12 Eylül’de 12 Eylülcülere Yanıtımız: BOYKOT

0

[Bu yazı Komünist KöZ Gazetesi’nin Ağustos 2010 tarihli özel sayısında yayımlanmıştır.]

12 Eylül Referandumu’na günler kaldı. 12 Eylül darbesinin otuzuncu yıldönümünde darbe anayasasını bir kez daha halka oylatmak için düzenlenen referandum yaklaşıyor. Bu süre azaldıkça da kimin nerede durduğu, niye orada durduğu netleşmeye başlıyor. 

12 Eylül Referandumu’nda sadece iki saf var. Gazetelerden televizyonlardan pompalandığının aksine söz konusu olan EVET diyenlerle HAYIR diyenler arasında bir saflaşma değil. Doğrudur. EVET AKP’nin; HAYIR da CHP ile MHP’nindir. Doğrudur; düzenin gazeteleri, televizyonları bizleri bir o tarafa bir öbür tarafa çekiştirmeye çalışmaktadırlar. Ama bugünkü saflaşmada EVET de HAYIR da aynı taraftadır. Karşılarında ise emekçilerle ezilenlerin BOYKOT Cephesi durmaktadır. 

AKP 12 Eylül anayasasını değiştirmiyor. Aksine makyajlayarak 12 Eylül Anayasası’nı ikinci kere halka onaylatmak istiyor. AKP anayasa tasarısında 12 Eylül rejiminin esasına yani «tek millet tek devlet» esasına dokunmamıştır.

Tek Millet Türk Milletidir; Tek Devlet Türk Devletidir. Yani 12 Eylül’deki referandumda EVET de çıksa, HAYIR da çıksa bu maddeler yerli yerinde kalacaktır. 

12 Eylül rejiminin esası seçim barajıdır. Yani emekçilerin ve ezilenlerin parlamento dışında bırakılmasıdır. Referandumda seçim barajı da oylanmıyor. EVET diyenler de HAYIR diyenler de barajı savunuyor. 

12 Eylül’ün özü Kürtlerin inkârıdır. Evet artık Kürtlerin varlığını eskisi gibi inkar etmek mümkün değil. Ne EVETçiler ne HAYIRcılar Kürtlerin varlığını açıktan inkâr edebiliyorlar. Ancak EVETçiler de HAYIRcılar da Kürtlerin varlığını kabul etmek zorunda kalsalar da inkar politikalarını bırakmış değiller. Bir taraftan Kürtleri siyaset alanının dışına itmeye çalışıyorlar, bir taraftan da Kürt halkını ve onların temsilcilerini muhatap almıyorlar. 

12 Eylül’ün özü Kürtlerin imhasıdır. Hem EVETçiler hem HAYIRcılar Kürtlerin imhasında anlaşıyorlar. HAYIRcı CHP “Dersim 1938’de nasıl davrandıysak bugün de öyle davranmak” lazım diyor. EVET diyen AKP “Heron uçakları niye istihbarat vermiyor” diye soruyor. Erdoğan da Kılıçdaroğlu da siperde durmaya hazır. Biri çömeliyor diğeri ayakta duruyor. 

12 Eylül’ün özü emekçilerin, ezilenlerin örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Bugün EVET ve HAYIR diye bölünmüş olanlar dün Türkiye’de ezilenlerin en büyük örgütünü, DTP’yi birlikte kapattılar. Bugün de 1700’ün üzerinde DTP’li, BDP’li tutuklu. Tutuklular çünkü geçen sene yerel seçimlerde, Kürdistan’da AKP’yi sandığa gömdüler. Selahattin Demirtaş “Tutuklu BDP’lilerin bırakılması demokratlık konusunda samimiyet sınavıdır” dediğinde, HAYIRcı Kılıçdaroğlu “Teröristlerle müzakere edemezsin”, EVETçi Erdoğan ise “bu talepler bizim açımızdan kabul edilemezdir” diyor. Sonra operasyonlara devam ediyor. Başakşehir, Beyoğlu, Sultangazi, Sultanbeyli ve Okmeydanı’nda operasyon yapıyor, referandum çalışması yürüten BDP’lileri gözaltına alıyor. 

Onlar 12 Eylül rejimini değiştirmiyor, “12 Eylül rejimini cilalı mı cilasız kabul edersiniz?” diye soruyorlar. Oysa yapılması gereken 12 Eylül rejimini reddetmektir. Demokratik bir anayasayı talep etmektir. Demokratik bir Anayasa yeni bir Anayasa demektir ve yeni bir anayasa eskisinin hüküm sürdüğü koşullarda referanduma gidilerek yapılamaz. 

Yeni bir Anayasa “oldu-bitti”lerle yaratılamaz. Bir anayasa ancak halkın sınırsız ve özgür bir ortamda seçtiği vekillerle özgürce tartışılarak yapılırsa demokratik olabilir. Bugün birbirleriyle dalaşırken meclis, sivil irade diye konuşanlar zerre kadar demokrat olsalardı bu anayasayı oldu-bittilerle değiştirmek yerine halkın iradesinin yansıdığı bir meclisle değiştirmeye çalışırlardı. Yani seçim barajının, seçim yasaklarının olmadığı bir seçim sonucunda seçilecek bir meclisle, yani bir kurucu meclisle… Böyle bir kurucu meclis olmaksızın Türkiye demokratik bir rejime kavuşamaz. 

Bugünkü referandum kampanyaları düpedüz seçim kampanyalarıdır. Referandumda EVET çıkması gelecek seçimlerde AKP’ye, HAYIR çıkması ise Gandi Kemal’e yarayacaktır. Bu yüzden her iki taraf da hararetli bir referandum kampanyası yürütmektedir. Çünkü iki taraf da yeni bir anayasanın yapılmasının söz konusu olmadığını ve esas olanın ilerdeki seçimlere hazırlık olduğunu bilmektedirler. Her iki taraf da bu düzenin bekçiliğini yapmak için, ezilenleri kendi meşreplerine göre ezmek, sömürülenleri kendi çıkarlarına göre sömürmek için birbirleriyle kıyasıya rekabet etmektedir. Birbirlerinin kuyusunu kazmak isterken düzen cephesinde çatlaklar oluşmasına da neden olmaktadırlar. 

EVETçilerle HAYIRcıların rekabetini istismar etmek hem gerekli hem de mümkündür. Evet bu kamplar emekçilere ve ezilenlere yasak ve baskı uygulama söz konusu olduğunda aynı prensiplere göre fakat farklı meşreplerle hareket etmektedirler. Fakat düzenin temellerini tehdit eden bir tehlike olmadığı müddetçe ise kendi aralarındaki rekabet keskinleşir ve rakip değil de adeta hasım gibi davranırlar. İşte böyle durumlar ise onlar arasındaki rekabetin yarattığı iklimi istismar ederek emekçilerin ve ezilenlerin çıkarları doğrultusunda düzenin saflarında yarıklar açmanın imkanlarını sunar. 2007 genel seçimlerinde böyle bir ortamdan yararlanarak meclise 22 milletvekili göndermeyi başarmıştık. Önümüzdeki genel seçimlerde bu mevziyi daha ileri bir noktaya taşımak mümkündür. 

Bu tür fırsatlardan düzen güçlerinden birisine yedeklenerek yararlanmak mümkün değildir. Ayrı bir safta toplanıp emekçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını öne sürmek gerekir. Sadece ayrı bir safta durmak da yetmez aynı zamanda somut bir siyasi güç olmak da şarttır. Bugün bunun koşulları mevcuttur. 12 Eylül referandumunu rakip burjuva kamplarının ikisini de reddederek istismar etmenin koşulları vardır. 

Seçimlere Ortak Adaylarla Hazırlanabilmek için Referandumda Boykot Demek Gerekir. Zira bugün BOYKOT bağımsız tutum demektir. Referandumda bağımsız tutum gösterenler seçimde de bağımsız bir tutum göstermelidir. Referandumda EVET ya da HAYIR diyenler seçimlerde de ya AKP’ye ya CHP’ye yedekleneceklerdir. Referandumda BOYKOT diyenlerse seçimlerde kendi ortak adaylarıyla kendi vekillerini meclise sokmalıdırlar. Son üç senelik pratik bu vekillerin ezilenlerin ve emekçilerin mücadelesi açısından önemini göstermiştir. O yüzden 2011’de kavranacak acil halka bu mücadeleyi yükseltmek ve daha güçlü bir seçim çalışması yürütmek olmalıdır. 

12 Eylül’de BOYKOT ezilenlerin, sömürülenlerin sesinin duyulması, bağımsız hareketinin görülmesi demektir. BOYKOT’la işçinin, Kürdün sesi duyulacak, rengi görülecektir. Bu sayede bizi yok sayanlar prim yapamayacaklar. 12 Eylül’de BOYKOT emekçilerin, ezilenlerin bağımsız hareketi demektir. Bizim gücümüze dayanarak kendi aralarında kapışamayacaklar. 

Bu yüzden herkes BOYKOT cephesine öfkeli. EVETçiler bize kızıyorlar, “HAYIRcılara çalışıyorsunuz” diyorlar. HAYIRcılar bize öfkeliler, “EVETçilere çalışıyorsunuz” diyorlar. Aynı anda ikisine birden çalışmak mümkün değil ama öfkelenmekte haklılar.

Çünkü kendilerine çalışmıyoruz. Haklılar çünkü biz bağımsız cepheyiz.

Ezilenlerin tek bağımsız cephesiyiz. 

Bu yüzden “Evet-Hayır dayatmasına geçit yok. Referandumda boykot seçimlerde ortak aday!” şiarını yükselterek 12 Eylül’de hem EVETçileri hem HAYIRcıları boykot ediyoruz.

 

Paylaş