Ekim Devrimi Tartışmaları 2017: Ekim Devrimi’ni Yaratan Koşullar Bugün de Güncel midir?

0

Bu yazı Ocak 2018 tarihli KöZ Gazetesinin 16. sayısında yayımlanmıştır

4 Kasım Cumartesi günü “Ekim Devrimi’ni Yaratan Koşullar Bugün de Güncel midir?” başlığı altında gerçekleşen panelin konuşmacıları Mehmet Yılmazer, Çetin Eren (KöZ) ve Ali Rıza Tura (SYKP) idi. Panel bir yoldaşın açılış konuşması ile başladı. Yoldaşın açılış konuşması ardından saygı duruşu yapıldı ve konuşmacılara söz verildi. Sonrasında ise Ekim Devrimi’ni anlatan kısa film Buhar Makinesi izlendi.

İlk sözü Mehmet Yılmazer aldı ve konuşmasında şunları ifade etti:

Sosyalist sistem yaşıyor olsaydı konumuz kapitalizmden sosyalizme geçişin yeni yöntemlerini tartışmak olabilirdi. Fakat bu yıkılıştan dersler çıkarmak zorundayız. Ekim Devrimi’nin en önemli koşulu, birinci emperyalist paylaşım savaşı idi. Hemen hemen bütün ülkeler devrimin kıyısından döndü. Genel savaşın yarattığı birtakım gerçeklikler vardı. Komünist Enternasyonal’in kuruluşundan sonra birinci paylaşım savaşının yarattığı bu koşullar önemli.

Rusya’da kapitalizmin gelişmesinin özgünlüğü önemlidir. Öncelikle İngiltere-Fransa’da gelişen kapitalizmin Rusya’daki gelişimi kıta Avrupa’sındaki gelişimden çok daha hızlıdır. Rus proletaryası, Petersburg’a ve Moskova’ya yığıldı. Köylerden buraya göç sonucu, çok dar bir alana çok kesif olarak yığınak yaptı. Bu devrim için çok uygun şartlar hazırladı. Çarlık da bu süreçte kendi sistemini kurmak yolunda çok büyük hatalar yaptı. Devrimi bu ikisinin birleşimi olarak görebiliriz.

Rus Marksistleri ilk programını hazırlarken bir demokratik devrimden sosyalist devrime geçilmesini öngördüler. Fakat Şubat ve Ekim’in iç içeliği, burjuvazinin hızla tükenişi sosyalist devrimi getirdi. Bu noktada “erken devrim” tartışmaları oldu. Fakat bu sosyalist devrim, burjuva devriminin yapması gereken işleri yaptı. Bu da diğer özgünlüğüdür. Bugün, arka arkaya gelen devrimci dalgaların sonuna gelindiğini görüyoruz. 1848 Komünist Manifesto’dan 1989’a kadar, inişli çıkışlı birçok mücadele yaşandı. Fakat bugün görüyoruz ki 70’lerden itibaren bu dalga yavaşlamaya başladı ve 1989’da ise Sovyetleri de içine alarak yok oldu. O zaman bugün ne noktadayız diye sormak lazım. Günümüz koşullarında mücadeleyi nasıl çizmek lazım?

Bugün bir emperyalist paylaşım savaşı yok. Nükleer güç olduğu için topyekûn bir savaş olasılığı azalıyor. Bugün başka bir gerçeklik, dünyadaki güç merkezi Batı’dan Doğu’ya kayıyor. Pasifik bölgesine kayıyor. Bu kayma henüz bir savaşa dönüşmedi fakat bu büyük bir sancı yaratacaktır. Hangi gerilimlere, devrimci olasılıklara kapı aralar bilemeyiz ama böyle bir kayma olduğunu söyleyebiliriz?

Hatırlarsak sosyalist sistem çöktükten sonra, anti-küreselci hareket ortaya çıktı. Avrupa merkezli forumlar yapıldı ancak başka bir dünya mümkün idi bunların parolası, Sosyalizm değildi. Bugün farklı bir hareket yükselecek mi? Kapitalizm yükseldikçe bunun olacağını söyleyebiliriz. Kapitalizmin feodalizme karşı mücadelesinde düştüğü zaaflar sonucunda bu devrimler ortaya çıktı. Bugün baktığımızda feodalizmin kapitalizmi geri çekecek bir durumu yok. O nedenle bugün doğrudan kapitalizmin düştüğü sıkıntıdan çıkacaktır. Fakat bu süreçte bizim teorimiz ve mücadelemiz büyük yara aldı. Teorik olarak kendimizi yenilemek zorundayız.

Kapitalizm fabrika dönemini geride bıraktı. Putilov fabrikası gibi devasa fabrikalar yok artık. Sanayi kapitalizminden bilgi-hizmet kapitalizmine geçtik. Bu da sınıfın konumlanmasında büyük değişiklikler yarattı. Bir semte yoğunlaşan işçi yığınakları ortadan kalktı. Bilgi hizmet kapitalizminde devasa işçi yığınakları yok. Bilgi hizmet sektöründeki işçilerin yaşayışı, eski işçilerden farklı.

Üçüncü dünyada kapitalizmin gelişmesi, özellikle Latin Amerika’yı örnek verebiliriz. Büyük devasa kentler yarattı bu sistem. Bu kentlerde herkes işçi olarak çalışmıyor. Banliyöler ortaya çıktı. Latin Amerika’nın bütün kentlerinde şehirler ikiye bölünmüştür. İstanbul’da da böyledir. Devasa bir işsizlik var. Rus devriminden bize kalan en önemli miras işçi-köylü ittifakıydı. Bugün ise bu amentümüz değil. Nereye gitti köylüler? Kentlerin varoşlarına yığıldılar. Bugün İstanbul 17 milyon, yarısı kentin varoşlarında oturuyor. Fakat bizim etkimiz altında değil, siyasal İslam’ın etkisi altında.

Bilimsel bilginin gen teknolojisi, nanoteknoloji, yapay zekâ birilerinin elinde. Bundan önceki kapitalizm bant sistemi vs. işçileri bir kas yığına indirgedi. Şimdi bilgi hizmet sektörü geliştikçe işçi sınıfı yeniden nitelik kazanıyor.

Hep devrim geri ülkelerde oldu, ileri ülkelerde olması lazım gibi teorik-pratik tartışmalarımız oldu. Bugün Latin Amerika’ya bakarsak yine öyle olacağa benziyor. Fakat bugün güç merkezi batıdan doğuya kaydığı için kapitalizmin anayurdunda beklenmedik çöküşler meydana gelebilir. Bu ülkelerde de devrimci hareket olabilir.

Panelde ikinci olarak Çetin Eren söz aldı ve şu noktalara vurgu yaptı:

Bugün Ekim Devrimi hakkında İstanbul’da bundan daha az kalabalık veya daha kalabalık birçok toplantı var. Bizim panelimizin konusu “Ekim Devrimi Güncelliğini Koruyor mu?” Benim cevabım: Evet aynı şekilde koruyor. Genelde “biçimsel olarak değişiklikler olsa da, özü aynı kalmıştır” denir. Ekim Devrimi’nin özü nedir, nesnel koşullar nedir? Emperyalizm denilen özü anlatırken, dünya çapında yoksulluk artıyor, ayaklanmalar var, grevler var, devrimci gerillalar, Spartaküs’ten bu yana ezen-ezilen mücadelesi devam ediyor. IMF’nin bugün solcu raporlar yayınladığı, Ali Koç’un her şeyin sebebi kapitalizmdir dediği, genel olarak savaş endişesinin yaygınlaştığı silahsızlanma hareketlerinin yayıldığı bir durumda böyle konuşmak son derece sıkıcı olurdu.

Madem böyle analizler yapılıyor bugünkü koşullar hakkında, neden bu haldeyiz? Bir perişanlık halindeyiz. Başımızda bir zorba var, devrilmeye çok açık fakat devrilmiyor. Sol saflarda bir umutsuzluğun hâkim olduğu, geri düşmüşlük psikolojisi hâkim. Solun geniş kesimleri, evet Ekim Devrimi’ni yaratan koşullar hala güncel vs. deseydi böyle bir dağınıklık hali altında bulunmamamız gerekirdi. Evet, Ekim Devrimi’ni yaratan koşulların alası mevcut fakat solun geniş kesimleri Kautsky’nin görüşlerinin geçerli olduğunu düşünüyor. Türkiye solunun hayata bakışı böyledir.

Ekim Devrimi emperyalizm çağının bir mahsulü. Sadece emperyalizm çağı da değil, hatırlanması gereken emperyalizm, proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağında çıktı ortaya. Emperyalizm hakkında en önemli kitap, Lenin’in değil, Kautsky’nindi. Lenin bu konularda doğrudan araştırma yapmamıştı, ikinci kaynaklardan beslenmişti. Hobson, Hilferding, Zimmel, Luxemburg, Schumpeter’e bakmıştı. Binlerce sayfalık not defteri var.

Emperyalizm denince ne denir genelde neden bahsedilir? Yayılma, artan savaşlar… Bir politika olarak devletin sınırlarını genişletmeye çalışması. Finans kapitalin artan- büyüyen durumundan, dünyadaki holdinglerin durumundan bahsedilir. Tekelleşmeden, sermayenin yoğunlaşmasından bahsedilir. Lenin de elbette bu temalardan bahsediyor. Fakat Leninist emperyalizm tanımının ayırt edici noktası bu değil. Lenin-Kautsky farkını da bu açıklamıyor. Kautsky diyor ki kapitalizm bir politikadır. Aslında silah sanayiyle ilgilenen, daha asalak segmentlerin savunduğu bir politikadır. Buna karşılık kapitalist sınıfın daha ortak çıkarlarını savunan mensupları da vardır, diyor. Kapitalistlerin ortak çıkarı, insanların ortak çıkarı savaşa karşı olmaktır diyor. Bu nedenle bir barış hareketi, kapitalist savaşları durdurabilir diyor. Sermaye, burjuvazi, kendi iç evrimi sonucunda başka bir sisteme geçilebilir. O zaman sosyalizm kurulabilir diyor.

Bugün mesela Türkiye’de bir savaş var, işçi kitleleri sosyalizme yanaşmıyor, şovenizmin etkisi var, propaganda yapamıyor diyen solcuların görüşü buna benziyor. Lenin ise, emperyalizm esas olarak dünya üzerinde finans kapitalin ve bunun çıkarlarını savunan devletlerin dünyayı paylaşmış olmasıdır diyor. Tekelci dönemde rekabet bitmez, daha kıran kırana olur. Bu rekabet de ekonomik kriz, politik alanda da savaşla sonuçlanır. Aynı zamanda savaşlar iç savaşları doğurur.

2000’li yıllarda ortaya çıkan küreselleşme karşıtı hareketler, Negri’ci imparatorluk tezleri vs. ne diyor? Büyük bir küresel sermaye var, talan ediyor ortalığı. Brezilya’daki Sao Paolo’daki yoksullar, işsizler vs. bu imparatorluğa karşı çıkmalı hep birlikte. Bu Kautsky’cidir, yekpare bir kapitalist sınıfı esas alır.

Avrupa Birliği’ne karşı çıkanların tezi de benzerdir: Almanya-Fransa vs. tek başlarına emperyalist değillerdir, burada sermaye entegrasyonu tamamlanmıştır. AB başlı başına kapitalist bir odaktır. Hep beraber bir blok olarak Türkiye’yi yutmak istiyorlar vs. Bu nedenle buna karşı çıkılması gerekir diye düşünüyorlar.

Irak-Suriye savaşlarında Irak halkının, Suriye halkının yanındayız diyerek Saddam’ın Baas’ın yanında olanlar “Emperyalizm mazlum devletlere savaş açtı” diye düşünüyor. Yekpare bir şekilde buraya saldıran bir emperyalizm var diye bakıyor. Aynı şey Chavez, Maduro için söyleniyor. Fakat bunlar Türkiye’ye gelip Erdoğan ile hep birlikte Anıtkabiri ziyaret ediyorlar. Birlikte ortak bir cephe örüyorlar. Başka ne deniyor? Amerikan hegemonyası çöküyor – Çin hegemonyası yükseliyor. Bu varsayımın kendisi de Kautsky’ci. Çin’in dünya liderliğine herhangi bir emperyalist paylaşım savaşı olmayan, ikinci paylaşım savaşını katbekat aşan bir savaş olmadan bunun gerçekleşebileceği düşüncesi var.

Devrimler kısmına geliyoruz. Burada Kautskizm kendini nasıl belli ediyor? Proleter devrim çağında yaşıyoruz dediğimiz zaman, ben burada Mehmet arkadaşa katılmıyorum. Şubat devrimi burjuva demokratik bir devrim değildi. Ekim Devrimi, burjuva demokratik devrim olarak sayılabilir sosyalist görevleri de sonradan yapar. Ama bunlara burjuva demokratik devrim – sosyalist devrim demek doğru olmaz, burada İki Taktik’te öngörülen proleter devrim gerçekleşti.

Kautsky devrim fikrine karşı değil, hatta 1905’te Rus devrimi olduğu zaman çok iyi oldu diyor demokrasi gelecek vs. Yani Sovyet, iç savaş, burjuva demokrasisinin olmadığı yerlerde mümkün. Fakat burjuva demokrasisi, parlamenter demokrasiyi ise reddedilmemesi gereken bir kazanım olarak görüyor. Bunun politik sonucu ne oluyor? Lenin emperyalizmi siyasi gericilik olarak tanımladığı zaman şunu demek istiyor: Bugün anayasal sorun olsun, işçi sınıfının çevre problemi olsun vs. işçiler için, emekçilerin herhangi bir kazanımının gerçekleşmesi için devrim gerekir.

İç savaş meselesine geldiğimiz zaman: 1905’te Asya’daki patlama sonucunda Lenin: Bu devrimler kaçınılmaz olarak iç savaş yolundan ilerleyecektir, diyor. Bizim pozisyonumuzda örneğin hendekler kurulduğunda, hendekler yanlıştı dendi. Gezi’de de aynı şekilde, önce barış olmalı düşüncesi Kautsky’nin Luxemburg’un fikirleridir. Bugün ise hızla bir paylaşım savaşına gidiyoruz. Trump diye birisinin başkanlık koltuğunda oturması bile krizin bir göstergesi. Fakat başka bir gerçeklik var. Emperyalizm çağına yeni girildiği söylenirken Lenin, “Ne Yapmalı”nın birinci bölümünde birtakım saptamalar yapıyor ve şöyle diyor: “Bugün dünyadaki devrimci çelişkiler Asya gericiliğinin kalesi olan Rusya’da birikmiştir. Biz de bu gericiliği buradan yıkacağız, bu sistemi yıkmak için bize bir parti lazım.”

Biz bu sonuçları burada bu kadar tartışıyorsak, her yerde Ekim Devrimi anma panelleri yapılıyorsa, bu bir şeylerin göstergesidir. Dünyadaki emperyalist zincirin zayıf noktası burası, bu halka burada kırılacak. Nereden belli bu? Ortadoğu’daki gerilimin, siyasi kavgaların düğümlendiği iki ulusal sorun var: Filistin-Kürdistan sorunu. En önemlisi de Kürdistan sorunu. Kürdistan’ın esaretinin baş müsebbibi de bölgenin en gerici burjuva diktatörlüğü olan T.C. Bugün bu gerici diktatörlük tarihinin en büyük siyasi kriziyle yüz yüze. Giderek derinleşen, çözemediği krizle yüz yüze. Erdoğan’ın kalışı belli, bu sistemin kurucusu olan (TSK, OYAK, TÜSİAD, Amerika’nın eklentisi olan burjuvazi vs.) 12 Eylül rejiminin kurucusu olan. Bu rejimi artık kendi azalan, zayıflayan güçleri nedeniyle yönetemiyorlar. O yüzden Tayyip Erdoğan diye bir figür ortaya çıkmış. Çoklarının sandığı gibi Türkiye faşizme gitmiyor. Zayıflayan bir rejimle yüz yüze olduğumuz için bu despot bozuntusundan kurtulamıyoruz. Ama Türkiye’de bir devrimi tetikleyen rejim krizini doğuran sorunlar artsa da, karşıdevrimci güçlerin bu sorunu parlamenter yollarla çözme olasılığı azalıyor.

Yanı başımızda bir devrim oluyor. Bu devrim Suriye Demokratik Federasyonu yönünde, Suriye’nin bir parçası olmayı kabul edip -etti zaten- o yolu kat ederse bitmiş olacak. Fakat bu kadar uzun yaşaması, T.C.de bitmeyen bir Kürt baharının varlığı Ortadoğu’daki gericilerin korkulu rüyası devrimcilerde, kadrolarda bir enerji yaratıyor.

Yaşadığımız coğrafyada 60’larda boy vermiş, 71 kopuşuyla kendisini tanımlamış bir devrimci hareket var. Ve bu devrimci hareket bir türlü tasfiye edilemedi. Büyük kayıplar verse de (12 Eylül, Özal dönemi, F tipi, 28 Şubatlar çökertme hareketleri sonucunda) hala Ortadoğu’daki en büyük devrimci güç bizim yaşadığımız coğrafyada bulunuyor. Bu hareket eski refleksleri ve Kautsky’ci bakış açısı nedeniyle hareketin önünü kapatıcı bir etki de yaratıyor. Fakat bu engeller yıkıldığı zaman, Türkiye’deki devrimci güçlerin, komünist bir partide, Leninist bir partide birlik sağlandığı zaman, gerici bu diktatörlüğün yıkılmasının ve dünyada yeniden bir proleter devrimin, ulusal kurtuluş mücadelelerinin patlak vermesi işten bile değil. Bugünkü görevimiz de böyle bir partiyi yaratmaktır.

İlk turda son sözü Ali Rıza Tura aldı ve şunları söyledi:

Teori ve pratik birliği hepimizin bildiği bir şey. Ama kast ettiğim bize kılavuzluk yapan bir teori değil tarihsel ve toplumsal kitle hareketinin Marksist teori ile buluşmasından bahsediyorum. Bu sadece Ekim Devrimi’nde oldu. Lenin, Devlet ve Devrim’i yazarken devrim yüzünden yarım bırakmak zorunda kaldı ve devrim pratiği ile teori tamamlandı. Ekim Devrimi’ni mümkün kılan teorinin özgün yanlarının neler olduğuna bakalım.

Biri Bernstein ile başlayan revizyonizm tartışması. Gerek anonim şirketlerin ortaya çıkması ve özel mülkiyetin tabana yayılması, kapitalizmin hızla büyümesi ve sosyalizm ile kapitalizmden ileri bir toplum devrime gerek kalmadan da kurulabilir miydi? Alman sosyalizmi radikal reformlarla sosyalizme geçişi hızlandırabilir diyordu. Rosa luxembourg, Plehanov Bernstein’a karşı çıkmaya çalıştı. Ama son sözü Kautsky söyledi ve devrim kaçınılmaz, reformlar gereklidir dedi. Reformlarla kapitalizm çöküşe yuvarlanacak ve işçiler ayaklanacaktır ve sosyalizm kurulacaktır, dedi. Tam bir orta yolcu idi. Buradan bakılınca Troçki, Lenin, Luxemburg, Plehanov hepsi devrimin kaçınılmazlığı konusunda revizyonizme karşı ortak safta duruyorlardı. Bernstein’a karşı tüm Marksistleri bir araya getiren kavramdı. Bu grup devrimin güncelliğinden de söz ediyordu. Devrim zamanı belli olmayan bir dönemde ortaya çıkacak bir şey değil, yakın bir hedeftir ve tüm politikalar bu yakın hedefe göre dizayn edilmelidir diyorlardı. Troçki 1905 devrimi öncesi yazdığı yazılarla devrim hakkında öngörülerde bulunuyordu. Yani o dönemin Marksistleri arasında devrimi kaçınılmazlığı ile yetinmeyip devrimin güncelliğini de dikkate alan bir halka vardı. Lenin de bunların içindeydi.

Lenin’in farkı neydi? Lenin’in ikinci halkadan farkı güncel olanın aynı zamanda bir eylemi gerektirmesiydi. Parti sadece yaklaşan devrime hazırlanmakla yetinmemeli devrimi bizzat hazırlamalı idi. Dönemin proleter devrimler çağı olduğu, pre kapitalist dönemlerden kalan toprak ulusal sorunları proleter devriminin yan ürünü olarak kendiliğinden çözülecek vs. gibi genel karakteristikler üzerine kurulu bir bakış açısı genel olarak hâkimdi. Ama devrimi tüm eylemlere yön veren kurucu bir amaç olarak görüyorsanız çağın genel eğilimleri ile buna direnenleri karşılıklı diyalektik ilişkileri içinde görmek gerekir. Yani burjuva parlamentosunu gerici bulan sol komünistlere karşı Lenin’in tutumu gibi. UKKTH’ı bir devrim sorunu olarak görmek. Rojava mücadelesini devrimin bir dinamiği olarak görebilmek gibi.

Lenin bir dahi olduğu için mi Ekim Devrimi oldu? Marksizm Avrupa’da gelişmiş burjuva liberalizminin eleştirisi üzerine kurulu ve yeni bir dünya görüşü olarak kendini kurdu denir. Hâlbuki Rusya’da Marksizm eşitsiz gelişmenin sonucu olarak burjuva liberal ideolojisinden sonra ortaya çıktı. Rus aydınları Narodnizm’den sonra büyük ölçüde Marksizm’e yöneldiler. Rus Marksistleri arasındaki polemikler Menşevik ve ekonomistleri liberalizm eğilimi ile suçlarlar. Burjuva liberal dünya görüşü Rusya’da ondan çok daha önce gelmiş olan Marksizm içinden gelişecek kaygısını duyar Lenin. Gerçekten Kadet’lerin siyasetçileri Menşeviklerden vs. çıkmıştır. Buna karşın devrimi edim olarak düşünen mücadele aynı zamanda partiyi liberalizme karşı çelik duyarlı polemikçi bir arınma sürecine sokmuştur.

Günümüzde Türkiye’de 12 Eylüle kadar Türkiye’de egemen ideoloji Kemalizm’di veya muhafazakârlıktı. 12 Eylül’den sonra liberal burjuva ideolojisinin Marksistlerden çıktığını gördük: sivil toplumculuk, Birikim dergisi. Dolayısıyla eğer bir dünya devrimini bugünden kuracaksak öncelikle Marksizm’e bulaşan içinden çıkan burjuva liberal ideoloji ile hesaplaşmak gerekiyor. Yeni bir devrimci partinin kurulması için olmazsa olmaz olan budur.

Konuşmacıların ardından soru ve görüşleri almak üzere dinleyicilere söz verildi.

– Bu panelden daha verimli şeyler bekliyordum. Ekim Devrimi’nin kazanımları nelerdir daha iyi anlatılmalıydı. Bir sosyalist devlette yönetici olan komünist partisi ve önderleri yozlaşırsa –ki öyle oldu geriye dönüşlerin sebebi budur- Bu geriye dönüşleri bankacılar, milyarderler vs. değil parti önderleri bürokrat burjuvazi yaptı. İkinci dünya savaşında sosyalizme saldıran Hitler faşizmine değinilmeliydi. O savaş sürecinde birçok karşı devrimci unsur merkez komitesindeki insanlara suikastlar düzenlemişti. Bunun içinde Troçki de vardı, beyefendi Troçkist olduğunu söyledi. Fakat bunlara değinilmedi.

– 1950’lerden sonra Sovyetler Birliği’nin artık sosyalist olmadığını söyleyen Mao Zedong’a da değinilmedi. Birçok sosyalist parti Mao’yu destekledi fakat aktif bir şey olmadı. Hala ülkemizde komünist partisiyim diyen TKP gibi partiler Sovyetler çökene kadar bir sosyalist devlet olduğunu söylemeye devam ediyorlar. Yarın bir devrim yaparsak o yenilgilerden öğreneceğiz ki bir daha aynı hatalara düşmeyelim. Bu konuları da cevaplamanızı konuşmanızı istiyorum.

– Ekim Devrimi’nin yıkılmasına dair 90’lar örnek verildi, 89 Berlin duvarı. Bugün Ekim Devrimi’nin rüzgârının kendini hissettirmiyor olması, bu devrimci dalganın yıkılmasının Sovyetlerin yıkılmasında mı yoksa 1917’de kurulan Komünist Enternasyonal’in tasfiyesinde mi aramak lazım? Komünizm iddiasında olanlar hangisiyle ilgilenmelidir? O dönemde Avrupa’daki Ekim Devrimlerinin eşikten dönmüş olmasının nesnel koşullarla mı alakası vardır yoksa partinin yokluğuyla mı? Proleter devrimler çağı aşamalı devrimler çağı mıdır?

– KöZ adına konuşan arkadaş demokrasi sorunu bir devrim sorunudur, dedi. En küçük demokratik hakları almak için devrim gerekir. Ben bu tanımı tersten sormak istiyorum. Bugün Türkiye’de demokratik haklar için bile bir devrim gerekiyor ise, burjuva demokrasisi ile faşist diktatörlük aynı şey midir?

– Devrimi etkileyen negatif-pozitif koşullar hakkında konuştunuz. Ben bugünden konuşacağım. Bugünün koşullarında Çetin Eren, faşizmin saldırmadığından, gerilediğinden bahsetti. Bugün politik gündemi belirleyen Nuriye-Semih, faşizme karşı aylardır direniyor. Avukatlar gözaltına alınıyor, bunlar faşizm olduğunu göstermez mi? – Mehmet Yılmazer’e soracağım. Ekim Devrimi’nden sonra Komünist Enternasyonal var. Sonrasında ise bu ulusallaşıyor. Bu ikisi çelişmiyor mu?

– Gezi ayaklanmasında gördüğümüz birçok parti barikatları kaldıralım, Gezi’den çıkalım dedi. Türkiye solunun tamamı bir araya geliyor fakat Gezi gibi bir ayaklanmaya önderlik edemiyor. Bu niceliksel bir sorun mudur yoksa ideolojik bir sorun mudur?

– Mehmet Yılmazer devrimler çağı dinamiğinin 91’de bittiğini söyledi. Şu an hareketliliğin koşullarını görmüyor muyuz? Balkan Savaşları örneğin 1914 öncesi, bugün de Ortadoğu savaşları. Herkesin de bundan korktuğunu görüyoruz.

– Mahir Çayan’ın suni denge fikri, dünya savaşı vs. çıkmaz deyip bu dengeyi biz bozarız ancak demişti. Bir üçüncü dünya savaşı çıkması mümkün değil midir?

– Mehmet Yılmazer’e: Bilgi-hizmet sektörünün devrime olan etkisi nasıl olur? Pozitif mi negatif mi?

– KöZ’e sormak istiyorum. Bugün Türkiye solu rejim değişti diyor. 12 Eylül rejimi de gitti deniyor. Rejim bu kadar kolay değişir mi, rejim nasıl değişir? Bugün bu panelin anlamı nedir? Panele katılanlardan biri burası pek politik olmadı dedi ama bugün politik derdimiz nedir?

– Rojava devrimini biraz açabilir misiniz?

– Ekim Devrimi’nin yarattığı koşullar, şubattan ekime vs. tartışmıyoruz. Genel çağ olarak konuşuyoruz. Menşevik yaklaşım muhalefet edelim diyordu o zaman işçi sınıfı gelişmedi vs. diye. Bugün ise bir proleter devrimin görevi Mehmet Yılmazer’in bahsettiği teknolojisi vs. tabii ki farklılık yaratıyor. Fakat 21 koşulu sahiplenen bir partinin yaratılması noktasında nasıl bir farklılık yaratır? Parti meselesinde, özne meselesinde Bolşevik-Leninist tipte bir parti, dünyada da Komintern’in yaratılması acil bir ihtiyaç değil mi?

Soru ve görüşlerin ardından ikinci tur için tekrar konuşmacılara söz verildi. İkinci turda ilk sözü Ali Rıza Tura aldı ve şunları ifade etti:

Aşamalı devrim tartışması gerek 1905’te gerek İki Taktik’te vs. devrim burjuva demokratik taleplerle başlasa da bu devrimin sınıf olarak önderi kim olacak sorusu. İkincisi böyle bir devrimden sonra bir burjuva demokratik yeni bir toplumsal ekonomik ilişkiler bütünü başlayacak mı? Ne şubatta burjuva devrimi tamamlandı ne ekimde proleter devrim tamamlandı. Sosyalizme geçmeden bir burjuva kapitalist aşamadan geçecekler mi? Asıl tartışma bu. Buna cevap konusunda farklı yaklaşımlar var.

Türkiye’de bir rejim değişikliği tartışması gerçekleşti mi? Henüz Türkiye’de faşist bir rejime geçildiğini düşünmüyorum. Fakat bu süreçte AKP’nin Bonapartist bir manevra alanı yarattığını düşünüyorum. Sınırlı bir parlamenter rejimden faşizme geçiş yerine bu parlamenter rejimin olanaklarını kullanarak bir ara rejime geçildiğini düşünüyorum. Bu geçişin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği sonuçta mücadeleye bağlı.

Dünya savaşı sorusu: Bundan 10 yıl sonra tarihçiler 3.dünya savaşını Irak’ın işgali ile başlatmış olabilirler. İnsanlar bir dünya savaşının içinde olup olmadığını retrospektif olarak anlarlar. Bana sorarsanız bu savaşın içindeyiz. Suriye’ye baktığımızda doğrudan veya dolaylı olarak 30’un üzerinde devletin gücü var. Kim kiminle ittifak kuracak hangi ittifaklar kalıcı olacak vs. Bunun ne tarafa doğru şiddetleneceği, ülkelerde iç savaşlar şeklinde mi devam edeceği bizim çizeceğimiz politikalara bağlı.

Gezi sorusu: Bu eylemlerin başından itibaren biz olsaydık, belki bu önderliği yapabilirdik. Biz sonradan bu önderliği ele geçirmeye çalıştık. 15-16 Haziran gibi vs. önderlik edemedik diyebileceğimiz bir hareket değil. Beşiktaş’taki kitle içerisinde bildiğimiz türden sosyalizm sempatizanı kimse yoktu. Gezi çok daha derinlemesine incelenmeli diye düşünüyorum.

İkinci turda ikinci sözü Çetin Eren aldı ve şunları söyledi:

Şubat ve Ekim’in iki farklı devrime tekabül ettiği Troçkistlerin, Stalinistlerin ortaklaştığı konulardan biridir. SBKP tarihinde şemalaştırılmıştır bu da. Şubatta burjuva demokratik devrimi başarılı olmuştur sonra da Ekim Devrimi sosyalist devrimi ile başarıya kavuşmuştur. Bu tez doğru değil. Daha sonra yazılan proleter devrim ve dönek Kautsky kitabına bakılabilir. Bu tartışma neden önemli? Eğer şubat başarılı bir devrimdir dersek ki Kautsky böyle diyor, aslında burjuva devrimler partisiz öndersiz Sovyetleri iktidara getirmeden burjuva parlamentosu hedefi ile başarılı olabilir ve kazanımdır demiş olabiliriz. Emperyalizm siyasi gericilik çağıdır dediğimizde Avrupa’daki siyasi gericiliğin dünyaya yayılması parlamentarizm miadını doldurduysa böyle bir burjuva devriminden söz edebilir miyiz? Parlamento hiçbir şeyi çözemez dediğimde parlamentoda çalışmamak gerekir demiyorum. Bolşevikler hem parlamento hem orduda aynı mantıkla çalışıyorlardı. Parlamentoda tıpkı ordudaki gibi bozgunculuk için çalışıyorlardı. Kautsky ile farkı bu. Parlamenter bir rejimle emekçilerin durumu iyiye gidebilir mi? Parlamenter bir rejim emekçilerin kazanımı olabilir mi? Sınıf mücadelesinde bir mevzi olarak desteklenebilir mi? Kautksy’e göre Sovyet’e gerek yok, aslen böyle mücadele edilir diyor. Despotizmi yıkınca ayaklanma organları kurarsınız ama ülkeyi Sovyetlerle yönetemezsiniz diyor. Türkiye’deki akımlar Venezuela’dan her yere tüm mücadeleleri destekliyor ve kazanımdır, diyor. Yol yapıyorlar katılımcı demokrasi vs. diye Küba’yı destekliyorlar. Ama kazanım olarak halkın yaşam koşulları düzeldi diyorlar. Bu zaten temsiliyet ilişkisi ile kurulan rejimleri bir kazanım olarak görme anlayışıdır. Bizim kazanım dediğimiz şey Sovyetlerin kurulması ve halkın silahlanıp egemen olmasıdır. Bundan sonra diğer kazanımlar gelir. Ekim Devrimi’nde halk egemen olmadan emekçilerin durumu iyiye gidebilir mi sorulmalıdır cevabı da hayır gidemez olmalıdır.

Kautskizm’in özü: Kautsky kendini Marksist ve devrimci olarak sunar. Şunu vurgulamalıyız. Bir rejim devrimsiz değişebilir mi? Yanıtı komünist manifesto bunun üzerine kurulu. Tüm toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir, der. Herhangi bir grevi, işçi patron mücadelesi vs. sınıf mücadelesi sayıyor herkes ama değil. İki sınıfın karşı karşıya geldiği mücadele sınıf mücadelesidir. Sahici bir sınıf mücadelesi için proletarya diktatörlüğü gerekir. Soru şu: Herhangi bir rejim değişikliği devrimsiz olur mu? Liberalizme göre olur. Burjuva demokrasisinden yavaş yavaş önce Bonapartizm sonra faşizm olur. Emperyalist paylaşım savaşının çıktığını anlamazsınız der. Marksizm’in temel saptaması karşı devrimsiz rejim değişikliği olmaz, devrimsiz de demokrasi olmaz. Erdoğan faşistleşiyor diyenler aslen reformist. Biz de devlet içinde kadrolaşarak adım adım sosyalizmi inşa edeceğiz demek anlamına gelir. Bir rejim kendi iç dinamikleri ile değişemez. Faşizm baskının daha fazla olduğu bir rejim demek değildir. Faşizme yönelik keskin söylem burjuva demokrasisine karşı mücadele etmemenin aklanması anlamına geliyor. Ayrım çizgisi devlet aygıtının örgütlenmesi üzerinden kurulur.

Rojava neden devrim? Egemenlik bir kesimden başka kesime geçti. Rojava halkı kantonlarla egemen oldu. Bu nedenle devrimdir. Bugün Rojava Devrimi bitiyor derken de sebebini şöyle koyuyoruz: Kautsky’nin öngördüğü anlamda demokratik bir devlet içinde kazanımlarımızı koruyabiliriz, diyorlar.

Sovyetler Birliği’nin kazanımı da yol, sağlık vs. değil; emekçilerin yönetecek iktidar organlarına kavuşmasıdır. Devrim yenilebilir, parti olmazsa kesinlikle başarısız olur, diyoruz. Öznel etmenlerle kurulan parti niye bitti diye kimse sormuyor. SBKP’yi kuranlarla Komünist Enternasyonal’i tasfiye edenler aynı kişiler midir? Bu iş niye bitti, neden bugün dağınık haldeyiz, düzenin krizi neden bize yaramıyor deyince burada aramamız lazım. Bizim açımızdan 2. Enternasyonal akımları ile Troçkizm arasında bir fark görmüyoruz. Bunların hepsi Menşevizm’in bir varyantıdır ama aynı şeyi Stalinistler için de söylemek lazım. Bu kadar Troçkizm liberalizm karşıtı olanların çatı partisi HDP vs. altında nasıl oluyor da renkli topluluk içinde bir araya geliyorlar? Yapılmaması gereken ayrım çizgilerini çektiğiz siyasetlerle aynı partide buluşmak. Sol neden bu durumda bugün? Çünkü kendini Menşevizm’den ayırmış bir programa, örgütlenmeye sahip bir parti yok. Yapılması gereken panellerden tecrit etmek değil devrimci partiyi inşa etmektir.

Panelde son sözü Mehmet Yılmazer aldı ve şunları ifade etti:

Bugünün koşullarında devrim mücadelesini nasıl yürüteceğiz soru bu diye düşündüm. Bugün devrimin olanaklılığı üzerinde tartıştığımız için Kautsky ultra-emperyalizmin toplumsal mücadeleleri daha yüksek noktaya çıkarabileceğini söyledi. Bugün böyle bir görüş yok. İki görüş var. Postmodernizm var mega projelerin zamanı geçti, geleceği planlama anı yaşa diyor. Bu görüş toplumun her tarafına nüfuz etmiş durumda. İkincisi de iktidarı almadan toplumu, dünyayı değiştirme görüşü. Bunlar Sovyetlerin yıkılması yüzünden etkili oldu.

Çetin arkadaşın dediği gibi objektif koşullar var. Peki subjektif koşullar var mı? Bugün subjektif koşullar mevcut değil. Kürdistan özgürlük hareketi var onu da atlamamak lazım. Marksizm bize düşüncemizin objektif koşullardan doğacağını anlatır. Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz demişti. Bugün neden subjektif koşullar olmuyor bunun cevabını bugünün objektif koşullarına bakarak anlarız. Sovyet devriminin çöküşü pratik gidişle teorik aklı birbirinden kopardı.

Şüphesiz kıpırdanmalar var. Devrim olacak ama nasıl olacak, hangi yollarla, hangi stratejiyle hangi yoldan gideceğiz? Marks kırda da devrim demişti, Stalin tek ülkede devrim demişti bizim stratejimiz nedir? Bu yok. Devrim mümkündür ve olacak demek devrim stratejisi değildir. Devrim niye olmuyor? Niye Gezi’yi yönetemedi Türkiye devrimci hareketi? Ben 68 kuşağındanım biz birbirimizin kafasını kıra kıra tartıştık stratejileri, bunlar böyle şekillendi. Bu stratejiler sınandı, biz bu sınavı kaybettik. Çünkü Sovyetler de Çin de çöktü. Stratejileri kurduğumuz zeminler değişti. Sovyetler üzerinden mi Ekim Devrimi gibi mi yürüyecek devrim ben bilmiyorum. Topyekûn devrimler bugün ikili iktidara dönüştü. Hizmet sektörüyle, bilgi sektörüyle koşullar değişti. Evet devrim mümkün fakat Ekim Devrimi gibi bir devrim mümkün değil. Bir şey çıkmıyor çünkü bizim ideolojimiz zayıfladı. Stratejik duruşlar erozyona uğradı, eskiden iktidardan bahsetmeden konuşmazdık. Yenisini inşa edeceğiz. Çok kutuplu dünya var. Devrimci örgütlenmeleri bu kutuplar belirler. Eskiden basitti.

Bugün robotlar var, hizmet sektörü genişledi. Bu sektördekiler nasıl bir mücadele yolu çizecek bilmiyoruz araştırmamız lazım. Bir yıkıcı güç var kurma yeteneği olmayan. İşsizler varoşlarda yaşayanlar. Batı ülkelerinde ise işsizlik maaşına bağlı yaşayanlar var. Bunlar yıkıcıdır. Chavez’i beğenelim, beğenmeyelim bunlar Chavez’i geri aldılar. Bilgi hizmet sektöründe çalışan proletaryanın yeni kesimini biz harekete geçirebiliyor muyuz? Yıkıcılarla yaratıcıları birleştirebiliyor muyuz? Biz bunu yapmasak da devrim bizi dinlemeden akıp gidecek. Dünkü duruşla bugün yapamayız. Yenisini nasıl inşa edeceğiz? Bugün bunun mücadelesini veriyoruz, zorluğu da burada. Teori masa başında yapılmaz. Örneğin Komünist Manifesto’da işçi sınıfının iktidarı nasıl alacağına dair bir şey yoktu, teorideki bu eksiklik pratik süreç içinde tamamlandı. Siyasi iktidar devrimci olduğunu iddia edenler formülümüze uymuyor o yüzden devrimci değil demek doğru değil. Marks kıtada olacak devrim demişti mesela devrim Rusya’da oldu. Devrim mümkün, bölgesel devrimler de mümkün; Latin Amerika, Ortadoğu ve Güney Asya. Buralarda devrimci çalkalanmalar var fakat bunlar sonuçlanmazsa? Ortadoğu’da da devrimci bir dinamik vardı ve bunlar emperyalizmin canına okudu. Latin Amerika’da ne olacak bilemiyoruz. Bugün Rus devrimi benzeri Bolşevik ayaklanmalar 1,5 ay sürdü. Bunun gibi ayaklanma mümkün değil, nesnel koşullar gerek, ikili iktidarlar olacak artık Rojava’daki gibi. Latin Amerika’da, Venezuela’da Bolivya’da ikili iktidar var. Kapitalizm eskisi gibi kitleleri fabrikalarda toplamıyor. Varoşlarda ikili iktidar var, örneğin Latin Amerika’da çeteler var. Sosyalist filan da olması gerekmiyor bunun olması için. Kapitalizm bunları denetleyemez. Kahire’de de benzer bir durum var. Bunları nasıl devrimcileştireceğiz? Arjantin ayaklanması 1,5 sene sürdü, işsizler ayaklandı. Yeni bir eylem biçimi olarak otoyolu işgal ettiler. Mutfak istediler iktidar yerine ve aldılar. Bolivya devrimi. İki kent vardır biri başkent biri varoş. Varoş kenti La Paz’a giden yolları işgal etti ve bütün altyapı çöktü. Ayaklanma hiçbir grev olmamasına rağmen gerçekleşti. Bunun yerine bankalar işgal edildi. Bunlar bizim formülümüzde yok, bunları illaki de hesaba katmamız gerekiyor. Etrafımızdan bir sürü 1905 geçiyor olabilir bunlardan ders çıkardığımız takdirde Ekim Devrimi stratejisini kurgulayabiliriz. Formüle uymuyor diye es geçersek teori ve strateji yaratma görevini es geçmiş oluruz.

Paylaş