmayı ifade eden ‘troçkizm-stalinizm’ eksenine göre ayrışan ve karşı karşıya gelen akımlar arasındaki uçurum da, aynı süreçte benzer bir biçimde kapandı. Ne var ki bu alanda süreç esasen iki aşamada gerçekleştiği için, diğer kutuplaşmada olduğu kadar keskin bir geçiş olmadı.

Söz konusu sürecin ilk aşaması Kruşçev’in SBKP XX.ci kongresinin kapalı oturumundaki ünlü konuşmasıyla birlikte açılmıştı. Her ne kadar söz konusu konuşmada doğrudan doğruya Troçki’nin ve troçkizmin aklanması söz konusu değilse de, ‘Stalin’in putlaştırılması’na yönelik vurgu ve Stalin dönemine dönük ifşaat ve eleştiriler, kıblesini SBKP olarak seçmiş akımların troçki ve troçkizm konusundaki tutumlarında (görüş ve tespitlerinde değilse bile) kayda değer bir yumuşama getirdi. Bir önceki dönemin sert çatışmaları bu kesimdekiler bakımından büyük ölçüde sona erdi. SBKP’deki değişimi ‘karşı devrimci’ bir gelişme olarak görenler veya en azından hayra alamet bir gelişme olarak görmeyenler bakımından ise Troçki ve troçkizme karşı tutumlarda aynı keskinlikte bir değişim olmamış olsa da, kimi istisnalar hariç, bu cenahta da Stalin dönemindekine benzer bir kutuplaşmanın kalktığı da açıktır. Bu kutuplaşmanın pratik politik alanda tamamen kalkması ve konunun tümüyle teorik mücadele alanına havale olması ise SBKP/ÇKP kutuplaşmasının ortadan kalkmasına paralel
olarak ve daha yumuşak bir geçişle olmuştur.

Kuşkusuz bu süreçte troçkist akımların (farklı odaklara göre farklı bir tarz ve dozda da olsa) ‘stalinizm’ konusundaki görüşleri değilse de pratik politikadaki tutumlarının evrimi de hatırı sayılır bir rol oynamıştır. Çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, resmi Dördüncü Enternasyonal olarak da görülmesi gereken, Ernest Mandel’in önde gelen sözcüsü olduğu kanat, Kruşçev’in ifşaatlarını sevinçle karşılayıp kutlayan bir tutum benimsemekle başlayıp daha sonra da Gorbaçev dönemini daha ateşli bir sevinçle karşılayarak bir bakıma ‘stalinizmin’ sona erdiği kanaatine varmıştı. Kuşkusuz bütün troçkist akımlar böyle hareket etmese bile, bu ve benzeri tutumların da söz konusu kutuplaşmada uçurumun yumuşak bir geçişle kapanmasını kolaylaştırıp hızlandıran bir rol oynamıştır.

Ne var ki 90’lı yılların başından itibaren ilerleyen bu süreç söz konusu kutuplaşmanın tarafları arasındaki ilişki ve çelişkilerin değişmesinden ziyade, esasen bir başka olgunun gölgesi altında gelişmiştir. Bu sürece damgasını vuran veyahut değişime rengini veren de budur. Bu dönemeçten itibaren esasen dünya çapında sol hareketi ve işçi hareketini etkileyen büyük çaplı bir tasfiye dalgası kabarmıştır. Bu tasfiyecilik, doğrudan doğruya bir örgütsel tasfiyecilik olarak değilse de, esas itibariyle bir ideolojik-politik tasfiyecilik olarak gelişip değişik aşamalarda ve farklı tempolarla ilerlemektedir. Bu tasfiyeci dalgalar silsilesi bütün uluslararası hareketi etkisi altına alan, bir karşı devrimci dalgayı ifade etmektedir. Solun genel olarak liberal bir çizgiye savrulmasıyla kendini gösteren bu dalganın ana etkisi, elbette eski siyasi kutuplaşmaların (bunlar doğru ve gerekli kutuplaşmalar olsa da olmasa da) yumuşak bir geçişle son bulmasında önemli bir rol oynamıştır.

Dünyanın hemen hemen her köşesinde kutuplaşmanın her iki ucundaki akımlar arasında ortak ve benzer tespitlerin yaygınlaştığı görülmektedir. Bunlara kısaca işaret etmek gerekirse: SSCB ve Doğu Avrupa’daki gerici rejimlerin yıkılması ve ÇHC ve AHC’nin kapitalist yolu tutmasıyla birlikte, tek kutuplu bir dünyanın doğduğu saptaması; Yeni bir dönemin açıldığı tespiti ile başlayıp yeni dönemde eski dönemin kavram araç ve yöntemlerinin artık geçersiz olduğu saptaması; Dolayısıyla yeni dönemde yeni döneme uygun yeni araç yöntem ve stratejilerin yaratılması gerektiği hakkındaki saptaması. Bunlar, bu tasfiyecilik sürecinin hemen hemen tüm akımlar üzerinde üç aşağı beş yukarı benzer bir biçimde kendini gösteren ortak saptamalardır. Açıktır ki, gerek SBKP/ÇKP/AEP eksenindeki kutuplaşmaların, gerekse de ‘troçkizm/stalinizm’ eksenindeki kutuplaşmaların ortadan kalkması bu yeni dönem tespiti ile büyük ölçüde ilişkilidir.

Elbette geçmişin bir muhasebesini çıkarmadan yön değiştirme alışkanlığının yaygın olması ve Komünist Enternasyonal’in dördüncü kongresinden beri oportünizmin türlerine karşı mücadelede bütün gardların düşmüş olması da bu sürecin önünü açmıştır. Bununla birlikte Türkiye’de bu süreç dünya çapında izlediği yoldan farklı bir yol izlemiştir. Bunun başlıca nedenlerinden biri 80’li yılların sonundan itibaren gelişen tasfiyecilik dalgası ve maneviyat bozukluğu Türkiye solunun üzerine zaten 12 Eylül darbesiyle pekişen bir yenilgi döneminin ardından ve belli başlı örgütlerin zaten büyük ölçüde dağılmış olduğu bir dönemeçte çökmüştür. Böylelikle bu uluslararası tasfiye dalgası, zaten sürmekte olan bir tasfiye sürecini koyulaştırarak gelmiştir ve 80’li yılların sonundan itibaren kendini gösteren peş peşe tasfiye dalgaları bu süreci keskinleştirmiştir.

İkinci farklılık ise bu sürecin sonuçlarının çelişkili bir unsuruyla kendini göstermiştir. Dünyanın hemen hemen her yanında troçkist akımlar da aynı tasfiye sürecinden nasiplerini alıp etkisizleşirken, Türkiye’de bu süreçte tam aksine artan bir çeşitlilikle ve etkiyle gelişen troçkist akımlara rastlanmaktadır. Bir önceki dönemde neredeyse mevcut olmayan troçkizm, neredeyse uluslararası alandaki tüm türleri ile Türkiye’de bu tasfiyecilik ortamında gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.

SBKP, ÇKP veya AEP gibi kıblelerin ortadan kalkmasına paralel olarak başka akımları git gide artan bir ölçüde etkisi altına almaktadır. Kuşkusuz bu özgün durumun ardında troçkist akımların marifetlerinden ziyade, genel olarak dünyadaki durumun ve bilhassa da Türkiye’deki devrimci/sosyalist akımların troçkizm konusundaki dağarcıklarının sadece kalıplaşmış formülasyonlarla şekillenmiş olmasının hatırı sayılır payı vardır. Pratik politik alanda troçkizm karşısında hemen hemen hiçbir tespit ve deneyimin bulunmamasının etkisini de göz önüne almak gerekir. Oportünizme karşı mücadelede Komünist Enternasyonal’in temel ilke ve yöntemlerinin çoktan beri Türkiye’deki akımlara rehberlik etmiyor olması da elbette cabasıdır. Bu nedenle bugün troçkizm konusunda Türkiye solunun zaaflarını irdelemek ve troçkizmin bir politik akım olarak nasıl bir oportünist merkezciliği ifade ettiğine ışık tutmak bugün oportünizme ve tasfiyeciliğe karşı mücadelede komünistlerin ödev ve ihtiyaçları arasındadır.

Paylaş